Bosna Hersek'in Srebrenitsa şehrindeki Potoçari'de 11 Temmuz 1995’te yapılan katliamın yıl dönümünde yazılanlar, soL Haber Portalı ile Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan'ı karşı karşıya getirdi.
Önce 11 Temmuz'da soL Portal'da, "Bir NATO sevdalısı ve Nazi yandaşı: 'Bilge kral' Aliya İzzetbegoviç..." başlıklı bir analiz yazısı yayımlanarak, gazeteci Ali Örnek'in 2010 yılında soL'da yer alan yazısına yer verildi.
Ali Örnek yazısında, "Ancak İzzetbegoviç anılacaksa, iki özelliği göze çarpıyor: Hem Nazi işgali, hem NATO işgali sırasında ülkesine ihanet etmiş olması" ifadelerini kullanırken, İzzetbegoviç ile ilgili olarak ise, "Sırp komutan Mladiç ve ordusu Srebrenitsa'ya ilerlerken, İzzetbegoviç bu kentteki birliklerine çekilin emri verdi. Bu yüzden de Srebrenitsa polis şefi ve kentteki Boşnak Birlikleri'nin komutanı tarafından 'katliama göz yummakla' suçlandı" dedi.
Söz konusu yazıda, milliyetçiliğin getirdiği katliamlar hatırlatılırken, "İzzetbegoviç'in ABD ve özellikle Suudi Arabistan tarafından finanse edildiği, emrindeki askerlere bu ülkeler tarafından silah sağlandığı biliniyor. Dahası Afganistan'da bulunan 4 bin kadar 'Mücahit' bu amaçla kendi emrine sunuldu, Bosna Hersek'e getirildi ve özellikle burada bulunan Sırp nüfusa karşı etnik bir temizlik başlatıldı" diye ifade edildi. Yazıda ayrıca, "Sunulanın aksine İzzetbegoviç kendisine model olarak Türkiye'yi değil, Pakistan'ı alıyordu ve ona göre Mustafa Kemal, İslam davasına ihanet etmiş bir haindi ancak Türkiye ile kendisini bağlayan şey, İslami geçmiş değil, ABD yandaşlığı oldu. Mücahit transferinde kullanılan Türkiye'deki İslami odaklar ise 'bilge kral' propagandasının en önemli unsurları ve Yugoslavya İç Savaşı'nı 'Müslüman Boşnaklar ve Hristiyan Sırplar' denklemine çekmeye özen gösteriyorlar" diye belirtildi.
YENİ ŞAFAK YAZARI TEPKİ GÖSTERDİ
Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan ise, dünkü yazısında, Aliya İzzetbegoviç'e sahip çıkarak, soL'daki analiz yazısını eleştirdi.
Kılıçarslan, "Aliya’yı Nazi ve NATO’cu olmakla suçlayan ve neresinden baksan 'rezalet' denilebilecek analizde düşülen en büyük hata son zamanlarda yaygın olarak gördüğümüz 'romantik Titoculuk'" derken, "Aliya’nın Nazi ve NATO’cu olduğu iddiaları yeni değil elbette. Sırpların ve 'emperyalistlerle iş tutmaya bayılan' bir takım haysiyetsiz Boşnak liderlerin yıllardır çiğnediği bir sakız bu. Boşnak halkına 'İslâmî ve millî bir şuur vermekten' başkaca hedefi olmayan Aliya için de beklenir bir şey bu iftiralar" dedi.
Kılıçarslan, "Sol haber portalının solcularını önümüzdeki yıl 11 Temmuzda Srebrenitsa’ya götürelim bence. Bizi Saraybosna’dan Srebrenitsa’ya götüren otobüsün camlarından dışarıyı seyretsinler. Yol boyunca beşikteki çocuğundan ayağı çukurda yaşlısına kadar binlerce Sırp faşistin 'kafa kesme işareti' yaptığını görünce; Srebrenitsa’da yaşayan Sırpların yemedikleri halde gün boyu 'soykırımı kutlama amaçlı olarak' domuz çevirdiklerine şahit olunca belki de Titoculuk zannettikleri şeyin neye benzediğini anlarlar. Anlamasalar da en azından denemeye değer" diye belirtti.
