Hayati Hamzaoğlu, Türk Sineması’nın esmer, babayiğit, pala bıyıklı, iri kemer burunlu, heybetli ‘kötü adamı’ydı. Biraz telaşlı görünmesine karşın, kendisinden son derece emin, siyah takım elbiseli mafya üyesi/patronu tiplemesine ‘cuk diye oturuveren’di. Doğuştan sinema oyuncusu sayılabilirdi. ‘Sert, öfkeli, korkusuz, vurduğunu deviren’ karakterlerin değişmeyen adamıydı.
Hamzaoğlu, arkadaşlarıyla Beyoğlu’nda gezerken keşfedildi. Bir dönemde İstiklal Caddesi, Yeşilçam için yeni yüzlerin/isimlerin belirlendiği ‘açık podyum’un adıydı. Nice film şirketi sahibi, senarist, rejisör, kısacası sinema adamı, Cadde-i Kebir’in ‘kerametine’/uğuruna inanırdı. Neriman Köksal da ünlü caddenin kaldırımlarda yürürken sinemaya kazandırıldı. Hayati Hamzaoğlu’nun başına da aynı/benzer olay geldi. 1950’li yılların kötü adam tiplemesiyle ünlü aktörü Sadi Karan - Kameraman Sertaç Karan’ın babası! -, Beyoğlu’nda genç Hamzaoğlu’na rastladı.
Uzun boylu, bıçkın tipli, topuklarına basılı iskarpin giyen gençle ilgilendi. Tipini ve fiziğini beğendi. Halini hatırını sordu, sonra meramını/merakını beyan etti. - 1954’ün Ekim ayıydı. Şiddetli soğuk kıştan ötürü Boğaz’ı - Karadeniz’den gelen! - devasa buz parçaları kaplamıştı. Cumhuriyet Bayramı tatili olmasından ötürü işyerleri kapalıydı. Hamzaoğlu da arkadaşlarıyla Pera turuna çıkmıştı. - ‘Sinema ile ilgilenir miydi? Daha önce bir film çalışması olmuş muydu? İsterse, şu anda çekimi süren yapımda küçük rol alabilirdi. Kısacası kendisini sinema için uygun görmüştü. Sektöre girişine yardımı dokunabilirdi.’
Erol Taş ve bir arkadaşı ile...
- Hamzaoğlu’nun İlk Yevmiyesi 2,5 Liraydı… -
Genç Hamzaoğlu sevindi ve şaşırdı. Bir röportajında duygularını anlatacaktı: ‘Sadi Karan’ı filmlerinden tanırdım. Daha önce yüz yüze görüşmemiştim. Cihangir’de bir kuyumcuda çalışıyordum. İyi sinema seyircisi sayılabilirdim fakat işin mutfağına girmemiştim. İlgimi çekti ve öneriyi kabul ettim: ‘Evet, oynayabilirim!’
Ertesi gün, Bahçeköy yolundaki Abrahampaşa Çiftliği’nde kurulu sete gitti. Süavi Tedü’nün senaryosunu yazdığı ve yönettiği ‘Köyün Çocuğu’ filmiydi. Başrol oyuncuları Suzan Yakar, Fatma Andaç ve Toygar Belevi’ydi. Mümtaz Ener diğer önemli roldeydi. Film ekibi çalışmaya başlamamıştı. Bir figüran bekleniyordu. Hemen Hamzaoğlu’na rolü anlatıldı. Kendisine giysiler - bir kasket, bir şalvar! - verildi ve hazırlanması istendi.
Sonra da çuvallar dolusu gübre taşıttırıldı. ‘Küçük ‘cast’ın var, birkaç karede görüneceksin, figüranlık yapacaksın,’ demelerine kızdı. Akşama kadar gübre çuvallarını bir yerden başka yere götürdü. Saman balyalarını sırtlandı. ‘Küçümsendiğini’ düşündü ve zoruna gitti. Akşam bastırınca da 2,5 lira tutarındaki yevmiyesini verdiler. 5 metal 50 kuruştan oluşan günlük çalışmanın tutarı… Ama genç Hamzaoğlu parayı kabul etmedi. Normal hayatta daha fazlasını kazanıyordu. Gösterdiği tepkili tavrı, yönetmen Süavi Tedü’yü şaşırttı.
