Herhangi bir şiddet olayları meydana gelmediği sürece gündem konusu olmayan göçmen meselesi aslında tüm gerçekleriyle derinliğine tartışılması ve çözüme kavuşturulması gereken önemli sorunların başında gelmektedir.
Ancak ne yazık ki bu konuda da siyasiler “göndermek, göndermemek” bağlamında kısır bir tartışmanın içine girmişlerdir. Muhalefet cenahından kimileri iktidara geldiklerinde özellikle de Suriyeli mültecileri göndereceğini iddia ederken, iktidar ise göndermeme konusunda mülteci meselesine sıkı sıkıya sarılmıştır.
Böylesine ciddi bir meseleye yalnız bu perspektiften bakan ve genellikle de ahbap-çavuş ilişkisiyle yürütülen tartışma programları da zaten maymun vitrinine dönüştüğü için toplum da ikiye bölünmüştür. Özellikle de sorunun birinci derecede sorumlusu Erdoğan, elinde tek seçenek olan dini kullanarak mülteci gerçeğini saptırmaktadır.
Türkiye’nin kapılarının mültecilere açmakla yardımseverlik görevini yerine getirdiğini, peygamberin de muhacir olduğunu ve aynı anlayışla hareket ettiğini, sırf bu sebepten dolayı sahip çıktıklarını ve kendi rızaları olmadan geri göndermeyeceklerini her seferinde dile getirmektedir.
Soruna çözüm aramak, getirmek yerine böylesine körü körüne sahiplenmesi ve hatta gündemde tartışılmasına öfkelenmesinin nedeni gerçeklerin açığa çıkma kaygısıdır. Erdoğan perspektifinden baktığımızda mültecileri sahiplenmesinin anlaşılır, makul izahı vardır çünkü mülteci üzerinde bile belli başlı hesapların yanı sıra imzaladığı bağlayıcı sözleşme vardır.
Daha net ifade edecek olursak, istese de gönderemeyecektir ama bu gerçeği kamuoyuna farklı şekilde yansıtarak kendine paye çıkartmaktadır.
İrili ufaklı kimi muhalefet partileri ise sorunun asıl kaynağı üzerinden kamuoyunu aydınlatmak yerine “gönderirim, gönderemezsin” kıstası üzerinden adeta bir inat politikasıyla kamuoyunu yanıltmaktadır. Çünkü mülteci konusunda AKP’nin imzaladığı sözleşmeyle verilen taahhütlerin neler olduğuna dair ne kamuoyuna tek bir açıklama yapmışlardır ne de iktidara sormamışlardır. Burada iki durum ortaya çıkmaktadır. Ya muhalefet tüm bu gerçekleri bilmesine rağmen tıpkı AKP gibi kamuoyundan gizliyor ya da bu gerçeklerin hiçbirinden haberi yoktur. Aksi halde böylesine yüksek perdeden ve kesin bir dille konuşmalarının makul bir izahı olamaz.
AKP göçmen meselesini neden sahipleniyor?
Yukarıda belirttiğim üzere AKP’nin özellikle de sorunun başı olan Suriyeli mültecilere sahip çıkmasının başlıca üç önemli nedeni vardır. Birincisi; AB ile imzaladığı mülteci anlaşması, ikincisi; oy deposu olarak görmesi ve üçüncüsü de gelecek olan yardımlardır. Göç İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 26 Mayıs 2022 tarihi itibariyle ve bir önceki aya göre 1. 267 bin kişi artarak 3 milyon 763 bin 652 kişiye ulaşmış. Bu da demek oluyor ki, Türkiye’ye halen düzensiz göçmen akını devam ederken sorun da adeta kar yumağı gibi büyümektedir. Çünkü bizzat kendi açıklamaları bunu doğrulamaktadır.
Birkaç örnek verecek olursak; Milli Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre devlet üniversitesinde okuyan öğrenci sayısı Haziran 2021 / 2022 öğretim yılı itibariyle 148 bin 192’dir. Yani bu sayıdaki Türk öğrencilerin yerine Suriyeliler istihdam edilmiştir. Ve yine Çalışma ve Sosyal Bakanlığı’nın verilerine göre 31 Mart 2019 itibariyle çalışma izni verilen Suriyeli sayısı 31 bin 185’tir. Ticaret Bakanlığı’nın verilerine göre ise 26 Şubat 2019 itibariyle en az bir ortağı Suriyeli uyruklu olan şirket sayısı 15 bin 159’dur. Göçün halen devam ettiğini dikkate alarak bu rakamları güncellediğinizde sayı daha da fazladır. Aynı verilere göre Suriyelilerin yaş ortalaması 22,3’tür. Burada sorulması gereken soru da şudur; neden yaşlı, çalışmaz, hasta vb. gibi insanlar değil de 22 yaşındaki gençler çoğunluğu oluşturuyor? Bu sorunun yanıtını siz değerli okurlara bırakıyorum ve asıl meseleye geliyorum.
