Bütün zamanlar boyu despot kelimesi “fren kabul etmeyen efendi” manasında kullanılmıştır. Tiran ise “mutlak kudret sahibi” diye tarif edilmektedir.
Tiran’ı kraldan ayıran yön; onun “hiçbir dini tarafı olmayışıdır”.
Ne kadar zalimane bir şekilde hükümdarlık yaparsa yapsın kral, veraset yoluyla tahta çıkmıştır, hâlbuki tiranı doğuran güçlü darbelerdir. Tiranlar tarih boyunca ya bir ihtilalin ya büyük bir bunalımın yahut da bir siyasi kaosun çocuğu olarak dünyaya gelmişlerdir.
Dahası geleneksel kralların tebaaları, tiranların ise köleleri vardır.
Tiran, Tanrı’ya değil güce tapar. Tarihi süreç tiranların iktidarda kalabilmek için ilk yaptıkları şey kendisinden üstün kim varsa onun kellesini kopartmaktır. Tiranlar kendi yerini alabilecek “herkesi uzaklaştırmak, bütün ziyafetleri, kültürel etkinlikleri ve merkezleri yasaklamak, vatandaşlara güven ve cesaret verecek çevrelere karşı uyanık bulunmak” zorunluluğunu hep hissetmişlerdir.
Tiran, idaresinin bozukluğunun, polisinin kötülüklerinin ve iç politika zaaflarının doğurduğu söylentileri ve sıkıntıları önlemek için parlak bir dış politika uygular.
Tiran için “Vatandaşların ne düşünüp ne yaptıklarını bilmek de çok önemlidir. Bu sebeple rakiplerinin etraflarını bir casus şebekesiyle örmek ve her tarafa ve detektif kadınlara varıncaya kadar, ajanlar göndermek durumundadır”.
Bu anlamda istihbarat tiranın iktidarı için olmazsa olmazdır.
Tiranlığın en doğru biçimde tasvir eden söz şudur; “Tiranlığın temeli kötümserliktir ve her şeyden önce seçkinlere karşı savaş, yani seçkinleri aşağılamaktır” (Conte; 2002; 13).
Tiran, seçkinleri yenmek zorunda olduğunun farkındadır. Bunu halk için değil, iktidarı için yapmak zorundadır. Halk hemen hemen bütün tiranlar için kanlı iktidar oyununda rol verilecek etkisiz bir elemandır.Halk, tiranın iktidarı için araçtır!
Mozambikli bir tiranın söylemiyle “Milli temizlik gayretine iştirak halkın borcudur. Halkı daima durmadan süzgeçten geçirmeli, disiplinsizlikleri işaretlemeli, terbiyesizlere haddini bildirmeli ve kötüleri kovmalı...
Halkın muhafızları bütün evleri kimlerin oturduğunu anlamak ve fişlemek üzere gezmelidir”.Bütün bunları halk, tiranın iktidarı için yapmak zorundadır.
Mussolini’nin “Halk bir fahişedir ve en yiğit ve güçlü erkeğe ram olur” sözleri tiranların halkı nasıl gördüğünü ortaya koyan veciz ifadelerdir.
Kimisi için halk yüzbinlik beşiklerde uyutulacak çocuk, kimisi için de güdülecek bir nesnedir. Öyle ki tiranlardan bazıları bir memleketi iyi idare etmenin yolu olarak “İyi bir polis, iyi bir müzik ve iyi içki” diyerek herkesi derhal dans ettiren bir muazzam polis teşkilatı kurup ayyaşlığı da milli bir spor haline getirmişlerdir.
Ülkelerini sıfırdan inşa etmeye kalkan tiranların iddialarıyla gerçekleştirdikleri arasındaki açıklık da tarihin en büyük cilvesi olarak arşivlerdeki yerini almıştır. İşte bunlardan birisi de Mao’ydu. O diyordu ki, “Temiz bir ülke inşa edeceğim.
Öyle bir ülke ki, ne salgın, ne sel, ne açlık, ne sinekler, ne fareler, ne fahişeler, ne esrarkeşler, ne haydutlar ne de kumarbazlar olacak... Asya’nın en sade, en temiz ve en şerefli bir ülkesi”. Sonuçta Mao yüceltmek istediği halkının, bizzat kendisi en aşağılık bir duruma düşmesine neden oldu. O Mao, memleketini uzun yıllar “kültür ihtilali” dediği utançların utancı bir ihtilalin mahvediciliğine terk etti.
Tiranlar her şeyi güçle ölçerler. Onlar için insan gücün aracıdır. Stalin şöyle diyordu: “Sovyetler Birliği, 50 milyon ton pik demir, 60 milyon ton çelik, 500 milyon ton kömür, 60 milyon ton petrol ürettiğinde, herhangi bir talihsizliğe karşı kendini güvence altına almış olacaktır”.
İşin ilginç yanı Stalin’in dediği gibi olmasa da buna yakın bir üretim SSCB’de gerçekleştirilmiştir. Ancak bu SSCB’yi ayakta tutmaya yetmemiştir. İnsanı esas almayan, özünde ahlaki ve vicdani unsurları barındırmayan bir sistemin kalıcılığının olmadığına tarih şahittir.
Bu yazı dünün tiranları için kaleme alınmamıştır. Aksine bugünün tiranlarının anlaşılmasına katkı sağlaması için yazılmıştır. Zira her çağ, sistem, rejim, inanç, kurum ve ideoloji kendi tiranını bizzat kendine özgü biçimde yaratmaktadır.
Elbette her tiran Hitler ya da Stalin gibi dünyanın başına bela olamamaktadır. Zira tiranların gücü başında bulunduğu ülkenin, kurumun, elinde bulundurduğu otoritenin çapı kadardır.
Yalnız siyasetin değil edebiyatın, sanatın, kültürün, ekonominin daha geniş anlamda dinin ve bilimin de tiranları olduğunu unutmamak gerekir.
Kim bu tiran? Diye sormayınız! Yüzde yüz demokrat, yüzde yüz hümanist, yüzde yüz tiran yoktur.
Herkes biraz odur, azcık budur. Herkes hayatının belli bir döneminde biraz tirandır. Tiranlık da dahil hiçbir şey düne ait eski bir hikaye değildir. Dün dünde kalmaz, yarın hiç gelmez asıl olan bugündür. Bugün de dünün ürünüdür.
Bugün elindeki gücü kullanma biçimine bakarak topluma, dine, tarihe, siyasete, bilime ve değerlere hükmeden tiranları teşhis etmek mümkündür.