Sette ünlü kişilerle tanışması, spot ışıklarının cazibesi, rejisörün yönlendirici komutları hayatının akışını değiştirdi. Daha önce hiç düşünmemesine karşın aktörlük aklına düştü. Beyaz perdenin büyüsüne kapıldı. İşini bıraktı, Yeşilçam Sokağı’nı mesken tuttu. Film şirketlerinin yazıhanelerini, setleri adres edindi. Ne yapıp edip kamera karşısına geçecek, anlık da olsa perdede görünecekti.
1956 yazına kadar beklemesi gerekecekti. O yıl, Aydın Arakon’un yönettiği ‘Tuzak Oteli’ adlı filmde, - Başrollerini Turan Seyfioğlu, Neriman Köksal, Necla İz, Atıf Kaptan, Settar Körmükçü ve Feridun Çölgeçen paylaşıyordu! - küçük rol aldı. ‘Neriman Köksal’ın fedaisiydi ve kısa diyalogta sesini de paylaşacaktı.’ Sabrı meyvesini vermeye başlamıştı. Kararlı şekilde yürüyecek ve ismini bütün Türkiye’ye duyuracaktı.
Hamzaoğlu şöhretin zirvesinde iken
- İlkokuldan Sonra Eğitimini Sürdüremedi… -
Hayati Hamzaoğlu, gözlerini Trabzon’da açtı. 5 Mart 1933’de, yoksul ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. 1942’de, 9 yaşındayken ailesiyle İstanbul’a göç etti. Hayat mücadelesine, ekmek kavgasına 11’inde girişti. Ancak ilkokulu tamamlayabildi, ortaokula gidemeyecek kadar fakirdi. Kunduracıda çıraklık, döküm atölyesinde amelelik, kuyumcuda kalemkârlık - kıymetli metallerin üzerine yazı yazan, motif çizen kişi! - yaptı. Yaşamın yükünü sırtlandı. Ailesinin geçimine yardım etmeye çalıştı. Son işinde başarılıydı ve ehven sayılacak ücretin de sahibiydi.
Ama 1954’ün Ekim ayındaki karşılaşma hayat serüvenini sil baştan değiştirecekti. Bir röportajında, ‘Ben sinemaya öylesine gönül verdim ki, onur meselesi yaptım. Kendi kendime söz verdim: Sokaklara adımı yazdıracağım, dedim. Anne evladını nasıl severse, ben de filmciliği öyle sevdim,’ diyecek ve beyaz perde tutkusunu anlatacaktı.
1957’de, Muharrem Gürses’in yönettiği ‘Yayla Kızı Gül Ayşe’de iş bulabildi. Önemli rolleri Deniz Tanyeli ve Suat Taner’in paylaşıyordu. Hamzaoğlu’nun filmde küçük görevi vardı. ‘Filmde sevdiği güzel kızla evlenmeye çalışan çobanın başından geçenler anlatılıyordu.’ - Gürses, aynı filmi, aynı isimle, 1969’de yeniden çekti. Nebahat Çehre ve Demir Karahan başrollerdeydi! -
1957’nin sonuna kadar iş bulamadı. Beklemek, işsiz kalmak moralini bozmadı. Turgut Özatay, ‘Hata / Bırakın da Ağlayalım’ filminin rejisörlüğünü yapıyor ve başrolünde oynuyordu. - Hasan Oktay’ın ‘Hata’ adlı romanının sinemaya uyarlamasıydı! - Gülistan Güzey öteki flaş isimdi. İbrahim Solmaz, Hadi Hun ve Özen Tutucu diğer mühim imzalardı. Hamzaoğlu kısa süreli de olsa perdede göründü.
