Fırat Üniversitesi 2. Sınıf öğrencisi Enes Kara’nın kaldığı cemaat / tarikat yurdunun 7. katından atlayarak intihar etmesinin nedenini, intihar öncesi çektiği videodan öğrendik. Video da anlattıklarına göre ailesinin zoruyla yurtta tutuluyordu ki bu durumda ölümüne neden olanların baş sorumlusu ailesi, ikinci derecede ise teslim edildiği tarikat, cemaatti. Enes Kara’nın intiharı da öngörüsüz, yaşadığı ülkenin toplumsal gerçeklerinden bile uzak gedikli köşe tutucularından, ekran vaizlerinden tutun da dijital medyaya kadar kuyruğu uzanan papağanlar kadrosu için iyi bir malzemeydi. Bu önemli sorunu da en fazla iki gün içinde sakız gibi çiğnediler ve sonra da başka bir sakız daha ağızlarına attılar. Türkiye’nin kurumlarından tutun da aileye kadar sirayet eden yozlaşma ve çürümesinin onlar için bir önemi yoktur. Çünkü düzenin, sistemin kalıbına kolaylıkla girip şekil alabiliyorlardı.
Aynı kadro eveleyip, geveleyip sonunda sözü tarikatların kapatılmasına getirerek kendilerince mutlak çözümü bulmuşlardı. İdam yasasını kaldıran iktidardan idamı geri getirmesini talep eden bu kadro, yurtlarda, cemaat / tarikat izbelerinde taciz edilen, tecavüze uğrayan çocuklar için “bir kereden bir şey olmaz” diyen, Cumhuriyetin tüm kurumlarında tarikatların kadrolaşmasını sağlayan, kendi içinde birçok tarikat mensubuna bakanlık, vekillik payeleri veren zihniyetten şimdi de kapatılmasını talep ediyordu. Kuşkusuz Türkiye, en büyük ihaneti sözde aydınlardan, diplomalı cahillerden, din ekseninde ise özellikle de Nakşibendî ile onun kolları olan tarikatlardan görmüştür. Şeyh Said / Nakşibendî geleneğinin devamı olan Gülen tarikatını bu bağlamda dikkate aldığımızda, kendini hizmet hareketi gibi masum bir kılıfa sokmaya çalışan Nakşibendî gelenekçiliğinin nasıl bir tehlike ve tehdit oluşturduğunu anlamak hiçte zor olmayacaktır.
Nakşîler en önemli hamleyi Özal ile yaptılar
Türkiye’nin ciddi kırılma yaşadığı 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında iktidara taşınan Turgut Özal döneminde tarikatlar, özellikle de Nakşî geleneği hâkim tarikatlar önemli bir hamle yapmıştır. Emperyalizmin uygulamaya koyduğu “Türk-İslam Sentezi” projesinde Nakşî belirgindir. Daha önce DP ve AP içinde tarikatlar nispeten etkili iken, 12 Eylül darbesiyle devletin himayesinde partileşeme yoluna gitmişler, AKP döneminde ise yönetimde söz sahibi olacak derecede kurumların kılcal damarlarına kadar kadrolaşmışlardır. Turgut Özal ile partiler nezdinde daima oy deposu olarak görülmeye başlayan tarikatlar vakıf, okul, dernek, medya, dershane gibi her alanda kurumlaşmaya başlamışlardır. Kemalist devrime, laik cumhuriyete karşı ideolojik karşı devrimin yapıldığı kesindir fakat bu karşı devrim açıktan değil sessiz, gizli ve sinsice yürütülmüştür. Erbakan dönemine kadar sürdürülen Türk-İslam sentezi, Erbakan’ın düşürülmesiyle ortadan kaldırılmış yerine “Ilımlı İslam Sentezi”yle birlikte Nakşîbendi geleneği yönetimde söz sahibi olmuştur. Sünni kökenli tarikatların tamamının cumhuriyet aydınlığına ve M. Kemal Atatürk devrimine düşman oldukları bilinen gerçekler arasındadır. Ortak paydaları ve hedefleri de şeriat hükümlerinin hâkim olacağı halifelik, maraba, aşiret, kölelik düzenidir.