SOL'DAN YANIT GECİKMEDİ
SoL Portal ise, Kılıçarslan'ın yazısına, "İsmail Kılıçarslan’a: Okurlarınız okumadığı için utanmıyorsunuz" başlıklı bir yazı kaleme alarak madde madde yanıt verdi...
Titocu eleştiri için, "soL’un Titoculuğu konusu Kılıçarslan’ın bir başka yalanıdır. Siyasal hattımız ve birikimimiz 'Titoculukla' yaftalanabilir gibi değildir. Fakat bunun ötesinde hedef aldığı yazıda Tito ve Tito Yugoslavyası (belki de gereğinden fazla) soğukkanlılıkla anılmaktadır" denilerek, Ali Örnek'in metnindeki cümleler hatırlatıldı.
SoL'daki yazıda, Kılıçarslan için, "Srebrenitsa’da bir dolaşıp, eski Yugoslavya topraklarına yayılmış mezar taşlarına göz gezdirip yaşanmış acıları bir düşünüp utanması gereken gerçekleri yazan soL yazarları değildir. 'Biz ne yaptık, nasıl bir alçaklığın parçası olduk' diye düşünmelerini beklemiyoruz ama soL’a ucuz 'duygu sömürüsü' ile sataşanlar okurlarının okumazlığına bu kadar güveniyorsa yazmayı da bırakmalıdır. Onların okurlarına da biz okuturuz" ifadeleri kullanıldı.
İşte önce soL'da çıkan o analiz yazısı:
"Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde aralarında en kanlısının Srebrenitsa olduğu çok sayıda katliam yaşandı. ABD ve Almanya başta olmak üzere emperyalist ülkelerin de kışkırtmasıyla milliyetçiliğin tırmandığı Yugoslavya’da 1990’lı yılların başında çıkan iç savaş, Batılı güçlerin farklı grupları silahlandırmasıyla hızla tırmanmıştı. Bu süreçte gerçekleşen katliamların birçoğu birbirine düşmanlık besleyen Sırp, Boşnak, Hırvat ve Arnavut milliyetçiler tarafından gerçekleşirken, bazı katliamlar tarihe karanlık yönleriyle geçti. Bunlardan biri de Srebrenitsa katliamıydı.
1995 yılında Yugoslavya iç savaşı esnasında gerçekleştirilen Srebrenitsa katliamı bugün Sırp ordusunun vahşeti olarak biliniyor. Ancak katliam Batılı ülkeler için Yugoslavya'nın parçalanmasına giden yolda, kontrolün Birleşmiş Milletler'den (BM) NATO'ya geçmesini sağlayan en önemli "adım" oldu. Bugün Srebrenitsa’da Sırpların katliam yaptığını söyleyenlerin yanı sıra, olayın karanlık noktalarına işaret edenler de bulunuyor. Katliamı Sırpların yaptığını iddia edenler de BM’nin Sırplara göz yumduğunu iddia ederek Avrupalı güçleri suçluyorlar.
NATO üyesi ülkeler 1 hafta kadar sürdüğü söylenen Srebrenitsa katliamı sırasında sessizliğe bürünmüş, bazılarının katliam sırasında bu ülkede BM çatısı altında askerleri olduğu halde olayları izlemekle yetinmeleri pek çok soru işareti uyandırmıştı. Ayrıca yine aynı ülkeler Srebrenitsa bölgesindeki insanlara yardım ulaştırmamış kampta kalan mültecilerin bir kısmının susuzluk nedeniyle ölmesine göz yummuşlardı.
Sırplar Srebrenica'ya saldırılarını sıklaştırdıklarında, daha önce silahları toplanan Müslümanlar silahlarını geri almak için başvurduklarında Hollandalı komutanın bu talebi geri çevirdiği söyleniyor. Hollandalıların, barış gücünün havadan müdahale edeceği iddiasına rağmen birkaç F-16 uçuşu dışında Srebrenitsa’ya müdahale edilmedi. Hollandalı askerler de yine soru işaretlerini güçlendirecek şekilde bir emirle kenti boşalttılar.