Karnını doyuramasa, ailesine istediği şartları sağlayamasa da sinemayı yaşam biçimi/meslek haline getirdi. Ekmek parasını kazanmak için çeşitli işyerleri açtı. Kendi açıklamasına göre, ‘Üç kahve, bir meyhane, bir lokanta ve bir kundura atölyesi çalıştırdı ve kapattı.’ ‘Film teklifi alınca iş yerlerimi kapattım hep… Bu sinemaya saygımdan ve sevgimden kaynaklanıyordu…’
Hayati Hamzaoğlu
- ‘Kötü Adam’ Tiplemelerinin Aranılan İsmi Oldu… -
Sabrın sonunda beklediği çorbaya kavuştu. 1958’de yükselişi yakaladı. Bazı sinema yazarlarına bakılırsa, ‘1958, Hamzaoğlu için patlama yılıydı!’
‘Beraber Ölelim’de Ayhan Işık, Belgin Doruk, Atıf Kaptan, Nubar Terziyan gibi en meşhur isimlerle kamera karşısına geçti. ‘Kanser hastası sevdiği kızı kurtarmak için çare ararken istemeden bir soyguna karışan gencin hikâyesi konu ediliyordu.’ Yapımcı ve yönetmen Osman Fahir Seden’di. Senaryo yazarı Sadık Şendil’di.
İlk önemli rolünün etkisi hemen görüldü. Sami Ayanoğlu, bizzat ziyaretine geldi. ‘Doksan Dokuz Mustafa’da başrol teklif etti. Kendisine Gönül Bayhan eşlik edecekti. Hikâye, ‘evli ve 2 çocuklu kumaş tüccarı ile güzel şarkıcı arasındaki yasak aşkı’ anlatıyordu.
Aynı yıl, dönemin ünlüleri Zeki Müren, Sezer Sezin, Nilüfer Aydan, Sadri Alışık ve Atıf Kaptan’ın oynadığı ‘Altın Kafes’de belirgin role sahipti. Filmin senaryosunu Sadık Şendil yazdı. Yönetmen koltuğunda yine Osman F. Seden oturdu. ‘Filmde ünlü şarkıcı olacak şoförün - Zeki Müren! - kalbini çalan fakir güzel kız ile zengin sosyetik hanım arasındaki aşkı’ dramatize ediliyordu.
Hamzaoğlu, sesini son derece başarılı kullanırdı. Dayak atması/yemesi, telaşlı hali ve azalıp çoğalan sinirli - kontrol edebildiği! - görüntüsüyle çizdiği farklı tiplerle sinemada yer edinirdi/ilgi görürdü. Kemerli burnu, pala bıyıkları, bakışlarıyla muhataplarını korkuturdu. Değişik portresi ile ‘kötü adam’ karakter(ler)ine yeni ismi ekledi.
Hayati Hamzaoğlu ve Nil Göncü Kuyu filminde
- Metin Erksan’ın Desteğini Gördü… -
1961’de, diğer iki meşhur kötü adamla ‘Ölüm Kayalıkları’ filminde buluştu. Erol Taş ve Hüseyin Baradan’la yan yanaydı. ‘Bir köye gelen genç adamın üstüne atılı suçtan kurtulmasının öyküsünde başarılı portre çizdi.’ Abartısız, günlük rutinini tekrarlayan çizgiyi tutturdu. Filmi Fikret Uçak yönetti.
Türk Sineması’nın en önemli yönetmenlerinden Metin Erksan’ın dikkatini çekti ve yardımını gördü. ‘Dokuz Dağın Efesi/Çakıcı Geliyor’da çoban rolündeydi. En büyükçe sayılmasa da, uzun, etkileyici kompozisyonu vardı. Fikret Hakan, Çakıcı Mehmet Efe’yi oynadı. ‘Babası öldürülen Çakıcı Efe’nin intikam almak için dağa çıkışı’ anlatılıyordu. Yılmaz Gruda, Kadir Savun, Erol Taş, Saadettin Erbil, Hayri Esen ve Serpil Gül’ün performansları başarılıydı.
