Çok şükür parayla imanın gösteriş malzemesi yapılmadığı zamanları da yaşadık. Biz pazarda su, öğretmenimiz limon satardı. Ama bu onun toplumdaki yerini asla zedelemez hatta daha değerli hale getirirdi. Zira öğretmenlerimiz birer emekçiydiler ve eğittikleri halk çocuklarıyla aynı hayatı yaşarlardı.
Şimdilerde para kimdeyse en çok imanlı o görünüyor; fikir ve idealleri ise kimin temsil ettiği belli değil. Eskiden sağcı, solcu partiler- kişiler savundukları fikirlere uygun eylem ve hayat tarzına sahipti. Bugün Caddebostan komünist, Nişantaşı halkçı, 1 Mayıs mahallesi milliyetçi havalarda. 2002’de Anayasa mahkemesi Komünist Partiyle ilgili kararında “her ne kadar adı komünist de olsa komünist sayılmaz” anlamında mantıklı bir karar almıştı. Nasıl ki içinde halk kelimesi geçiyor diye bir parti halkçı, milliyetçi geçiyor diye milliyetçi, adalet geçiyor diye de her zaman adaletten yana olacağı anlamına gelmediği gibi.
Ancak mesele isimleri aştı, kimin hangi ideolojiye hizmet ettiğine kadar dayandı. Geçenlerde Pensilvanya imamı FETÖ, örgütün malına mülküne el konmasına adamlarının hapsedilmesinden daha çok içerlemiş olacak ki, bir röportajında “bunu yapsa yapsa Lenin yapar” dedi. Aynı sıralarda komünist ve kendini solun temsilcisi olarak görenler “Adalet” yürüyüşündeydi. Türkiye’ye laikliği getiren partinin başkanı Kılıçdaroğlu, bu yürüyüşte FETÖ’nün kalemşörleri Altan kardeşler, Amerikancı sağın daimi ittifakı Nazlı Ilıcak gibi isimlerin özgürlüğü için yürüdüğünü ilan ediyordu. Bu arada Cumhuriyetin bütünlüğüne karşı olan HDP de Cumhuriyeti kuran parti CHP ile aynı saflardaydı.
Dedim ya tuhaf zamanlardayız: Marksistler hiç ekonomiden bahsetmiyor. Varsa yoksa “demokrasi”! Tabi demokrasi denince Avrupa geliyor akla. Hani şu solcuların yıllarca emperyalist dediği Avrupa. (Ha bir de Erbakan hocanın “Onlar ortak biz pazar” sözünü de unutmayalım)
Hürriyet’te sermayenin sözcülüğünü yapan ekonomist Erdal Sağlam, 15 Temmuz darbesi sonrası hükümetin artan ekonomik teşvik paketlerinden yakınıyor. Beş yüz bin esnafa verilen 50 bin liralık krediye veryansın ediyor. KDV indirimleri, çiftçi borçlarının ertelenmesi ve hatta elektrik borç ödemelerinin bile yapılandırılmasına karşı olan bu neoliberal yazar, Erdoğan yönetimini “popülist” olarak nitelendiriyor. Hükümetin bu hafta açıklayacağı yeni teşvik paketine de aynı kaygıyla yaklaşıyor.
Mesela popülistlik ve milliyetçilik Latin Amerika solunun en temel özelliğidir. Çünkü bu kıtada sağ partiler halka hiçbir şey vermezler. Radikal biçimde IMF reçetelerine bağımlıdırlar ve bu nedenle kredi, teşvik, sosyal yardım falan dağıtmazlar. Hatta iç pazar gibi bir dertleri yoktur. Çünkü asıl olarak tarım ve hammadde ihraççısı oligarşinin temsilcisi konumundadırlar. İç pazarları tamamen dış tekellerin işgaline uğramış durumdadır. Bu nedenle üretim de yapmazlar. Bizde popülistlik, popülerlik ve milliyetçilik sağın tekelinde. “Sol” bayrağı, kitabı, milleti terk etmiş; demokrasi derdine düşmüş.
Erdal Sağlam ayrıca, olağanüstü hal sebebiyle yatırımcının önünü göremediğini söylüyor. Böylece sermayenin ve “solun” aynı demokrasi programında iktidara karşı birleştiklerini görüyoruz. Bu programın en belirgin olduğu dönem sanırım 6 Haziran seçimlerine giden günlerdi. HDP’nin barajı geçmesi için atmadıkları takla kalmamıştı. Nereden nereye: Kim derdi ki HDP’liler bunca şamatayla girdikleri meclisten tutuklanarak çıkacaklar?
Sağlam, “teşvikten önce artık Türkiye’nin her açıdan normalleşmesi gerekiyor ki; doğru dürüst yatırım yapılabilsin” diyor. Tabi halkın aç mı tok mu olduğu, esnafın günü nasıl tamamladığıyla değil uluslararası sermayenin çıkarlarıyla ilgileniyor. “Normalleşme” dediği de uluslararası sistemin kurallarına uymaktan ibaret.
Sermaye ve silah aynı batılı merkezlerde toplanmış. Düşünce kampları da onlar tarafından belirleniyor. Kimin hangi ideolojiye hizmet ettiği emperyalist güç merkezlerine olan mesafesine göre belirleniyor. Oradan uzaklaştıkça kaçınılmaz biçimde daha devletçi ve halkçı olunuyor. Bu ikisini savunmak için de demir yumruk gerekiyor. O zaman da diktatör diyorlar. Peki ya sermayenin diktatörlüğü? Cumhurbaşkanı Erdoğan ifadesiyle durumumuz “felaket”. Geçen yıl bankalar gelirlerini ikiye katlamışlar. Türkiye’de başka kim kârını ikiye katlayabiliyor?
15 Temmuzun hayırlı yanı geleneksel sağın emperyalizmle en güçlü bağı olan kesimlerini iktidardan uzaklaştırmış olmasıydı. Buna karşın, batılı demokrasi programlarına sadık olduğu mesajı veren bir kesim, sağı yeniden yapılandırıyor. Uluslararası sistem taşları yerlerine oturtmaya çalışıyor. Ama bu anlık bir durum yaratmak için, hedef “istikrarı” sağlamak değil. Çünkü bu vakitten sonra eski düzen yeniden tesis edilemez. Bunu en iyi onlar biliyor.