Kahraman Maraş merkezli 6 Şubat 2023’te meydana gelen deprem 10 ilimizde büyük yıkım ve can kaybına neden olurken depremin şiddeti Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinin yanı sıra Lübnan, Kıbrıs, İsrail, Ürdün, Mısır ve Gürcistan’da da hissedildi.
Uzmanlar, 190 Km uzunluğunda, 25 Km genişliğindeki yırtılmanın Kuzeybatı-Güneydoğu doğrultulu veya Kuzeydoğu eğilimli fay üzerinde oluştuğunu belirtiyor.
İtalya Ulusal Jeofizik ve Volkanoloji Enstitüsü başkanı Carlo Diglioni ise depremler sonucunda Anadolu yarımadasının batıya doğru üç metre kaydığını söylerken, Doğu Anadolu fayı ve ölü Deniz transformu’nun da kırık kesitlere sahip olduğuna dikkat çekiyor.
Doğal afetler her ne kadar coğrafi özelliklere göre değişik formlarda meydana gelse de deprem yer kürenin tamamında meydana gelebiliyor.
Şubat ayı içerisinde Türkiye’de ki fay hattı ile bağlantısı olmayan farklı coğrafi özeliklere sahip ülkelerde de bir dizi deprem meydana geldi. Örneğin; 17 Şubat’ta Endonezya Maluku’da 6.1, 16 Şubat ta ABD’nin Snyder ile Teksas eyaletinde 4.7, 14 Şubat’ta Ocean View ile Hwaii de 4.8, 16 Şubat’ta Haiti’nin Bomboardopolis şehrinde 5.4, 15 Şubat’ta Filipinler Masbate City de 6.1, 15 Şubat ta Yeni Zelanda’nın Poirua Kentinde 5.7, 16 Şubat Vanuatu’nun Luganville kentinde 6.6, 13 Şubat’ta yeni Zelanda’nın Whitianga kasabasında 6.1, 13 Şubat’a Romanya’nın Targu Jiu kasabasında 5.0 şiddetinde depremler meydana geldi.
Vermiş olduğum birkaç örnek, coğrafi bölge ve özellik göstermeden yer kürenin sürekli olarak sarsıntılar geçirdiğine dair somut örneklerdir. Doğal afetlerin kesinkes engellemesi mümkün olmadığından bu gerçekler doğrultusunda üzerinde durulması gereken en önemli ayrıntı, alınması gereken tedbirlerin ne olduğu ve nasıl uygulandığıdır.
Büyük yıkıntı ve can kaybına neden Maraş merkezli deprem, dünya çapında 2010 Haiti depreminden bu yana en büyük ve ölümcül depremdir. Gölcük merkezli 1999 felaketinden ders çıkartılmadığı, devlet ve iktidar odaklı güvenlik, müdahale, mali gibi gerekli tedbirlerin alınmadığı alınmış olsa bile yetersiz olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleşmiş olduk da bu son mu olacak? Yanıtlanması gereken asıl soru da budur.
Rant ve inşaat ekonomisinin kaçınılmaz sonu
Büyük yıkıntıya neden olan 1999’da yaşadığımız Gölcük depreminden sonra binaları depreme dayanıklı yapmak için çıkartılan yeni bina yönetmeliği gereğince mühendislik tasarımı, inşaat ile malzeme kalitesi gibi zorunluluklar vardı ve en son AKP tarafından 2018’de uygulamaya konulan “Kentsel Dönüşüm” projesiyle birlikte bu yasa da güncellenmişti.
Başta tarım ve hayvancılık olmak üzere yatırım yapmadığı gibi kamu kurumlarından, köprülere, havalimanlarına, fabrikalara, limanlara kadar her şeyi “AB Uyum Yasaları” örtüsü altında satan, 49 yıllığına kiralayan iktidar özellikle de kentsel dönüşüm ile birlikte ülke ekonomisini inşaata endekslemekle kalmadı aynı zamanda kendisine yakın sermayeler için de büyük bir rant pazarı oluşturdu.
Bina yönetmeliklerinin uygulanmadığına dair uzun süredir yapılan eleştirileri ve şikâyetleri dikkate almadıkları gibi gerekli güvenlik sertifikaları olmadan inşa edilen veya kaçak katlar inşa edilerek orijinal yapısından sapan yapılar için yasal muafiyet sağlayan “İmar Affı”nı çıkartarak periyodik olarak uyguladılar. Rakam net olmasa da en son yaşadığımız felaket bölgesinin tamamında 75 bine yakın binaya imar affı verilmişti.
Şehir plancısı Buğra Gökçe’ye göre 2018 genel seçimlerinden önce depremden etkilenen 10 ilde 294 bin 165 olmak üzere ülke genelinde 3.1 milyon yapıya imar affı verildi. 2020’de İzmir’de meydana gelen depremde de 811 bin kaçak inşaatla bağlantılı ruhsat verildiği ortaya çıkmıştı.
Ranta dayalı inşaat ekonomisinde ki temel amaç, ekonomik çarkı döndürmek ve kendilerine yakın kartellere iş alanı açmaktı. Tüm politikasını yalan ve toptan inkârcılık üzerine inşa eden iktidar, 1999’da ki Gölcük depreminde halktan toplanan 88 milyar vergiyi nereye harcadığını, yeni bir benzer felaket yaşamamıza rağmen açıklamadı veya açıklayamadı.