Hamzaoğlu’nun Yeşilçam’da tutunması ve sinemada ismini kalıcı kılmasında Metin Erksan ve Yılmaz Güney’in etkisi yadsınamazdı. Özellikle Güney ile sıkı, samimi ve dayanışmacı dostluk ilişkisi kurdu. Tanıştıklarında Hamzaoğlu daha ünlü sayılabilirdi. Güney, Atıf Yılmaz’ın asistanıydı. Yılmaz, 1961’de, ‘Kızıl Vazo’ adlı filmi çekecekti. Güney de filmin kadrosundaydı. Ama beklenmedik olay yaşandı. Yılmaz Güney, memleketi Adana’da mahalli gazetede yazı yayınlamış, hakkında soruşturma açılmıştı. Sonra da hapse mahkûm edilmiş ve İstanbul’da tutuklanmıştı. Rolünü Hayati Hamzaoğlu’na verdiler. ‘Sönmezoğlu’nu canlandırdı. Muvaffak da oldu.
Pervin Par ve Cüneyt Arkın ile Cehennem Arkadaşları filminde
- Bir Dönem Yılmaz Güney’in Kader Arkadaşıydı… -
Yıllar sonra - Yılmaz Güney hapisten çıkmıştı! - yine karşılaştılar. Güney, Hamzaoğlu’nu tanıdı, tokalaştılar. 40 yıllık dost gibi samimiyeti sürdürdüler. Arkadaşları kavileşti. Birlikte çok sayıda film yaptılar. Hamzaoğlu’nun yorumlamasına göre, her film büyük olay oldu ve ses getirdi. Bir röportajında, ‘‘İkinizi de Mıhlarım’, ‘Aç Kurtlar’, ‘Ağıt’, ‘Acı’ ve birçok film işte… Ancak Yılmaz Güney’le oynadığım için Yeşilçam’ın pek çok firması bana iş vermezdi. Ambargoluydum işte… Ama pişman değilim…’ diyecekti.
‘Neler yapmadı ki Yılmaz… Ona boşuna ‘Kral’ demediler. Başlangıçta ona karşı tavır alan yönetmenler, yapımcılar bile sonunda üstünlüğünü/ustalığını kabul ettiler. ‘Yılmaz’ı figüran oynatmam!’ diyen yapımcı vardı, adı lazım değil. Bir gün film setine gelip Yılmaz’a at hediye etti. Yılmaz da ‘Ben, jokey değilim arkadaş,’ deyip almadı.’
Türk Sinema Tarihi’nin bilinen bir yazarına göre Hamzaoğlu’nun asıl yükselişi, Orhan Elmas’ın yönetmenliğini üstlendiği, yapımcılığını Tanju Gürsu’nun - 1964’de! - yaptığı ‘Duvarların Ötesi’ydi. Filmde ‘Halıcı Sadık’ karakterini canlandırdı. Seyircilerin takdirini kazandı, kendisine hayran bıraktı. Filmin sonunda ayakta alkışladığına ilişkin haberler basında yayınlandı. Filmdeki rol arkadaşları arasında Belgin Doruk, Tanju Gürsu, Erol Taş, Danyal Topatan, Ali Şen, Feridun Çölgeçen ve Atıf Kaptan bulunuyordu.
Hamzaoğlu, tür ayırmadan önerilen her filmde oynamaya çalıştı. 1960’lı yıllar yükselişini sağladı, uğurlu geldi. Ödüller kazandı. Tam 80 film afişine ismini yazdırdı.
1965’de ‘Üçünüzü de Mıhlarım’ ve 1968’de ‘Beyoğlu Canavarı’nda yine Yılmaz Güney ile kamera karşısındaydı.
Sezer Sezin ile bir filmde
- Kuyu Filmi İle Zirveye İmzasını Attı… -
1968’de, Metin Erksan’ın çektiği ‘Kuyu’ ile zirveye oturdu. ‘Güzeller güzeli Fatma’ya sahip olmak için her türlü kötülüğü yapan Osman’ rolündeydi. Filmin diğer başrol kadın oyuncusu - Yeşilçam’ın talihsiz, bağırsak düğümlenmesinden hayatını yitiren, 19 yaşındaki güzeli! - Nil Göncü idi.