Sırp komutan Mladiç ve ordusu Srebrenitsa'ya ilerlerken, NATO yanlısı İzzetbegoviç bu kentteki birliklerine çekilin emri verdi. Bu yüzden de Srebrenitsa polis şefi ve kentteki Boşnak Birlikleri'nin komutanı tarafından "katliama göz yummmakla" suçlandı.
İşte bu İzzetbegoviç, yıllardır "Bilge Kral" olarak göklere çıkarılıyor, Türkiye'de AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından sürekli övülüyor.
Srebrenitsa'nın yıl dönümünde adı bir kez daha gündeme gelen ve iki gün önce de Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından mezarı başında ziyaret edilen Aliya İzzetbegoviç'in kim olduğunu ve hangi işlere imza attığını bir kez daha hatırlatıyoruz.
Ali Örnek'in 21 Ekim 2010'da soL'da yayımlanan yazısı:
"Bilge Kral" lakabının yakıştırıldığı İzzetbegoviç, dincilerden liberallere birçok yazar tarafından sahiplenildi. Bu hafta ülkemizin çeşitli yerlerinde de İzzetbegoviç'i anma etkinlikleri düzenleniyor. Ancak İzzetbegoviç anılacaksa, iki özelliği göze çarpıyor: Hem Nazi işgali, hem NATO işgali sırasında ülkesine ihanet etmiş olması.
"Bilge kral" yakıştırmasından önce İzzetbegoviç, Yugoslavya'daki kanlı iç savaş sırasında "Boşnakların lideri" olarak tanıtıldı. 1925 doğumlu olan İzzetbegoviç, 16 yaşındayken Boşnaklar arasında faaliyet yürüten "Genç Müslümanlar" örgütüne üye oldu. Genç Müslümanlar Örgütü Aliya İzzetbegoviç'in siyasi geçmişinin hemen her dönüm noktasında ortaya çıkacak olan, faaliyetlerini 1949 yılındaki açık silahlı isyanın ardından yeraltına indirmiş ve bir Büyük İslam Devleti ideali etrafında birleşen İslamcılar'dan oluşan bir örgüttü.
II. Dünya Savaşı Yılları'nda Nazilerin işgali altındaki Hırvatistan'da kurulan işbirlikçi Ante Pavliç yönetiminin destekçileri arasında birçok Genç Müslüman Örgütü üyesi gibi Aliya İzzetbegoviç de yerini alacaktı. Pavliç'in Ustaşeleri Nazi işgaline direnen Tito liderliğindeki Partizanlara, direnişi destekleyen özellikle Sırp halkına, Çingenelere ve Yugoslavya Yahudileri'ne yönelik katliamları organize ediyordu. İzzetbegoviç II. Dünya Savaşı yıllarında esas hizmetini Naziler tarafından desteklenen Sırbistan'da kurulmuş olan General Milan Nedic'e sunacaktı. Nedic'in Çetnikleri tıpkı Ustaşeler gibi Nazi işgaline direnenlere yönelik savaş açmış ve kimi katliamları icra etmişti. İzzetbegoviç ile, bugünlerde Türkiye'de tartışmalarda sıklıkla lanet okunan Sırp milliyetçisi Çetnikler'in ortak geçmişiydi bu.
İzzetbegoviç'in mensubu olduğu Hançer örgütü, Naziler'in 13. SS Tümeni olarak biliniyordu. Hırvatistan'daki Yahudilerin etnik temizliği ve Saraybosna'daki Sırp katliamları bu birliğin eseriydi. Hançer Macaristan'daki Nazi yanlısı rejimi desteklemek için bu ülkede de kullanıldı. II. Dünya Savaşı'nın ardından ulaşılan belgeler, Genç Müslümanlar'ın bu birliğin oluşturulmasında kullanıldığını, dahası, Abwehr ve Gestapo gibi Nazi istihbarat örgütü için çalıştıklarını ortaya koydu.
