SOSYAL UYARI!

Volkan AYDEMİR

Malum gündemimiz seçim. Kıran kırana bir yarış ve seçim çalışması bekliyor adayları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanlığı da vatandaşlığı kadar kıymetlidir Türk Ulusu için.

Yazılarımda sürekli “Türk Ulusu” vurgusunu yapmam, kendisini bu ulusun içine bir türlü uygun göremeyip, batı orjinli liberalizmin gayri meşru sözde “Türkiyeli” deyimine sığınanlara ayar vermek içindir.

Aslında onlara karşı yine farklı söylemlerle bu fikrimi destekleyebilirim ama geniş midelerini, kendilerince uygar batı fikir dünyasından ithal ettikleri Ulusalcılık karşıtı, neo-liberal ve sözde demokrasi yanlısı teorileriyle öylesine doldurmuşlar ki bu güruhun Freud ve Bernard Shaw bile bilinç altlarını ve demokrasi tanımlarıyla, yıllar boyu medeniyet ve demokrasi görünümlü yumuşak güçlerle iğfal edilmiş nöron ve sinapslarını kurtaramaz.

Sizlerle paylaşmak istediğim diğer bir husus ise, günümüzdeki sosyal medya kullanıcısı bireylerin karakteristik eğilimi popülizme yöneldiği için, aykırı videolarla takipçilerinin asabi dengelerini zorlayıp kendilerine ağır hakaret ve küfür ettirmek sureti ile yeni bir ekmek kapısı açtıklarını görmekteyim. Öyle ki bu iş için neredeyse uzmanlaşıp çalışan avukatlar var.

Özellikle sosyal medyayı yoğun kullanarak her laftan kıllananlar için belirtmek isterim ki; niteliğine göre yazdığınız tehdit, hakaret ve küfür içeren yorumlar uzlaşma kurumu dahilinde veya olası mahkeme sonucunda size en az, yaklaşık otuz bin Türk lirasına mal olmaktadır.

Kışkırtma sonucu sizi gaza getirip kendisine küfür ettiren o kişi cebinizdeki paraya göz koymuştur. “Param çok” veririm deşarj olurum diyorsanız veya “dava adamıyım davam için otuz kırk bin lira feda olsun” diyorsanız yine belirtmek isterim hakaret suçtur!

Seçimle başlamıştık!

Adaylardan en ciddiyetsiz ve samimiyetsiz ama kendisine göre oy oranının yüksek olanını gördüğümde aklıma geçmişte yaşanan bir oda seçimi geliyor 90’lı yıllara gidiyorum:

Anadolu’nun şirin bir kentinde sarraf olan kahramanımızın egosu ve hanımının kıskançlığı ile başı biraz derttedir. İyi para kazanmakta ama kazancının duygu ve hayal dünyasına yüklemiş olduğu enerji, ilkel benliğinden ve yaşadığı zaman içinde komplekslerle kazandığı egosuyla eğlence sektöründe hovardalık yaparak baş başa kalamamaktadır.

O kentin kuyumcular odası başkanlığına aday olmanın bir yerde tatmin duygusunu doyuma ulaştıracağını düşünmektedir. Öyle ya eğitim yok, görgü desen nanay. Günümüze uyarlarsak sohbetlerine kazançlarındaki Quantum fiziği ile başlayıp malvarlığındaki uzay madenciliğinden falan söz ediyor.

Her kış yakacak kömürün bile zor bulunduğu devletin sübvanse ettiği yıllarda bu abimiz tabir yerindeyse krallar gibi yaşıyordu. Heyecanla beklenilen zaman gelip çatmış, Kuyumcular odası seçim sürecine girmiş, adaylar belli olmuştu. Gittiği her esnafta muzip bir pohpohlamayla karşılanan bu abimiz, karşısındaki ODTÜ mezunu kişisel ilişkileri ve sosyal yaşamı dengeli diğer adaya göre de ezici bir çoğunlukla önde olduğunu düşünüyor hayal gücü ve TV’lerde izlediği yabancı dizilerin etkisiyle her geçen gün seçim çalışmaları ve söylemlerinin dozunu artırıyordu.

1990 yılından söz ediyorum! bir ara yılın altı ayını kar, üç ayını ayazla geçiren şehirde açık havuzlu villa site yapmaktan falan bahsetmeğe başladı. Kendisine göre alacağı oyların etkisiyle Mahir bir başkan olacağı hayalini kurarak gözümüzün önünde seçim sonrası ağır bir depresyonla atlatacağı bir sürece girmişti.

Gözümüzün önünde adamın psikolojisi bozuldukça bozuluyordu ama günümüze kıyasla, garip figürlerle dans etmiyordu, karakteristik olarak daha ciddiydi. Seçim günü gelip çatmış, divan oluşumu, gündem, gerekli prosedürler sonrası kapalı yapılan oylama tamamlanmış sıra açık tasnif ve sayım işine gelmişti. Yaklaşık otuz beş oy kullanılmış olup açılan her zarftaki pusulada tercih edilen adayın ismi okunarak hükümet komiseri ve sandık kurulunca tahtada karşı tarafın hanesine yazılıyordu. Seçim sonucunda karşı taraf otuz dört oy alıp zafer kazanmıştı.

Sadece kendi oyunu alan abimiz, sinkaflı küfürlerle salondan çıkıp o zamanlar yeni almış olduğu dijital göstergeli bordo renkli arabasına binip ayrılmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam yaklaşık altı ay kimseyle konuşmamış yine esnaf arkadaşlarının ziyarete gidip gönlünü yapmalarıyla kendisine gelmişti.

Kapitalizmin henüz hayatımıza çok dahil olmadığı ahde vefa ve hatırşinastlığın yoğun olduğu yıllardı.

Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini, yüksek lisansını henüz bitirip tezini yazıp savunmayı bekleyen siyaset bilimi uzmanı adayı olarak. Siyasi aktörleri sürekli takip ediyorum. Dört adayın üçü vatandaşa hitap edecekleri platforma gayet ciddi seçim havasında çıkıyorlar. Konuşmaları ve projelerini bir ağırbaşlılık ve saygınlıkla olması gerektiği gibi anlatıyorlar. Ama bir tanesi var ki ayak üstü komedi ve şov yapmaya çıkıyor sanki.

Şahsı için birşey hissetmese, kendisi için toplanan yüz bin imzaya saygı duyar insan. İzlediğim kadarıyla öyle bir gayret içinde de değil.

Buradan sayın Cumhurbaşkanı adayını ve kitlesini ciddiyete davet ediyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanlığı adaylığı, en az Cumhurbaşkanlığı makamı kadar ciddi olmayı gerektirir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti birinci Cumhurbaşkanı o adayın da dilinden düşürmediği, Cumhuriyetimizin kurucusu, Türk Ulus devleti fikir babası
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.

KALIN SAĞLICAKLA!

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.