AKP’nin sorunu böylesine sahiplenmesindeki üç temel nedenlerden birisinin oy deposu olarak gördüğünü ve bunun altyapısının oluşturulduğuna dikkat çekmiştim. Bu gerçeği bizzat kendi ifadeleriyle de teyit edelim. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 31 Mart 2022 itibariyle 200 bin 950 Suriye uyruklu kişiye Türk vatandaşlığı verdiklerini ve bu kişilerden 87 bin 296’sının 18 yaş altı olduğunu söylemişti. Şimdi biraz geri gidelim. Bu oran 30 Aralık 2019’da 110 bin, 31 Aralık 2021’de ise 193 bin 293’tü. Şimdi ise 200 bini geçmiş durumdadır.
Soylu, 31 Mart 2022 tarihi itibariyle olası bir seçim durumunda 113 bin 654 Suriyeli uyruklunun oy kullanma hakkı olduğunu söylemişti. Yani bir yandan göçmen kabulü devam ederken diğer yandan vatandaşlık verilerek oy deposu genişletilmektedir. Alttan alta büyük sorunlara neden olacak mülteci meselesindeki gerçeklerin çarpıtılmasındaki sebeplerden birisi budur.
Diğer ve en önemlisi de AB ile Brüksel’de yapılan Mülteci anlaşmasıdır. Türkiye’nin başına mülteci sorununu saran da yine Avrupa Birliği’dir. Suriye’de çıkarttıkları iç savaşın faturasını Türkiye’ye kesen Avrupa ülkeleri, II. Dünya savaşından sonra yaşanan en büyük göçmen krizinin çözümünü, göçmenleri Türkiye’ye yönlendirmekte buldular. Avrupa Birliği’ne ilişkin bu sitede yayınlanan 10 bölümlük dizi yazımda AB hakkında bilinmeyen veya yanlış bilinen birçok ayrıntıyı bizzat muhataplarının görüş ve ifadelerinden örnekler vererek açıklığa kavuşturmuştum.
Türkiye mülteci kampına dönüştürüldü
Avrupa Birliği ülkelerinin liderleri, mültecilerin AB ülkelerine girmesini engellemek için önderliğini Rahibe Teresa lakaplı Angela Merkel başkanlığında Brüksel’de toplandılar. Kimi AB liderleri, Cenevre sözleşmesine tam olarak uymayan ve ayrıca ciddi temel insan hakları ihlalleri olduğunu ileri sürerek göçmenlerin Türkiye’ye yönlendirilmesine karşı çıksa da 72 şarttan oluşan bir taslak hazırladılar. Bu taslakta üç önemli taahhüt şunlardı; Mültecileri kabul etmesi karşılığında Türkiye’ye 6, 6 milyar avro gönderilecek, kapatılan AB üyeliği müzakereleri yeniden açılacak ve Haziran sonuna kadar da Türk vatandaşlarına vizesiz seyahat izni verilecekti.
Şartları kabul eden AKP ile AB liderleri, 18 Mart 2016’da anlaştılar. Şu zamana kadar da 72 şartın 65’ini yerine getirdi fakat vizesiz yani serbest dolaşım ile müzakerelerin yeniden açılabilmesi için geri kalan şartları da yerine getirmesi gerekiyor. Bu şartları; “AB tavsiyeleri doğrultusunda yolsuzluğun önlenmesi için tedbirler alınması, AB standartlarına uygun kişisel verilerin korunmasına ilişkin mevzuatın uyumlaştırılması, AB’nin polis örgütü Europol ile anlaşmaya varılması, cezai konularda bütün AB üyeleri ile çalışmayı kabul etmesi ve Avrupa standartlarıyla uyumlu olan terör yasalarını yerine getirmesi.” şeklinde özetleyebiliriz.
Zaten yolsuzluk, rüşvet, hukuk ihlali, ifade özgürlüğü gibi skandallarla anılan iktidarın bu şartları yerine getirmesi pek de mümkün görünmüyor.
