Menzil tarikatı şeyhi Abdülbaki Erol’un ölümüyle ortaya çıkan görüntüler, aydınlanma devrimcisi Uğur Mumcu’nun ilk baskısı 1988’de yayınlanan “Tarikat, Siyaset, Ticaret” adında ki kitabını anımsattı.
Mumcu, bir düşünce insanı, bir aydın, bir toplumsal figürdü. Fakat her şeyden önce bir araştırmacı-gazetecilik ekolünün Türkiye’deki en önde gelen temsilcilerinden olan Mumcu, laikliği hedef alan yapıları deşifre etmiş, İslamcı ideolojiyle devleti ele geçirmek isteyen tarikat ve cemaat gibi gerici yapılanmaların örgütlenme modelinden çalışma biçimlerine, hükümet ve medya kuruluşlarına değin kirli ağ ilişkilerini ortaya çıkartmıştı. Arabasına konulan C-4 patlayıcı ile katledildiği 24 Ocak 1993’ten bu yana aradan 30 yıl geçmesine rağmen failleri bulunmadı veya bulunamadı. Mumcu suikastı, mafya, siyaset, tarikat üçgeninde kaybolup gitti.
Dinselliği temel amaç olarak belirlenmiş bütün tarikatlar, cemaatler ve aynı fraksiyonda ki örgütlenmelerin tamamı uygarlığa, aydınlığa, bilgiye ve bilime karşıdırlar. Çünkü bilim kanıta dayanır. Ancak birçok makalemde ve araştırma kitaplarımda da değindiğim gibi tarikat ve cemaatler arasında en tehlikeli olanı Nakşî geleneğinden gelenlerdir ki kökleri Mesut Barzani’nin atalarına kadar uzanmaktadır.
Fethullah Gülen’de (Fethullah Gülen Cemaati) geçen gün yaşamını yitiren Abdülbaki Erol’da (Menzil tarikatı) Nakşî geleneğinden gelmektedir.
Yeryüzünde tanrının temsilcisiymiş gibi davranan, ilkel Arap geleneklerini, erken Hıristiyanlık dönemlerinden kalma hurafeleri pazarlayarak kitleleri ağının içine alan itaat ettiren, şeyhlerin, şıhları kendileri sermaye /servet üzerinde otururken müritlerine az ile yetinmelerini ve şükür etmelerini öğütlüyorlar.
Her ne kadar tarikatlara yönelik bir eleştiri gibi dursa da özünde bu yazı onların kuyruğuna takılanlara yönelik bir eleştiridir. Çünkü din ve Allah için hareket ettiklerini, tasavvuftan bir lokma bir de hırka için yola çıktıklarını söyleyen tarikatların dünya malına bu kadar değer vermelerini, zenginleşmelerini göremeyecek kadar ya kördürler ya da gerçeğe şaşı bakmaktadırlar.
Tarikat, tipik bir Katolik yapılanmadır
Başta turizm olmak üzere gıda, yayın, medya gibi alanlarda faaliyet gösteren menzilcilere ait 17 şirketi var ve tamamı da Semerkand Şirketler Grubu adı altında toplanmış. Adeta bir holding gibi çalışan tarikatların gerçekte kapitalizm ile İslamcılığı sentezleyerek veya kapitalizmin üzerine din örtüsü atarak kamuoyunu yanılttıkları, kandırdıkları açıkça ortadadır. Fakat siyasi partilerle, özellikle dinci/sağcı kesimle organik bağları olduğundan faaliyet alanlarını genişletmiş, bürokrasi de kadrolaşmışlardır.
Fethullah, yargı da ordu da ve emniyet de kadrolaşırken menzil de başta sağlık olmak üzere bürokraside kadrolaşmıştır. Öncesinde illegal yollarla bürokrasiye sızmaya, kadrolaşmaya çalışan tarikatlar son yirmi yılda bizzat iktidar tarafından kendilerine kadrolaşma alan açılmıştır. Tarikatların üzerindeki o masumiyet örtüsü kaldırıldığında altından ‘Tarikat-Siyaset-Ticaret” üçgeni çıkacaktır ki benzer üçgen yapılanma, neredeyse batı da ki bütün yayın organlarına ve televizyon kanallarına egemen olan “Opus Dei” adındaki Katolik örgütlenmede de var. Bu örgüt 1950’de papalık tarafından resmen onaylanmış ve legal statü kazandırılmıştır.
Bu ayrıntıya dikkat çekmemin nedeni, kamuoyunun çoğunluğu tarikatların tehlikesini ve geldiği durumu tartışması gerekirken ölen şeyhin yerine kimin geçeceğini önemli bir konuymuş gibi tartışarak meselenin özünden uzaklaşıyorlar.