Aslında İzzetbegoviç 20 bin Boşnak gibi, dönemin Kudüs Müftüsü Emin el Hüseyini'nin çağrısına uymuştu. İzzetbegoviç bu yıllardaki ortaklığını İslam davası için komünistlere karşı direnmek olarak sunsa da Hançerler sadece anti-komünist değil, anti-semitist, ırkçı bir çizgiyi benimsemişlerdi. Ustaşe ve Çetnik destekçisi olan İzzetbegoviç bu suçlarının cezasını Tito önderliğindeki Yugoslavya'da 3 yıl hapis cezasıyla atlattı. Zira Tito yönetimi, II. Dünya Savaşı sırasında özellikle Boşnaklar ve Hırvatların Nazilerle işbirliğine gittiği gerçeğini unutturmak, yeni bir kardeşlik ve birlik dönemi başlatmak istiyordu. Bu nedenle İzzetbegoviç gibiler üstünkörü yapılmış soruşturmalarla göstermelik cezalar aldılar.
İSLAMİ DİKTAYI ARZULUYORDU
İzzetbegoviç'in şüphesiz II. Dünya Savaşı yıllarında oluşturduğu öğretisi, özellikle Yahudi düşmanlığı vurgusuyla öne çıkıyor. Öte yandan İzzetbegoviç'in 1970'li yıllarda ilan ettiği, "İslami Beyan" adlı programında şu ifadeler yer alıyor: "Müslümanların çoğunlukta bulunduğu ülkelerde İslami düzeni tesis etmek için silahlı ve politik bütün yollara başvuran bir mücadelenin oluşturulması". İzzetbegoviç'in aynı programda yer verdiği bir diğer vurgu ise "İslami olmayan hiçbir kuruluşla işbirliğine gidilmemesi, İslami düzenin tek program olarak kabul edilmesi".
Yugoslavya Savaşı'ndan hemen önce Sırp lider Slobodan Miloseviç'in Yugoslavya'nın çok kültürlü yapısına dikkat çektiği ve milliyetçiliğin bu birlikteliğin düşmanı olduğunu ilan ettiği 1989 yılı konuşması çokça tartışıldı. Bu konuşmadaki kimi cümleler kasıtlı olarak önplana çekilerek Sırp liderin bir tür Sırp tiranlığını arzu ettiği iddia edildi ancak aynı odaklar 1970'deki programı benimseyen İzzetbegoviç liderliğindeki Boşnakların, Bosna-Hersek gibi farklı inanç ve kültürlerin de bulunduğu bir yerde İslami düzeni dikte etmesini ve hiçbir gayr-i müslim kuruluşla işbirliği yapılmayacağına yönelik programını nedense hasır altı etti. Oysaki Yugoslavya İçsavaşı'na yönelik NATO rolünü ön plana çıkaran Diana Johnstone, Edward S. Herman gibi yazarlar İzzetbegoviç'in diğer kültürleri yoksayan politikalarının Bosna-Hersek için büyük bir trajediye zemin hazırladığını vurguluyorlar.
İzzetbegoviç'in 1970'li yıllarda ortaya attığı programının en büyük destekçisi elbette Müslüman Gençler örgütünün eski üyeleriydi. Bu üyeler İzzetbegoviç Müslümanların Demokratik Hareket Partisi'ni (SDA) Yugoslavya İç Savaşı'nın arefesinde kurduğunda yine onun yanında yer alacaklardı. İzzetbegoviç'in bağımsız Bosna'sının yönetici kademelere atadıkları da yine Naziler'e hizmet ettikleri dönemdeki ortakları oldu.
BOŞNAKLARI ATEŞE ATIYOR
İzzetbegoviç'in Yugoslavya İç Savaşı konusundaki tutumu ise tek kelime ile özetlenebilir: ABD yandaşlığı. Öyle ki İzzetbegoviç, Bosna-Hersek'in bağımsızlığı konusunda kendisine yardımcı olan Avrupa Birliği ülkelerini bile Dayton anlaşması sırasında yarı yolda bırakarak, Miloseviç'in aksine çözüme ayak sürüdü ve ABD'nin açık müdahalesi için uygun ortamın oluşturulmasını sağladı. Bill Clinton'un "bizim savaşımız adalet için" demesi veya Times Dergisi'nin "Sırpları hizaya getirmek" şeklinde başlık atabilmesi için gereken sivil katliamlarda da İzzetbegoviç'in ortaklığı bulunuyor.