Siyasal İslam’ın ağırlıklı biçimi olan, Sünni-Nakşîbendi tarikatıdır. İngiliz işbirlikçisi Said-i Nursi’nin temsil ettiği Nakşîbendi geleneği günümüze başta Fethullah Gülen cemaati olmak üzere diğer fraksiyonlarıyla birlikte güncellenerek gelmiştir. Gülen cemaati Emperyalizmle ile ittifak halindedir ve bir nevi İslam dünyasının Evangelist tarikatı önderi konumundadır. Askeri darbenden sonra cumhuriyet tarihinde ikinci büyük kırılmanın başlangıcı olan 2002 seçimlerinde AKP, tekelci sermaye ve tarikatlar ittifakıyla iktidara taşınmıştır. Çünkü R.Tayyip Erdoğan’da aynı gelenekten yani Nakşîbendi tarikatının İskender paşa dergâhına mensuptur. İskender Paşa dergâhı aynı zamanda Amerikancılar ile batıcıların kolu ve savunucusudurlar. Nur tarikatı veya diğer adıyla nurcular da Nakşîbendi tarikatının diğer bir koludur. Nakşîciler yarı gizli çalıştıklarından, önceleri Ortadoğu’daki diğer örgütlerle bağlantıları ve örgütlenmeleri tam olarak bilinmiyordu ancak Ergenekon kumpası sonucunda tüm sırları ve ideolojik ilişkileri deşifre olmuştur. Bu bakımdan ABD’nin AKP ile sürdürdüğü ılımlı İslam projesi aslında Nakşî İslam’dır. Nakşî İslam projesi, başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika ülkelerinde Gülen tarikatı önderliğinde yürütülmektedir.
Kürtçü isyanlarda Nakşîciliğin rolü
Nakşîciliğin, Ortadoğu’nun gelişiminde Kürt fraksiyonunun rolü büyüktür. Denilebilir ki; Kürtçü ayaklanma dönemlerinden sonra ideolojik önderlik, Nakşî şeyhlerinin eline geçmiştir. Nehri İsyanı -1878, Şeyh Sait -1925, Bitlis/ Mutki -1927, Şeyh Ahmet Barzani -1930, Barzani / Talabani -1960, Turgut Özal -1980, hareketlerinde yine Nakşîbendi ideolojisi hakimdir. Nakşî tarikatının en büyük mirasçısı, Fethullah Gülen tarikatıdır. Şeyh Said ile Said-i Nursi mirasçılarından Cüneyt Zapsu, Abdülmelik Fırat, Zeki Ergezen, Hüseyin Can ve Mustafa Zeydan gibi isimler, Kürt Nakşîbendi ekolünün AKP içindeki temsilcileriydi. Cumhuriyet döneminde çıkartılan Kürt, ayrılıkçı isyanların en başında yer alan ve kendi adıyla anılan Şeyh Said, aynı zamanda Şeyh Said Palevi, Şeyh Said Pirani, Şeyh Muhammed, Said Nakşîbendi, Şeyh Said Efendi adlarıyla da anılır. Gerek Osmanlı dönemi ve gerek Cumhuriyet dönemi olsun, isyanların temelinde din, tarikat, aşiret işbirliği vardır. Hepsinin ortak paydası da bilime, sanata, özgürlüğe, uygarlığa düşman olduklarıdır.
İktidar-tarikat işbirliği Cumhuriyet devrimiyle kesintiye uğrasa da Atatürk’ün ölümünden hemen sonra yeniden palazlanmaya başlamışlardır. Bugün siyasi İslam’ın iktidar olması sanıldığının aksine bir tercih değil, iktidarların uzun süre yürütmüş olduğu din politikasının sonucudur. Bu gerçekler perspektifinden bakıldığında AKP’nin tarikat-hilafet ekseninde siyaset yapan selefi hareketi olduğunu görememek safdillik olur. Bu kadronun uygulamaları da tipik bir Vahdettin örneğini anımsatmaktadır. Türkiye’den kaçtıktan sonra San Romeo’ya yerleşen Vahdettin’in, Türkiye Cumhuriyet’i ve Atatürk düşmanı kimi Kürtçülerle ilişkilerinin olduğu ortaya çıkmıştır. Türk kurtuluş savaşında, emperyalizmle işbirliği içinde olanlar ve kısaca “Yüz ellilikler” olarak adlandırılanların arasında yer alan Kürtçü Mervanzâde Rıfat, bir yunan albayı ile birlikte Vahdettin’i San Romeo’da ziyaret etmiştir. Mervanzâde Rıfat, aynı zamanda Yunanistan ile birlikte Ankara’ya karşı bir anlaşma yapmış ve karşılığında Vahdettin’den para almıştır. Aynı zihniyetin devamı olan AKP, Nakşî ekolünün en örgütlü temsilcisi Gülen cemaatine istediğini vermiş, bunu da itiraf etmiştir. Durum böyleyken tarikatların kapatılmasını talep etmenin, sahra çöllerinde üç yapraklı yonca aramaktan öte bir anlamı yoktur. Siyasi parti ile tarikat sayısı ve siyasete etkisi dikkate alındığında Türkiye’nin devrimci ilkelerinden kopartılarak tarikat-hilafet ekseninde dönüştürülmesinin son aşamasına gelindiği görülecektir.