Bir doktor düşünün ki hastayla hastalığı birbirinden ayırt edemesin. “Hiç öyle şey olur mu” diyeceksiniz. Neden olmasın? Mesela siyaset söz konusu olduğunda çoğu zaman hasta ve hastalık hep birbirine karıştırılır. Siyasi tarih politikacıların hastalığı yok etme adına hastayı ortadan kaldırdığına dair sayısız örneklerle doludur. Hatta daha kurnazları hastayı toplumdan tecrit ederek hastalığı da ortadan kaldırdığına inanır. Sonuçta hastalık toplumun değişik katmanlarında var olmaya ve yayılmaya devam eder.
Yüzbinlerin, hatta milyonların üst üste yaşam sürdürdüğü, büyük kentler kurulduğundan beri insanlık büyük hastalıkların esiridir. Toplumlar salgın hastalığa tutulmuş gibi ekonomik-siyasi krizlere girer. Enflasyon tansiyon gibi fırlar, dövizin ateşi yükselir, menkul ve gayrı menkul değerler savunması zayıflayan bir vücut gibi çöker. Toplum aklını yavaş yavaş kaybeder. Gerçekliğe dayanmayan kutuplaşmalarda boğulur. Edebiyatı, sanatı, kültürü zayıflar; nefessiz kalır. Heyecanını, umudunu, sevdasını yitirir; kalbi çalışmaz. Bir bünyeyi sayısız hastalık sardığında ne olursa o topluma da aynısı olur: Ya hastalığa teslim olur ve nihayetinde ölür ya da hastalıkları yenebilecek bir reçeteye sahip bir doktor sayesinde ayağa kalkar.
Modern çağın politikacıları çözmeye yeltenemeyecekleri her sorunu kendilerinden uzak tutarak zaman dolduruyor. Sanki görevleri hastalığın belirtilerini görünmez, gündelik hayatta hissedilemez hale getirmekten ibaret. Oysa öyle bir çağda yaşıyoruz ki dün televizyonda gördüğümüz şeyin kapımızda belirmesi an meselesi.
Şu yaşlı Avrupa’nın haline bakın: Kuzeyinde Ukrayna, Güneyinde Libya, Tunus yanıyor. Suriye’deki yabancı istilası, terör yuvaları yüzünden milyonlar yola dökülmüş. Bulabildikleri çözüm, Türkiye’ye para verip göç akımını durdurmak. Diğer yandan Yemen cephesinden Irak’a daha çok silah satarak verdikleri parayı çıkarmakla meşguller. Bu, cehennemi yaratıp ateşinde ısınmaya benziyor.
Geçenlerde Bolivya Devlet Başkan Yardımcısı muhalefeti eleştiriyordu. Muhalefetin hiçbir geçerli programa sahip olmadan Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales düşmanlığı yaparak iktidara gelmeye çalıştığını söylüyordu. Türkiye nere Bolivya nere! Dünya gerçekten yuvarlakmış ve muhalefet her yerde aynı durumdaymış.
Bir başka Latin Amerika ülkesi Nikaragua’da birden ayaklanma patladı. Başkan Daniel Ortega’ya karşı içinde sağcısından solcusuna, işadamlarından rahiplere herkesin olduğu büyük bir cephe ortaya çıktı. Fakat bunlar arasında ideolojik-politik bir ortak payda bulunmuyor. Eylemlere ne bir lider ne de bir parti önderlik ediyor. Hiçbirinin elinde ülkenin nasıl daha iyi olacağına dair bir program bulunmuyor. Varsa yoksa “Ortega gitsin”. Herkes bir demokrasi söylemi tutturmuş: hangi birine inanalım kiliseye mi, Amerikancılara mı, işadamlarına mı, solcu geçinenlere mi? Ortega ilerleyen yaşı sebebiyle bir süre sonra koltuğu doğal olarak bırakacak. Peki o gittiğinde ülkeyi ileriye taşıyacak programa sahip bir lider; daha adil bir bölüşüm, daha halkçı bir ekonomi yaratmaya ve halkı daha çok yönetime katmaya aday bir siyasi oluşum var mı? Ortega’nın gitmesinin ABD’ci cepheyi güçlendireceği ve yerine gerçek anlamda neoliberal bir diktatörlük kurulacağı belli. Öyleyse “gemisini yürüten kaptan” mı demek yoksa Nikaragua gemisini kurtaracak bir kaptan mı aramak lazım?
Günümüzde uzun vadeli ilerleme programları yapan birkaç ülke kaldı. Eskiden olduğu gibi toplumlar çağdaşlık seviyesinde birbirini geçmek için çaba sarf etmiyor. İnsanlar tüketebildikleri sürece sorun olmadığını düşünüyor. Böyle olunca bütün iktidarlar “iktidarda kalma” programı uyguluyor. Muhalefet de “muhalif görünmek”ten başka bir şey yapmıyor. Sorunlara köklü çözümler üretmek, gerçek alternatifler yaratmak yerine belli ezberleri tekrar ediyor. İktidar kişiselleştikçe muhalefet de o kişiye kadar daralıyor. Sonuçta gemi batıyor.
Bundan kırk yıl önce insanlar siyasete daha saf duygularla müdahil olurlardı. Fakat ezildikçe siyasete ve kendilerine olan güvenlerini kaybettiler. En sonunda kişisel çıkar ve beklentiler siyaseti esir aldı. Artık muhalefetiyle iktidarıyla siyaset hasta. Medya tükenmiş, sermaye korkak, bürokrasi kirli, emekçiler birbirine düşman.
Çare önce hasta ile hastalığı ayırt etmekte. Sonra doğru reçeteyi uygulamakta…