‘Kuyu’daki başarılı performansından ötürü, 1969’da Adana Altın Koza Film Festivali, ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı.
Yılmaz Güney ile birlikteliği yeni filmler ve ödüller getirecekti. 1968’de, ‘Seyyit Han - Toprağın Gelini’de ‘Haydar Bey’i canlandırdı. 1969’da, ‘Aç Kurtlar’da ‘Kara Aziz’i oynadı. Aynı yıl çekilen ‘Bir Çirkin Adam’da ‘Abbas’ karakteriyle ustalığını ispatladı. Filmdeki performansı ile 1970 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘En İyi Yardımcı Oyuncu Ödülü’nü hakkıyla aldı.
Üst üste 2 ödüle sahip oldu fakat ambargoya uğradı. Filmlerindeki rolleri, Yeşilçam’ın genel geçer şablonlarına aykırıydı. Aşırı eleştirel ve sorgulayıcıydı. Bir yılı aşkın süre işsiz kaldı. Kapısını çalan çıkmadı.
Yılmaz Güney’le ortak pek çok anıya sahipti. Bir tanesi ‘Seyyit Han’ın yapımı sırasındaydı. Film, Adana’da çekiliyordu. İpek Palas’ta kalıyorlardı. Bir akşamüstü otele döndüler. Güney lobiye geçti, Hamzaoğlu odasına çıktı. Aşağıya indiğinde, lobi karışmıştı. İncirlik’te görevli 3 Amerikalı asker ellerini kaldırmış, Güney’in önünde put gibi duruyordu. Çirkin Kral’ın elinde tabancası vardı. Oldukça da sarhoştu. Hamzaoğlu araya girdi. Hemen elindeki silahı aldı. ‘Ne yapıyorsun?’ diye sordu. ‘Bana güldüler. Bunları vurmam gerek!’ cevabı karşısında - az kalsın! - küçük dilini yutacaktı.
Hamzaoğlu, Güney’in insan yanını sevdi. Kendi beyanına göre, politik yapısı üzerinde durmadı. Gazeteci Yüksel Şengül’e verdiği röportajda - ünlü Hafta Sonu gazetesinde yayınlanan! - Yılmaz Güney’i sürekli frenlediğini, koruyucu kalkan vazifesi yapmaya çalıştığını söyleyecekti.
Nebahat Çehre ile bir filmde
- Yılmaz Güney’i Frenlemeye Çalıştı… -
Ürgüp Göreme’de, ‘Ağıt’ı çekerken de bir felaketin eşiğinden dönülmüştü. Akşam içkili meyhanede eğleniyorlardı. Birkaç masa ötede de mülki idareciler oturuyordu. Çok geçmeden Emniyet Amiri de içeriye girdi. Aynı anda Yılmaz Güney belinden tabancasını çıkardı. Tavandaki ampule nişan alıp ateş etti. Lambanın kırılan parçaları, Emniyet Amiri’nin önüne düştü. İçeride buz gibi hava esti. Hamzaoğlu hemen ayağa kalktı, özür diledi: ‘Film çekiyoruz. Tabancalarımızı denemek istedik,’ dedi. Sonra ortalık yumuşadı. Masalar birleştirildi, birlikte içmeye geçildi. Yöre yöneticileri anlayışlı davranmıştı.
Filmlerinde hep ‘kötü adam’ı canlandıran Hamzaoğlu, - kendi beyanına göre! - gençliğinde kavga etmiş, silah taşımış, hatta kullanmıştı. Ama kimseyi yaralamamıştı. ‘Gerçek hayatta da sinemada canlandırdığı tip(ler)e yakın çizgi tutturdu.’