Sırp komutan Mladiç ve ordusu Srebrenitsa'ya ilerlerken, İzzetbegoviç bu kentteki birliklerine çekilin emri verdi. Bu yüzden de Srebrenitsa polis şefi ve kentteki Boşnak Birlikleri'nin komutanı tarafından "katliama göz yummmakla" suçlandı. Yüzlerce Boşnak'ın yaşamını yitirdiği Srebrenitsa katliamı ise Batı basını tarafından bir anda gündeme getirilerek, ABD'ye Yugoslavya'ya doğrudan müdahale için gerekli meşruiyeti vermiş oldu. Aslında Srebrenitsa katliamı Yugoslavya İç Savaşı sırasında Almanya ve ABD tarafından desteklenen Hırvatlar ve Boşnakların Sırplara yönelik katliamlarının da yer aldığı büyük bir trajedinin parçasıydı. Ancak bu trajedide, Boşnaklar Hırvatların, Hırvatlar Boşnakların suçlarını unuttu. Bu sular Batı basınında konu edilmedi. Srebrenitsa ise birçok batılı ülkenin temsilcileri tarafından anılmaya devam ediliyor.
Esasında İzzetbegoviç Bosna-Hersek'in bağımsızlığını ilan ettiği dönemde Sırp-Hırvat Savaşı devam ediyordu ve bu nedenle kendisi "ihanet" ile suçlanacaktı. Kendisinin bu tutumunun tek özeti ise Boşnak halkını ateşe atmaktı. Bağımsızlık bugün, Bosna-Hersek halkının aldığı meşru bir karar olarak duyuruluyor. 1992 yılında yapılan halkoylamasında çıkan bağımsızlık kararı, sadece ülkedeki Boşnaklar'ın aldığı bir karardı. Oysaki Yugoslav Anayasası açıkça, böylesi bir kararın ancak bölgede yaşayan üç ulus olan Hırvat, Boşnak ve Sırplar tarafından alınabileceğini belirtiyordu.
Üstelik iç savaş boyunca İzzetbegoviç bütün Boşnaklar tarafından da desteklenmedi. 1993 yılında Fikret Abdiç liderliğindeki Bihaç bölgesi Boşnakları da İzzetbegoviç'e karşı çıkmış, ancak bunun bedelini ağır ödemişlerdi. İzzetbegoviç liderliğindeki Mücahitler ve özellikle Atıf Dudakoviç liderliğindeki birlikler batı Bosna'da katliamlara imza attılar. Batı Bosna'da yaşanan bu trajedi, İzzetbegoviç'in Boşnakların lideri olduğuna yönelik iddiayı ciddi biçimde sarsıyor. Bu nedenle Abdic'in 1991 seçimlerinde Bosna Hersek'in liderliğine gelmesi unutturularak kendisi sadece "Sırpların desteklediği lider" olarak tanıtılıyor.
İzzetbegoviç'in ABD ve özellikle Suudi Arabistan tarafından finanse edildiği, emrindeki askerlere bu ülkeler tarafından silah sağlandığı biliniyor. Dahası Afganistan'da bulunan 4 bin kadar 'Mücahit' bu amaçla kendi emrine sunuldu, Bosna Hersek'e getirildi ve özellikle burada bulunan Sırp nüfusa karşı etnik bir temizlik başlatıldı. Bunun yanı sıra, Atıf Dudakoviç'in komutasındaki güçleri birçok savaş suçuna imza attı, ancak bu konuda açılan mahkemelerden somut kanıtlara rağmen kurtuldu.
ORTAKLARI ONU AKLIYOR
İzzetbegoviç'in en önemli destekçisi ise Türkiye. İzzetbegoviç'i bağımsızlık konusunda cesaretlendiren Türkiye Suudi Arabistan tarafından koordine edilen Mücahitlerin transferini üstlenirken, yine Türkiye'de bulunan Boşnaklar bu savaşta İzzetbegoviç'i desteklemek için kışkırtıldılar.