Babadan oğluna geçen, yoksa kendisinin uygun gördüğü akrabasına devredilen monarşik sistem, tarikatların geliştirdiği bir sistem değildir. Peygamberlik döneminden kalma hilafet sistem imparatorluk döneminde de sürdürülmüştür. Aydınlanma devrimiyle birlikte imparatorluk dönemi sona ermiş olsa da kökleri peygamberlik dönemine uzanan bu monarşik düzeni tarikatlar günümüze kadar sürdürmüşlerdir.
Krallık döneminde “kral öldü yaşasın yeni kral” sloganını “şeyh öldü yaşasın yeni şeyh” şeklinde güncellemek yerinde olacaktır. Yönetimin babadan oğluna geçtiği, peygamberlik döneminden kalma bu düzenin tek amacı edinilen mal ve mülkiyetin başkasının eline geçmesini önlemek ve böylece servetin ailede kalmasını sağlamaktır. İnsanların dini duygularını sömürerek zenginleşen, holdingleşen tarikatlara girenlerin veya bağlantı kuranların amacı da aynı değildir. Ailece tarikatlara inanç ekseninde biat edenler olduğu gibi ticari amaçlı tarikatlara yanaşıp iş tutanlar da vardır.
Kral öldü yaşasın şeyh!
İdeolojisi ne olursa olsun 20 sene öncesine kadar tarikatlar, cemaatler siyasi partiler için oy pusulası olarak görülmüş ve doğrudan veya dolaylı olarak ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Fakat iktidar tarafından ek uçak seferlerinin konulması, çakarlı araçların eşlik etmesi geçiştirilecek kadar yüzeysel bir konu değildir. Siyasetin şu zaman kadar tarikatlarla ilişkilerinin geldiğini son noktayı gösteren bu manzara, tarikatların devleti yönetmede söz sahibi veya en azından etkili olduklarını göstermektedir. Menzil tarikatının ölümüyle ortaya çıkan görüntüler, Türkiye gerçeğinde partiler döneminin de sonuna gelindiği, en popüler örgütlenmenin tarikatlar olduğunu ortaya koymuştur. Tarikatlara bu denli yoğun ilgi gösterilmesinin nedeni yalnızca dinselliğe bağlamak meseleyi yeterince açıklığa kavuşturmaz.
Kapitalizmin baskı şiddetini arttırarak toplumu her yönüyle kuşatması, kaynakların giderek tükenmesi ve buna bağlı yoksulluğun artması, değişen doğa dengeleriyle oluşan doğal afetler gibi birçok nedeni gösterebiliriz.
Tüm bunların da en doğal sonucu olarak ortaya çıkan beslenme ve barınma kaygısı gibi temel sorunların yöneticiler tarafından çözüme kavuşturulamamış olması veya bu yönde ciddi çalışmaların, önlemlerin alınmaması toplumda endişe ve kaygıya neden olmuştur. Böyle durumlarda toplumların bir kurtarıcı arayışına gireceği değişmeyen bir somut bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Karamsarlığın, korkunun, şiddettin, açlık ve sefaletin hüküm sürdüğü coğrafyada birey, düşünme ve sorgulama yetisini yitirerek dürtülerinin esiri olacaktır. Açlık ve barınma içgüdüsel bir eylem olduğundan bireyin önceliği de bu olacaktır. Aklın yerini dürtü aldığında bireyin dış dünyadan ilişkisini keserek kendi iç dünyasında ve sadece kendisinin inandığı doğruların peşinden gideceği de bilimsel bir gerçektir.
İşte bu ve benzer nedenler bireyi, bir kurtarıcıya, sığınacağı dingin bir liman arayışına itecektir. Bu da kuşkusuz dini referans edinmiş tarikat, cemaat gibi örgütlerdir. Mürit sayısı milyonları aşan tarikatların bu denli palazlanması ve mürit bulmakta zorluk çekmemesinin başlıca nedeni sıraladığım benzer örneklerdir.
Yapmış olduğum öngörülerim ancak birkaç yıl sonra teyit edileceğinden ilerleyen tarihlerde tarikatların STK statüsüne alınacağını ve hatta bütçeden ödenek ayrılacağını şimdiden söylemek yanlış bir tahlil olmayacaktır.
Tarikat gerçeğine bakmak yerine tövbe etti mi, yeni şeyh kim olacak acaba? Gibi meselenin biçimselliğine takılıp gerçeğin özünden kopan, kendi önünü dahi aydınlatamayan aydın bozuntuları şaşırmasınlar diye şimdiden hatırlatmış olayım.