Doğal afetler için ulusal fona aktarılması gereken vergilerin AKP’ye yakın özel şirketler tarafından otoyol, köprü inşaatı gibi işlere harcandığına dair eleştirileri iktidarın tekzip etmemiş olması eleştirilerin haklılığını doğrular niteliktedir. Dolayısıyla bu son felaketle gerek uluslar arası yapılan mali yardımların gerekse duyarlı vatandaşların yaptıkları bağış ve yardımların da nereye harcanacağı şüphelidir.
Hong Kong merkezli ekonomi ve siyaset alanında İngilizce dilinde bağımsız haber yapan medya grubu “Asia Times”, 2020’de İzmir’de meydana gelen deprem sonrasında yayınladığı bir haberde, AKP’nin 2018’de başlattığı imar affı kapsamında sadece iki yıl içerisinde 2 milyar dolar gelir elde ettiğini yazdı. Ayrıca Gölcük depremi sonrasında doğal afetlerde kullanılmak üzere çıkartılan ve ulusal fona aktarılması gereken “İletişim Vergisi”nden şu zamana kadar toplanan miktarın ne kadar olduğu ve nereye ne kadar harcandığı bilinmiyor. Ancak yaşadığımız bu son doğal afet sonrasında iktidarın hazırlıksız olduğu, tedbir almadığı ve dahası her konuda olduğu gibi bu konuda da bilgisizliği, donanımsızlığı bir kez daha ortaya çıkmış oldu.
Yağma, ırkçılık ve güvenlik sorunu
Uzmanlar, arama ve kurtarma da ilk 48 saatin çok önemli söylüyor ancak böylesine kapsamlı bir felaket de bile iktidar bölgeye ne destek götürebildi ne de güvenliği sağlayabildi. Bölgede başta güvenlik olmak üzere yağmaya, talana karşı tedbir alması gerekirken gerçekleri toplumun gözünden ve dikkatinden kaçırmak için halkın haber alma özgürlüğünü kısıtlayarak, erişim engeli getirerek, gönüllü yardımseverleri iterek, hakaret ve hatta tehdit edere gerçekleri örtbas etmekle meşgul oldu.
Sosyal medya gibi platformlarda görüntü ve bilgilerin çarpıtılma olasılığı elbette ki vardır ancak depremin hemen ertesi günü Hatay ile Antep bölgesine giden üç yakın arkadaşımdan aldığım bilgiler, paylaştıkları görüntüler tekzip edilmesi mümkün olmayan ham, somut gerçeklerdir. Bölgede kendi imkânlarıyla arama, kurtarma ve yardım çalışmalarında bulunan arkadaşlarımın kaldığı 11 gün boyunca sürekli olarak iletişim halindeydim. Basına yansıyanların dışında bu arkadaşlarımdan aldığım bilgiler, insanlığımızdan utandıracak kadar korkunç diyebileceğimiz gerçeklerdir.
Böylesine büyük felaketlerde yalnız ülke vatandaşı değil, ülkeler de yardım ve destek seferliği başlatır ancak öncelikle güvenliğin sağlanması keyfi değil zorunluluktur. Avusturya, Almanya, İsrail, İspanya gibi ülkelerin gönderdiği profesyonel arama kurtarma ekiplerinin güvenliği sağlanamadığı gibi kurtarma çalışmaları devam ederken enkazlara iş makineleriyle girildiği için güvenlik gerekçesiyle çalışmalarını yarıda bırakıp ülkelerine geri dönmek zorunda kaldılar.
Gelen uluslar arası yardım kuruluşlarının bile güvenliğini sağlayamayan iktidarın, gerçeklerin üzerini bu defa inşaat molozlarıyla kapatmanın telaşına düşmesinin nedeni hatalarını, basiretsizliklerini, bilgisizliklerini örtbas etmektir. Burada sorulması gereken asıl soru, dozerlerle, kelepçelerle yıktıkları enkazların altında kurtarılmayı bekleyen kaç kişinin olduğudur. İşte korkunç gerçeklerden birisi de budur.
Bölge öylesine kaotik bir hal almıştı ki yerli halk, sığınmacılar fark etmeksizin daha depremin ilk gününden itibaren başlayarak yağma ve soygun, silahlı gasp yaygınlaştı. Kimi düz mantıkla hırsızlık yaparken kimileri de resmi kurum veya kuruluşlardan birisiymiş gibi davranarak insanları soymaya kalkıştı. 8 Şubat’ta olağan hal ilan edildiyse de kolluk kuvvetleri güvenliği sağlamada yetersiz kaldı.
Durum böyle olunca da kendi can ve mal güvenliğini korumak yine vatandaşın kendisine kaldı. Başıboşluk, sahipsizlik, bölgede linç kültürünün ve ırkçılığın yoğun bir şekilde yanşamasında en büyük etken oldu. Amatör kayıt cihazlarla çekilen linç edilen insanların görüntüleri sızdırılarak internetin çeşitli platformlarında yayınlandı.
Bu insanların bazıları kendi görüntülerini yayınlayarak haksız yere linç edildiklerini söylediler.
Belli başlı bu somut gerçekler bile iktidarın doğal afetlere veya ulusal bir tehdit olasılığına karşı acil bir eylem planının olmadığını, bu tür doğal afetler karşısında bilgisiz ve örgütsüz olduğunu net olarak göstermektedir.
Uzun zamandan beridir olası İstanbul depremi hususunda uyarılarda bulunan bilim insanlarının “ne kadar hazırız?” sorusunun yanıtını da yaşadığımız bu son felaket vermektedir.