‘Kötü adam’ tiplemesine heyecan/sürekli takip modu getirdi. Rolü iyi canlandırmak için coşku gerekliydi. Başrol oyuncusu, kötü adam(lar)a hayat veren jönü/jönleri filmin sonuna kadar dövüyordu. Seyirci de hiç heyecanlanmıyordu. Oysa Hamzaoğlu farklı ve dominant portre oluşturdu. Güney’le oynadığı bütün filmlerde dişe diş mücadele sergiledi. Kendi deyimiyle, ‘Film boyunca kafasını ezerdi!’ Finale gelindiğinde, seyirci nefesini tutup sonu merak ederdi. Kolay pes etmez, son kareye kadar direnir, en nihayetinde yenilirdi.
Güney ile birlikteliği - 1971’de! - ‘Acı’ ve ‘Umutsuzlar’, ile - 1972’de! - ‘Ağıt’da da sürdü. ‘Ezene karşı ezilenin yanında duran, bozuk düzeni sorgulayan senaryoları sinemaya taşıdılar.’ Fakat soruşturmalara ve polis takibatına uğradılar. Mahkeme kapılarını kendilerine durak eylediler.
Gönül Bayhan ile Doksan Dokuz Mustafa filminde
- Tatar Ramazan Hayatının Rolüydü… -
Hamzaoğlu, Yılmaz Güney’e son dönemde kırıldı/kırgındı. ‘Yedi Belalılar’da adı öne çıkarılmamıştı. Kurgu ve kasta destek vermişti. Ama afişlerde ismine rastlamadı. Kendi beyanına göre, çok üzüldü ve araları açıldı. Bir süre küs kaldılar. Sonra araya giren dostları vasıtasıyla barıştılar.
Güney ile birlikte çektiği filmleri hep gururla hatırladı/yâd etti. Güney’in Fransa’da 47 yaşında mide kanserinden ölümü haberine çok üzüldü. Mezarının vatana getirilmesi tartışmalarını gereksiz buldu. Hatta karşı çıktı.
Yine bir röportajında, ‘Tatar Ramazan’ filminde oynama önerisi geldiğinde duyduğu heyecanı anlatırken gözleri yaşaracaktı:
‘Üç yıl aradan sonra ‘Tatar Ramazan’ filminde ömrümce beklediğim rol teklifi gelince, oturdum sevincimden ağladım… Bu, ‘Abdurrahman Çavuş’ tipiydi. Kerim Korcan’ın romanını yıllar önce okumuştum. ‘Abdurrahman Çavuş’ büyülemişti. Beyazperde de canlandırmayı düşledim. Sonunda Melih Gülgen uygun görmüş, teklif etti. Hiç düşünmeden, ‘Evet!’ dedim.’
Hamzaoğlu’nun gönülden istediği rol, 1991’de, Antalya Altın Portakal Film Festivali, ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nü getirecekti.
Nil Göncü ile Kuyu filminde
- Kazandığı Para İle Kıt Kanaat Geçinebildi… -
1964’de, ‘Anadolu Çocuğu’ filminin çekiminde yaralandı. Bir değirmen basılacak ve içindekilerle dövüşülecekti. Hamzaoğlu, bir grup - rol için uygun görülmüş! - hamal ile kapışacaktı. Ama rakipleri vazifeyi gerçek sandı. Set savaş meydanına döndü. Taraflar birbirlerine olanca sertlikleriyle girdiler. Bu arada da Hamzaoğlu’nun beli kaydı. 6 ay evinde kalıp yatakta dinlenmesi gerekti. Şiddetli ağrılar çekti. Sancılar azalsa da arada bir yoklamayı sürdürdü.
Hamzaoğlu’nun diğer şanssızlığı da, gardırobunun fakirliği/yetersiz görülmesi idi. Bazı rolleri istenilen kostümlerinin olmayışından alamamıştı. Kazandığı para mahduttu. Karnını zar zor doyurabiliyordu. Yeni giysiler satın alabilme imkânı yoktu. Yine Hamzaoğlu’nun ifadesine göre, ‘Sinema, yalnız fizik ve kabiliyet değildi. Aynı zamanda gardroptu!’
