Hukukçu Nesibe Kırış, son günlerde yeniden gündeme gelen tarikat ve cemaatlerin yasal zeminini ele aldı.
İşte Kırış'ın yazısı:
'Geçen hafta, bir tıp fakültesi öğrencisinin yaşamak zorunda kaldığı yerdeki huzursuzluğunu kendi ağzından dinledik. Üzerine konuşulanlar, yapılan söylemler, düşünceler ne olursa olsun tek bir sonuç vardı: Enes’i kaybettik.
Onun gibi binlerce genç arkadaşımızın kapalı kapılar ardında ne yaşadıklarını bilmiyoruz. Bu kuruluşların barınma yerlerinde kalanların yaşadığı olumsuz olaylar olmadan da yaşayanlar hariç kimsenin bir fikri olmuyor.
Daha önce "Öğrenim Krizi" serisinde de tarikat ve cemaat yurtları problemini ele almaya çalışmıştım. Buralarda kalan öğrencilerle röportaj yaparak yurtlarda olanları ve öğrencilerin bir kısmının bu yurtlarda kalma zorunluluğunun sebeplerini aktarmaya çalışmıştım. Enes’in veda mektubu da yaptığım röportajlar da hep benzer kaygıları dile getiriyordu. Enes’i kaybettikten sonra sosyal medyada da birçok cemaat/tarikat yurdu öğrencisi olumlu olumsuz yaşadıklarını anlattı. Bu sefer bu yurtların hukuki boyutunu ve kamunun yaklaşımını ele almaya çalışacağım.
Sosyal medyada ne yaptığımızı denetleyen ya da televizyonda ne izlediğimize karar veren kurumların yanında öğrencilerin yatıp kalktığı ve hayatının çoğunu geçirmek zorunda kaldığı tarikat ve cemaat yurtlarına ilişkin devletin neden bir denetim mekanizması yok?
Tarikat ve cemaat yurtları bir nevi eğitim kurumları hâline gelmeye çalışırken hangi devlet kurumuna bağlı? Hangi mevzuatlar aracılığıyla bu yurtların kuruluşu yapılıyor? Hukuki dayanakları var mı?
Anayasa madde 174’te de “değiştirilemez inkılap kanunları” arasında yer alan “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerine Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” ile tarikat ve cemaatler kapatılmıştı. Tarikatları yasaklayan ilgili 677 sayılı kanunla şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik ile bu unvan ve sıfatların kullanılması ile bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifası ve kıyafet giyilmesi de böylece yasaklandı.
Bu yasalarla Türkiye’nin gerçekliği değişmedi, yasal olmasa da varlıkları devam etti. Mali açıdan Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından denetlenen cemaat, tarikat, tekke ve zaviyelerin kurduğu vakıf gibi sivil toplum kuruluşlarının eğitim ve öğretim açısından hiçbir denetlemeye tabi olmamasını anlamlandırmak mümkün değil.
Anayasa madde 24’te açıkça belirtildiği üzere “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında …” yapılması gerekmektedir. Kur'an Eğitim ve Öğretimine Yönelik Kurslar ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliği’nde yapılan 2012 değişikliğiyle kurslar ve bunların yurtlarında Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetim yetkisi kaldırıldı. Artık bu kuruluşlardaki denetim “eğitim ve pedogoji” açısından değil, dinî olarak doğru bilgiler verilip verilmemesi üzerine kurgulanmıştı. Oysaki Millî Eğitim Temel Kanunu “Resmî, özel ve gönüllü her kuruluşun eğitimle ilgili faaliyetleri, Millî Eğitim amaçlarına uygunluğu bakımından Millî Eğitim Bakanlığının denetimine tabi” olduğunu öngörmekteydi.
2012 yılında Millî Eğitim Bakanlığı’nın Kur'an kurslarını denetim görevine son verilmesi ve kurslardaki yaş sınırının kaldırılmasıyla bu yapıların açtıkları yasal-yasa dışı kurum sayıları hızla arttı. 4+4+4 olarak bilinen 6287 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle sistem tamamıyla yasa dışı dinî oluşumların lehine evrildi. Daha sonra bu kurumların açılmasındaki kısmi engeller de kalkmaya başladı.