Sunulanın aksine İzzetbegoviç kendisine model olarak Türkiye'yi değil, Pakistan'ı alıyordu ve ona göre Mustafa Kemal, İslam davasına ihanet etmiş bir haindi ancak Türkiye ile kendisini bağlayan şey, İslami geçmiş değil, ABD yandaşlığı oldu. Mücahit transferinde kullanılan Türkiye'deki İslami odaklar ise "bilge kral" propagandasının en önemli unsurları ve Yugoslavya İç Savaşı'nı "Müslüman Boşnaklar ve Hristiyan Sırplar" denklemine çekmeye özen gösteriyorlar."
İşte Yeni Şafak yazarının söz konusu yazısı:
"Aliya’yı severim. Hem de çok severim. Bazı yazarlarını “ekstra dikkatle” takip ettiğim “sol.org.tr” isimli haber portalının, üstelik Srebrenitsa Soykırımı’nın yıldönümünde, “skandal ötesi” denilebilecek bir analize imza attığını görünce Aliya’yı niçin sevmem gerektiğini bir kez daha anlamış oldum.
Aliya’yı Nazi ve NATO’cu olmakla suçlayan ve neresinden baksan “rezalet” denilebilecek analizde düşülen en büyük hata son zamanlarda yaygın olarak gördüğümüz “romantik Titoculuk.”
Evet, Tito bence de “son tahlilde başarılı sayılabilecek” bir yönetimle ülkesini hem Avrupa-ABD, hem de Rusya vahşiliğinden korumayı başarmış; bir dönem Yugoslavya ekonomisini dünyanın üçüncü büyük ekonomisi haline getirmiş bir sosyalist liderdir. Bu yanıyla “Müslümanlara fazladan düşmanlığını” bile, Sırplara sürekli alan açan “yarı dikta yönetimi”ni bile sineye çekebiliriz bir yere kadar.
Ama yahu, Tito’nun ölümüyle birlikte Sırpların yaptığı “etnik milliyetçiliği” solculuk, hatta Titoculuk saymak nereden çıktı Allah aşkına? Sırpların hayali “birleşik Yugoslavya” değil “büyük Sırbistan” idi. Hiç mi tarih okumadınız? Hadi o rezalet yazıyı “çırpıştıran” editörünüz bu işlerden hiç anlamıyor diyelim. Yahu aranızdan biri çıkıp “Titoculuk romantizmi yapmışsınız ama Sırplar bildiğin faşist amaçlarla hareket etti o dönem. Slovenler ve Hırvatlar arkalarına bile bakmadan o yüzden bağımsızlık ilan ettiler” demedi mi? Sırpların berbat ve leş “Ortodoks Rusçuluğunu” bizim solcuların “sosyalizm” zannetmesini gerçekten aklım almıyor.
Aliya’nın Nazi ve NATO’cu olduğu iddiaları yeni değil elbette. Sırpların ve “emperyalistlerle iş tutmaya bayılan” bir takım haysiyetsiz Boşnak liderlerin yıllardır çiğnediği bir sakız bu. Boşnak halkına “İslâmî ve millî bir şuur vermekten” başkaca hedefi olmayan Aliya için de beklenir bir şey bu iftiralar.
İlk cümlem sol portala. Balkanlarda etnik milliyetçiliği, Suriye’de mezhepçiliği savunmak solun bütün değerlerine ihanet etmek manasına gelir. Bir gram fazlası değil.
İkinci cümlem ise Srebrenitsa Soykırımı üzerine. Evet, Aliya, hatıralarında da detaylı şekilde anlattığı gibi, Srebrenitsa’da bir yanlış yapmıştır. O yanlış, Birleşmiş Milletlerin 600 Hollandalı askerin garantörlüğünde “güvenli bölge” ilan ettiği bir şehirde böylesi bir soykırıma müsaade etmeyeceği yönünde geliştirdiği inançtır. Bana sorarsanız Srebrenitsa Soykırımı, Belgrad ile arasında 80 kilometre kalmış Boşnak ordusunu “savaşı bitirmeye ikna etmenin” en kanlı yöntemidir. O aşağılık Birleşmiş Milletler ile o gerzek NATO, Boşnaklar 3 yıl boyunca öldürülürken değil de Bosna ordusu Belgrad’a yürüyebilecek düzeye geldiğinde durdurmuşlardır savaşı. Memleketin solcuları bari bu kadarını bilip anlayaydı iyiydi.
