TARİKATLAR-CEMAATLER - SİYASET VE İNSAN
“Onun nurlu yüzü, gözlere göz olunca, insanların gözleri, yarattığı eserlerde Hakk’ı görme gücünü elde etti.”
“Ona saygı göstermeyen, önünde eğilmeyen kişinin ağacı, yokluk testerelerinden, balta yaralarından kurtulamadı.”
“Senden başkasını düşünürsem, darağacına layık olurum. Senden başkasının eteğine sarılırsam, elim kesilsin.”
Her biri şirk ve sapıklık kokan bu cümleler, günümüzde çeşitli ve önemli tarikatlerin müritlerinin şeyhlerine kurdukları cümlelerdir.
Kim bu tarikatlar, neyin davasını güdüyorlar?
Çoğunlukla kurdukları vakıflar aracılığıyla hareket ediyorlar. Kimileri de neredeyse holdingleşmiş durumda.
Evliya yerine koydukları şeyhlik “Postluk” denen bir sistemle genelde babadan oğula, bazen kardeşlere geçiyor. Türkiye'nin her bölgesinde günlük hayatı, insan ilişkilerini ve en önemlisi ülke siyasetini çok fazla etkiliyorlar.
Öyle ki, ülkemizde siyasetçilere nerede ise bunlarla irtibata geçmeden iktidar olamıyorlar.
Tarikatlar veya cemaatler kendi aralarında bir yarıştalar, “kim iktidara daha yakın olacak ve devletin pastasından pay alacak” yarışındalar.
Siyasiler de bu yarışta, “ kim bize daha sadık, kim bize daha bağlı” mantığı ile çıkar ilişkisi kurmaktadırlar.
Dolayısı ile birinin boşaltığı alana hemen diğeri yerleşiyor ve yine hemen dışlanan camiaya “din düşmanı, vatan haini “ damgası vuruyor.
Ne müthiş bir ticaret ve ne müthiş bir zeka değil mi?
Aynı zamanda ne aciz, ne eksik, ne sapık bir iman değil mi?
Nede mi?
Çünkü bunların şeyhleri çok iddialıdır, mucize uzmanlarıdır.
İstediği zaman Allah'la konuşurlar, Azrail'le pazarlık ederler, gaybı bilirler, insanın içini bilirler, Müslüman darda kalınca yardımına yetişirler, istedikleri zaman insanın rüyasına girebilirler…
Dahası cennet onların iki dudakları arasındadır.
Hiçbir şeyden korkmayan, hiç bir şekilde kimsenin onlara zarar verme gücü olmayan bu şeyhler ne hikmetse korumasız gezmezler, uyurken başlarından nöbetçiler olur.
Birisi de kalkıp demez ki; Ey Şeyh!
-Sen kuyuya atılan Yusuf peygamberden daha mı büyüksün ki, o babasının rüyasına girip yerini söyleyememişti, sen rüyalara giriyorsun...Veya Yakup peygamberin aklına istiareye yatmak gelmemiş ken, sen kafana göre gaybdan haber veriyorsun?
- Hz. Musa deniz yarılmadan karşıya geçememişken, sen nasıl dokunulmaz oluyorsun, bir Anadolu`da bir Kabe`de aynı anda görülebiliyorsun?
- Ey mürit! Hz. Yunus balığın karnında “BEN NEFSİME ZULMEDENLERDEN OLDUM, YETİŞ YARABBİ” derken sen nasıl “SEN BİLİRSİN, YETİŞ YA ŞEYHİM” dersin?
- Hz. İbrahim, kendisine gelen melekleri tanıyamazken, sen nasıl bizim hakkımızda her şeyi bilirsin, yüzümüze bakıp, mübarek miyiz, şeytan mıyız anlarsın?
Hal böyle olunca da bir yandan devlet, bir yandan siyaset, bir yandan insan ve her yandan İslam zarar görmektedir.
Avrupa`da ortaçağ karanlığını yaşandığı dönemin aynısı olan bu dünem üzülerek söylüyorum ki; bizi şiddetle o karanlığa itiyor.
Sakın günümüzdeki tarikatların müritlerinin birbirlerine iltifatlarını Yunus`al Taptık Emre, Şems`le Mevlana arasındaki sohbetlerle karıştırmayın.
Veya onların şeyhlerini Ahmet Yesevi ile, Hacı Baktaşi ile, Edabali ile sakın karıştırmayın..
Günümüzdekiler şirk içindedirler ve herbiri kilise zangocu gibi cehalet yaymaktadırlar.
Bu cehalette işte çocuklara tecavüz, kadınlara şiddet, devlete ihanet, millet nifak sokmaktadır.
İnsan dediğimiz o mükemmel varlığın Türkiye`de derhal Tarikat-cemaat-siyaset üçgeninden kurtulması gerekmektedir.
Haa bu arada illa Mürşid arayanlara Kur`an, İlla aşk methiyeleri yazacaklara, rüya görmek isteyenler, yardım isteyenlere, “Yetiş” diyenlere ALLAH yeter….
Vesselam