H. HÜMEYRA ŞAHİN
University of London, The School of Oriental and African Studies
Geçtiğimiz günlerde genç bir delikanlı ile sohbet ediyoruz, çocukluktan gençliğe adım atmak üzere olan ve dünyada neler olup bittiğine dair meraklı bir genç. O sorular soruyor, ben cevaplıyorum. Söz dönüp dolaşıp kendi benlik algısına geldi. Kendini nasıl tanımladığını sordum, bağlayıcı olabilecek hiçbir yönlendirme yapmadan. ‘Vicdanlı’ dedi. Bu tanımlamayı neye göre yaptığını sorunca ‘sadece kendimi düşünmüyorum ve dünyadaki her şey beni ilgilendiriyor’ dedi.
Bir çocuğun/gencin kendini ‘vicdan’ üzerinden tanımlaması ve dünyadaki her şeyin kendisini ilgilendirdiğini düşünmesi, ilginç ve irdelenmeye değerdi. ‘Dünyadaki her şeyin seni ilgilendirmesi yorucu değil mi?’ diyerek şeytanın avukatlığını yaptım. ‘Ama insanız’ dedi.
Örnek vermesini istedim ve kendini neden böyle tanımladığını sorularla irdeledim. Önce ‘karakterim böyle’ dedi. ‘Karakterini ne şekillendirdi?’ sorusuyla sohbetimiz derinleşti. Neyin onu vicdanlı bir insan yaptığını sordum. Elbette bunun cevabını vermek kolay değildi. Bir süre hayatındaki sahneleri gözünün önünden geçirmiş olmalı, sustu. Ya da sorularımdan sıkılmış da olabilirdi. Ergenlik döneminde bu kadar soru belki de fazlaydı. 1-2 dakika elindeki telefona kafasını gömdü. ‘Sanırım annemle babamın bize öğrettikleri’ dedi. ‘Biz her akşam yemeğinde bir konuyu konuşur, tartışırız’ diye de ilave etti.
‘Mesela dün akşam ne konuştunuz?’ dedim. ‘Enerji savaşlarını’ dedi. İçinde savaş kelimesi geçen her kelime o yaştaki delikanlıların ilgisini çekiyor olmalıydı.
‘Dün akşam küçük kardeşim enerji savaşları nasıl yapılır, kılıçla mı?’ diye bir soruyla geldi sofraya’ dedi. 8 yaşındaki bir çocuğun enerji savaşlarını sofraya bir soru olarak getirmesi de irdelenmeye değerdi aslında ama konuyu delikanlının özelinden çıkarmamak adına ona girmedim.
Beni asıl ilgilendiren, enerji savaşları hakkında bilgi düzeyinde bir gündemin çocukta bir duyguya nasıl dönüştüğü idi. Gerisini delikanlıdan dinledim. Annesi kardeşlerinin ve kendisinin anlayacağı şekilde enerji meselesini anlattıktan sonra söz dünyada her şeyin sınırlı olduğuna, birtakım imkânlara bazı insanların ve ülkelerin sahip olabildiğine, Afrika’ya ve nihayetinde insanın elindeki imkânları çok dikkatli kullanması gerektiğine gelmiş. Tasarruf konusu zaten aile sofralarında hep konuşulurmuş. Hatta delikanlının küçük kardeşlerinden birisi yerli yersiz odaların ışığını kapatıyormuş evde israf olmasın diye. ‘Dünyada açlık çeken insanların var olduğunu, bedenimizin, çevrenin bize emanet olduğunu ve hepsine çok iyi bakmamız gerektiğini biz hep bu akşam sofralarında öğrendik’ dedi.
Vicdan tanımlamasının ardındaki bu düşünceler belki onun da zihninde ilk defa şekilleniyor, böylesine formüllere dönüşüyordu. Bir yemek sofrasının çocukların sadece karnını değil, zihnini ve ruhunu nasıl doyurduğunu delikanlı üzerinde gördüm. Belli ki, çocuklar anne-babanın aynasında kendilerini inşa etmişler, anne-baba da çocukların üzerindeki insanlık hırkasını ilmek ilmek örmüştü. Sofraları bir okula dönüştürmek, eğitimi kalıplara, kurallara değil, ölçülere bağlamak ve sürece yaymak… Bir çocukta vicdanı bir kimliğe dönüştüren belki de bunlardı.