Sonun sonu: Sol haber portalının solcularını önümüzdeki yıl 11 Temmuzda Srebrenitsa’ya götürelim bence. Bizi Saraybosna’dan Srebrenitsa’ya götüren otobüsün camlarından dışarıyı seyretsinler. Yol boyunca beşikteki çocuğundan ayağı çukurda yaşlısına kadar binlerce Sırp faşistin “kafa kesme işareti” yaptığını görünce; Srebrenitsa’da yaşayan Sırpların yemedikleri halde gün boyu “soykırımı kutlama amaçlı olarak” domuz çevirdiklerine şahit olunca belki de Titoculuk zannettikleri şeyin neye benzediğini anlarlar. Anlamasalar da en azından denemeye değer."
İşte Yeni Şafak yazarına yanıt veren soL'daki o yazı:
"Srebrenitsa katliamının yıldönümünde bir portre yazısı yayımladık. Daha doğrusu bir portre yazısını kısa bir güncel sunum bölümü ekleyerek tekrar yayımladık. Aliya İzzetbegoviç hakkındaki bu portre yazısı 2010 tarihinde Ali Örnek tarafından kaleme alınmıştı.
Portre yazısı diyoruz ama genişçe bir tarihsel dönemden noktasal kesitleri Aliya İzzetbegoviç üzerinden alan bir yazıydı.
Yazıya çok saldıran oldu.
İyidir. Zayıf tarafları olduğu için herkesin üzerine çullandığı bir eksik üretimle, can yaktığı için hedef alınan bir “entelektüel şiddet” unsurunu ayırd edebiliyoruz çok şükür.
Çok saldırdılar, çünkü canlarını yaktı yazı.
Saldıranların ortak yanı ise şuydu: Ya yazıyı okumamışlardı, ya da yazıyı can havliyle okuduktan sonra çıkarttıkları vaveylaya kulak veren okurlarının yazıyı okumayacağını varsayıyorlardı.
Dün Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan eklendi bu “tatavacı” düşünce teröristlerine.
Yazdıklarına bakınca soL’daki yazıyı okumamış olması lazım diyebiliyoruz. Öte yandan bu ihtimal zayıf. “Bazı yazarlarını ‘ekstra dikkatle’ takip ettiğini” söylediği soL’a saldırırken malzemesini iyice bir gözden geçirmeden buna kalkışması, bir gerici yazara bile yakışmayacak bir amatörlük olurdu.
Geriye tek bir ihtimal kalıyor.
Kılıçarslan, “Balkanlarda etnik milliyetçiliği, Suriye’de mezhepçiliği savunmak solun bütün değerlerine ihanet etmek manasına gelir” diyerek karaladığı soL’da yer alan yazıyı kendi okurlarının okumayacağını varsaymış olmalıdır.
Uzatmayacağız. Hızlıca Kılıçarslan’ın acıklı çırpınışlarını yanıtlayalım.
Srebrenitsa katliamının yıldönümünde soL portal sayfalarında yer açtığımız haber yazısı Sırpçı filan değildir. Bu utanmazca bir yalandır.