Hayati Hamzaoğlu, 42 yıllık sinema serüveninde 200’den fazla filmde rol aldı. Çoğunlukla da kötü, kanun dışı adam(lar)ı oynadı. Bazen köyde bir güzelin peşindeydi. Bazen şehirde çeten üyesi, bazen de soygun yapan kanun kaçağıydı.
‘Tatar Ramazan’ filminin çekimleri sırasında akciğer kanserine yakalandığını öğrendi. Sigortası yoktu. Sosyal güvenceye kavuşabilmek için çabaladı. ‘Yeşilçam’da tarih yazan binlerce isimli/isimsiz oyuncu kendi kaderine terk edilmişti!’ 1989’da, 56 yaşında, dönemin Sosyal Güvenlik Bakanı İmren Aykut’un destek ve yardımıyla emeklilik hakkını kazanabildi.
- Hayatının Son Döneminde Hastalıklarla Boğuştu… -
Meslek hayatının son yıllarında yoksulluk ve hastalıklarla uğraştı/boğuştu. Akciğer kanseri ile 11 yıl mücadele etti. Yalova’dan İstanbul’a kemoterapi için gelip gitti. Beynindeki urlardan kurtulmak için 2 defa ameliyata alındı. Kanser, akciğerden diğer organlarına yayılma istidadı göstermişti. Şekeri yüksekti. Bastonsuz adım atamıyordu. Zorlukla yürüyordu. ‘106 kiloydum dalyan gibi. Ben yürürken yollar sallanırdı. Şimdi yürümeden sallanıyoruz,’ diye dert yanacaktı.
Tedavisi sırasında kapısını kimse çalmadı. Sadece çocukluk arkadaşı, işadamı Osman Cevahiroğlu’nun desteğini görecekti. Hamzaoğlu kendi durumunu açıklarken, ‘Kazandığımızı yedik içtik. Olmayana dağıttık. Kimi zaman sattık harcadık. Bununla birlikte gençliğimizi de heba ettik. Hastalıklarımız da sinemadan!’ diyecekti.
Mütevazı emekli maaşıyla İstanbul’da yaşaması çok zordu/imkânsızdı. Yalova’ya, kiralık bir eve yerleşecekti. Daha sonra da, Bülent Ecevit’in başbakanlığı döneminde, Kültür Bakanlığı’nın desteği ile küçük bir dairenin - 2 oda, 1 salon! - sahibi olabilecekti. Ama mutluluğu kısa sürdü. Ağustos 1999 Depremi’nde evi yıkıldı, Hamzaoğlu ve ailesi hayatlarını zor kurtarabildi.
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı - CHP’li! - Bekir Kumbul, Hayati Hamzaoğlu’na yardım elini uzattı. 1999’da, Altın Portakal Film Festivali’nde ‘Yaşam Boyu Onur Ödülü’ alması için şehrine davet etti. Gönlünü de kazandı: Kendisine ömür boyu oturabileceği dayalı döşeli daire hediye etti.
Televizyonlardaki son görüntüsü yürek burkuyordu. Gözlerinin oyukları derinleşmişti. Yanakları içine çökmüştü. Vücudu iskelete dönmüştü. Zorlukla adım atabiliyordu.
Nihai isteği: Sağlığına kavuşup birkaç film çekebilmekti. Ama düşündüğü finali oynayamadı. 15 Nisan 2000’de, mütevazı evinde son nefesini verdi. Ölüm raporuna, ‘Akciğer kanserinden vefat etti!’ yazıldı. Antalya’da toprağa verildi. Cenaze töreni sadeydi. Cüneyt Arkın, Serdar Gökhan, Selda Alkor, Güzin Özipek ve Mine Soley gibi rol arkadaşları yanındaydı.
Hamzaoğlu 2 evlilik yaptı. Her eşinden birer oğul sahibi oldu.
Filmlerindeki dublâjlarının büyük çoğunluğu Saadettin Erbil’e aitti. Erbil, Hamzaoğlu’nun beyazperdedeki sesiydi.