AB’nin diğer talepleri ise şunlardı:
“1- Ege denizi üzerinden Avrupa’ya girmeye çalışan Suriyeliler de dâhil olmak üzere Afganlı, Iraklı ve diğer uyruklu mültecilerin tamamı Türkiye’ye gönderilecek ve böylece ege denizi güvence altına alınacak. 2- Yakalanan kaçak göçmenler, Türkiye’ye gönderilecek ve yasal sığınma hakkı dahi tanınmayacak. 3- Türk ve Yunan sularında engellenen veya Yunan adalarına kadar ulaşan sığınmacılar duruma, göre zorla veya mümkün olan noktalarda uluslar arası hukuka uygun olarak hızlı duruşmalar yapılacak ve yargılama sonrasında Türkiye’ye gönderilecek. 4- Türkiye’ye zorla geri gönderilen her bir mülteciye yer açmak için Türkiye’deki mevcut mülteci kamplarından bir mülteci AB ülkesine veya kendi ülkesine gönderilecek”
Anlaşmanın bu önemli maddelerine bakıldığında bugün toplumu ikiye bölen ve başta Suriyeliler olmak üzere mülteci sorununun siyasiler tarafından istismar edildiği ve kamuoyunun nasıl yanıltıldığı açıkça görülmektedir. Bulgaristan, Macaristan ile Slovakya gibi AB ülkeleri en baştan mülteci kabul etmeyi reddederken üye olmayan Türkiye’nin kabul etmesinin ve hatta iktidar tarafından körü körüne sahiplenmesinin arkasında işte bu bağlayıcı nedenler ile verilmiş vaatler vardır.
Ayrıca anlaşmanın içeriğine dikkat edilirse meselenin “göndermiyorum, göndereceğim” restleşmesinin çok daha ötesinde olduğu görülecektir. Bu bakımdan ne Erdoğan’ın “göndermiyorum” söylemi ne de irili ufaklı muhalefetin aksi yöndeki söylemleri gerçekleri yansıtmamaktadır. Yukarıda da belirttiğim üzere Erdoğan, mülteciler üzerindeki hesaplarından vazgeçecek olsa bile gönderemez çünkü altına imza attığı sözleşme vardır.
Bu sebeple ciddi bir sorun haline gelen ve giderek de büyüyen mülteci sorunundan kendine paye çıkartacak şekilde konuyu çarpıtmaktadır. Örneğin; Brüksel’de altına imza attıkları o anlaşma da 72 bin konutun yapılacağı taahhüt edilmiştir.
Ayrıca başta İslam bankası olmak üzere uluslar arası kuruluşların hibeleriyle yaptırılan okul, sağlık ocağı, cami, atık toplama merkezleri gibi işleri sanki kendi projesiymiş ve yine kendi cebinden harcayan hayırsever bir iş adamıymış gibi anlatmaktadır. Fakat bu gerçekler, mülteci sorununun aslında AB’nin AKP’ye verdiği hamallık görevinden başka bir şey olmadığını göstermektedir.
Düzensiz göçün kabulü, vize muafiyeti gibi anlaşmalarla Türkiye, mülteci kampına dönüşmekle kalmamış, fuhuş ve seks işçiliğinin de üs bölgesi haline getirmiştir. Bir buçuk yıl saha çalışması yaparak Türkiye’nin fuhuş haritasını çıkarttığım araştırmam, 2019’da Aydınlık gazetesinde manşetten dört bölümlük dizi yazı olarak yayınlanmıştı. Sonrasında yine bu sitede mülteci sorununu tüm boyutlarıyla ele aldığım bir makale daha yazmıştım. Mülteci sorununa ilişkin birçok çarpıcı gerçeklere altta ki linklerden de ulaşabilirsiniz.
Linkler:
https://www.aydinlik.com.tr/haber/sinir-disi-etmek-yetmiyor-139000
https://www.aydinlik.com.tr/haber/istanbulun-fuhus-haritasi-ilceler-boyle-parsellenmis-138912
https://www.aydinlik.com.tr/haber/gocun-sosyolojik-ve-hukuki-boyutlari-139155
https://www.aydinlik.com.tr/haber/istanbulun-fuhus-haritasinda-temizlik-198532
https://www.aydinlik.com.tr/haber/turkiye-cinsel-hastalik-riskini-gormezden-geliyor-139067
https://www.siyasetcafe.com/tum-yonleriyle-multeci-sorunu-4285yy.htm