Yasa dışı eğitime hapis cezası kaldırıldı
17 Nisan 2013, “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” meclis oylarına sunuldu. Değiştirilen maddelerden biri, 3 Mart 1924 tarih ve 430 Kanun Numarası ile kabul edilmiş olan ve ülkedeki bütün eğitim kurumlarının Maarif Vekaleti’ne (Millî Eğitim Bakanlığı’na) bağlanmasını öngören Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun bir koruma metniydi. TCK madde 263 aracılığıyla kanuna aykırı olarak eğitim kurumu açan/işleten kişilere hapis cezası verilmişti, hüküm yok edildi. Yasa dışı eğitim kurumlarını açanlara artık hapis cezası verilmeyecekti.
Kamu binalarının kullanılması teşvik edildi
21 Temmuz 2017’de Maliye Bakanlığı’nın çıkardığı yönetmelikle kamu binalarının vakıflar tarafından yurt binası olarak kullanılması teşvik edildi. Vakıflar bu binaları 49 yıl süreyle bedelsiz olarak kullanabileceklerdi. Kamu binalarının tahsis edileceği vakıfların hangileri olacağını Maliye Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı belirleyecek, kamu binaları sadece yurt olarak tahsis edilmeyecekti. Ayrıca bu binaların %20’sinin ticari işletme olarak da değerlendirilmesine de izin verilmişti.
Sayıştay, 2018 Yılı Denetim Raporu'nda, Millî Eğitim Bakanlığı'nda yaşanan denetim eksikliklerini ortaya koydu. Raporda, 2010 yılından itibaren Türkiye'de yapılan kapsamlı değişikler nedeniyle, teftiş sisteminin nitelik ve etkinlik sorunları nedeniyle eğitim, öğretmen katkısının zayıfladığı vurgulandı. Bakanlığın denetleme yetkisi olan kurumlardaki teftiş eksikliğine de dikkat çekildi.
Eğitim kurumlarında sosyal etkinliğin önü açıldı
12 Eylül 2019'da Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle sivil toplum kuruluşlarının “her tür ve seviyedeki resmî ve özel örgün ve yaygın eğitim kurumlarında” sosyal etkinlik yapmasının önü açıldı. Bu hamle, 4+4+4 süreci sonrası, eğitim alanında yaşanan en önemli girişimlerden birisi oldu. Sivil Toplum Kuruluşu adı altında bahsi geçen tarikat ve cemaatler, okul öncesinden üniversiteye kadar tüm okullara, protokol yapmasına gerek kalmaksızın girmeye başladı. Yani Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı TC Anayasası altına kurulan ve laiklik ilkesini yaşatma borcu olan eğitim kurumlarında denetmeye tabi olmayan tarikat ve cemaatler sosyal faaliyet gösterebilecekti.
Ayrıca bu yönetmelik, devlet okullarındaki öğrencilerin bu şekilde spor salonlarına gitmeleri veya gezilere katılmaları durumunda bunların e-okul’da sosyal faaliyet alanına da işleneceğini, dolayısıyla not ortalamalarını artırıp girecekleri merkezi sınavlarda avantajlı hâle gelmesini hüküm altına alıyordu.
Öğrenim Krizi yazımda bir öğrenci arkadaşımız, “Ailem için ya devlet ya da dinî otoritesi olan bir kurum beni koruyabilirdi. Devlet yurdu olmayınca tek çare kaldı.” demişti. Devlet yurtlarının sayı olarak da maddi imkân olarak yetersizliğini bu yıl başında gündeme gelen barınamama problemiyle çok açıkça gördük; ancak anlaşılan bu imkânsızlık ve tarikat/cemaat yurtları için oluşturulan ek imkânlar aileleri ve mecburen öğrencileri bu yurtlara zorunda bırakıyor.
Denetlenmeyen bu kuruluşlarda yaşananları ancak acı tecrübelerle öğreniyoruz.'
Siyasetcafe.com