Sadece ilk paragraf, bunu ortaya koymaya yeter:
Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde aralarında en kanlısının Srebrenitsa olduğu çok sayıda katliam yaşandı. ABD ve Almanya başta olmak üzere emperyalist ülkelerin de kışkırtmasıyla milliyetçiliğin tırmandığı Yugoslavya’da 1990’lı yılların başında çıkan iç savaş, Batılı güçlerin farklı grupları silahlandırmasıyla hızla tırmanmıştı. Bu süreçte gerçekleşen katliamların birçoğu birbirine düşmanlık besleyen Sırp, Boşnak, Hırvat ve Arnavut milliyetçiler tarafından gerçekleşirken, bazı katliamlar tarihe karanlık yönleriyle geçti. Bunlardan biri de Srebrenitsa katliamıydı.
soL’un Srebrenitsa katliamının yıldönümünde bu yazıyı yayımlamasının katliamın kurbanlarını hedef aldığı iması da bir başka yalandır. Üstelik kendi yazısında Srebrenitsa katliamında İzzetbegoviç’in NATO güçlerine güvenerek büyük bir hata yaptığını söyleyen, böylece soL yazısında yer alan katliamdaki kayıpların sorumluluğuna İzzetbegoviç’in ortak olduğu önermesini destekleyen Kılıçarslan’ın tavrı ayrıca utanmazcadır. Kılıçarslan’ın soL yazısını karalamak için uydurduğu cümleler dışında yazıyı destekleyen çokça itirafı vardır.
soL’un Titoculuğu konusu Kılıçarslan’ın bir başka yalanıdır. Siyasal hattımız ve birikimimiz “Titoculukla” yaftalanabilir gibi değildir. Fakat bunun ötesinde hedef aldığı yazıda Tito ve Tito Yugoslavyası (belki de gereğinden fazla) soğukkanlılıkla anılmaktadır.
O da şu cümlelerde:
Ustaşe ve Çetnik destekçisi olan İzzetbegoviç bu suçlarının cezasını Tito önderliğindeki Yugoslavya'da 3 yıl hapis cezasıyla atlattı. Zira Tito yönetimi, II. Dünya Savaşı sırasında özellikle Boşnaklar ve Hırvatların Nazilerle işbirliğine gittiği gerçeğini unutturmak, yeni bir kardeşlik ve birlik dönemi başlatmak istiyordu. Bu nedenle İzzetbegoviç gibiler üstünkörü yapılmış soruşturmalarla göstermelik cezalar aldılar.
Son olarak anlamazdan gelenlere, “okurlarımız zaten okumaz” diyerek garip özetlemeler yapanlara, gözü dincilik ve milliyetçilikle körleşmişlere tekrar anlatalım:
Yugoslavya’yı önce bir yangın yerine sonra da paramparça edilerek sömürgeleştirilen bir ülke kalıntısına dönüştüren provokasyonlar, Arnavut, Hırvat, Sırp ve Boşnak milliyetçiliklerinin kışkırtılması ile gerçekleştirilmiştir.
Yugoslavya’da Sırp unsurunun başlarda kendisini oldukça deforme olmuş bir sosyalist birliğin koruyucusu olarak görmesi de bu provokasyonda çok sınırlı bir yarar sağlamıştır. Tersine sosyalizmin meşruiyetini istismar eden Sırp milliyetçileri provokasyona güç vermiştir.
Anti komünist islamcıların NATO köpekliği karşısında kefil olacağımız sosyalizmle karışmış bir Sırp milliyetçiliği olsaydı, böyle bir şey görseydik, en azından şu kuşkucu soruyu ortaya atardık: Halkların birliğini ve sosyalizmi savunanların aynı zamanda milliyetçi olması mümkün mü?
Bu soruya olumlu bir yanıt verebilseydik, Kılıçarslan’ın bize yakıştırdığı şey doğru olurdu ve biz de itiraz etmezdik.
Ama karşıtı doğrudur: NATO köpekliğini meziyet bellemiş islamcıların, halkların acılarını başkalarına hatırlatmaya hiç hakkı yoktur. Srebrenitsa’da bir dolaşıp, eski Yugoslavya topraklarına yayılmış mezar taşlarına göz gezdirip yaşanmış acıları bir düşünüp utanması gereken gerçekleri yazan soL yazarları değildir.
"Biz ne yaptık, nasıl bir alçaklığın parçası olduk” diye düşünmelerini beklemiyoruz ama soL’a ucuz “duygu sömürüsü” ile sataşanlar okurlarının okumazlığına bu kadar güveniyorsa yazmayı da bırakmalıdır.
Onların okurlarına da biz okuturuz."
SİYASETCAFE.COM