Prof. Dr. Anıl Çeçen, bugün kişisel 'blog'unda, bir Üçüncü Dünya Savaşı senaryoları çizen ve bu savaşın merkezine de Türkiye - İran sınırını (Doğu Batı sınırı) koyan emperyalistlerin bu yeni oyununu bozmak için "merkez bölge örgütlenmesi"ne gidilmesini öneren bir yazı yazdı.
Bilindiği gibi son yıllarda "Batı'nın Türkiye’deki Truva atı konumundaki bazı kalemşörler ve mandacı kafa yapısına sahip bazı aydınlar" Türkiye'nin giderek Batı dünyasından kopmakta ve Doğu'ya doğru kayarak ciddi bir eksen kayması yaşamaktadır savında bulunmaktadırlar.
Oysa, Prof. Anıl Çeçen'in yazısında dikkat çektiği gibi yalnızca Türkiye'nin 'ekseni' kaymıyor; dünyanın ekseni kayıyor.
Dünyanın ekseni değişirken Türkiye’nin jeopolitik konumu da değişmekte ve Türk devleti giderek kendi merkezi çevresinde "merkezci" politikalara yönelmektedir.
Çünkü dünya dengeleri ve güçleri arasındaki çekişmede yeni durumların ortaya çıkması kendiliğinden jeopolitik konumu da yönlendirmekte ve ortaya yeni dengelerin çıkmasına neden olmaktadır.
Her devlet önce eski konumunu korumak ve daha sonra da yeni ortaya çıkan durumlara uyum sağlayabilmek üzere, zamanla değişik politikalar uygulamak zorundadır. Bu açıdan hiçbir devletin birbirini suçlama hakkı yoktur.
Tarihsel köşe başlarında , yeryüzünde ortaya çıkan yeni durumlara ve gelişmelere uyum sağlayamayan "kendi aklı" ile davranmayan nice imparatorluklar tarihin çöplüğündedir.
Uzağa gitmeye gerek yok: Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu... (Rus İmparatorluğu ise kendine özgü bir ideoloji yaratarak 100 yıl daha yaşamış ve bugün de yeri geldiğinde Sovyet balonu sepetindeki fazlalıkları atarak federasyonla yine yoluna devam etmektedir.)
Yüzyıllarca geniş alanları yöneten büyük imparatorlukların bile gelişen jeopolitik değişimleri kavrayamayıp çöküşten kurtulamaması, bugünün dünya devletleri açısından önemli derslerle doludur.
Hele Türkiye Cumhuriyeti için bu ders her zaman anımsanması, hiç bir zaman unutulmaması gereken bir derstir!
Prof. Dr. Anıl Çeçen, bugün özellikle İngiliz emperyalizminin öncülüğünde bir Batı-Doğu Üçüncü Dünya Savaşı çıkarılmak istendiğini ileri sürmekte ve bunun sınırını da Türkiye-İran (Batı-Doğu) sınırı olarak göstermektedir.
Çeçen'e göre büyük savaşın merkezi bu iki ülkenin toprakları olacaktır: Böylece milyonlarca İran ve Anadolu Türkü ölüme mahkûm edilmek istenmektedir. Böylesine bir durum hem Türkiye hem de İran açısından kabul edilemeyecek bir felakettir.
Çeçen'e göre, "İran nüfusunun büyük çoğunluğunun Türk asıllı olması nedeniyle, iki Türk ülkesinin ya da devletinin emperyalistler ya da siyonistler yüzünden birbirini yok etmesi gibi bir saçmalığa alet olmayacakları ortaya çıkmıştır."
Bu durumda, önce terör ve savaşın önlenmesi gerekmektedir. Diğer konular ve farklılıklar savaş riski devam ettiği sürece ikinci plana atılmalıdır.
Emperyalistler ise iki ülke arasındaki farklılıkları kışkırtarak, bir Türk-İran iş birliğini önlemeye çalışmakta ve bu doğrultuda çalışan savaş lobileri de İran ile Türkiye’yi cephe ülkesine dönüştürebilmenin yollarını aramaktadırlar.
TÜRKİYE MERKEZİ ÜLKE OLMAK ZORUNDADIR
Türkiye Batı ya da Doğu olmadığı içindir ki, artık merkezi ülke olarak hareket etmek zorundadır.
İran ile Türkiye dört yüz yıla yakın bir süre birbiriyle savaşmayarak merkezi coğrafyada güçlü iki ülke olarak varlıklarını korumuşlardır. Bugün gelinen noktada İsrail siyonizmi ya da ABD emperyalizmi yüzünden iki ülke birbirleriyle savaşmayacak kadar derin bilgi ve deneyime sahiptir.
Türkiye merkezin diğer ülkesi olan İran ile yakınlaşarak tekrar eskiden olduğu gibi, Selçuklu İmparatorluğu çatısı altında iki ülke nasıl birlikte var olduysa, benzeri bir "Yeni Selçuklu" yaklaşımı çerçevesinde geleceğe dönük bir bölgesel birlikteliğin temellerini de atmalıdır.
İran ve Türkiye arasında yer alan Azerbaycan’ın başkenti olan Bakü’de bir araya gelecek iki büyük ülke böylesine bir merkezi birlikteliğin temellerini atabilirler ve böylesine bir yapılanmayı tıpkı Avrupa Birliğinde olduğu gibi bölgesel bir kurumlaşmaya dönüştürebilirler.
O zaman İran-Türkiye cepheleri üzerinden gerçekleştirilmek istenen bütün savaş senaryoları devre dışı kalacak, savaş için tırmandırılan bölücü etnik terör önlenebilecek, Irak, Suriye, Azerbaycan ve Gürcistan’ın da üye olarak katılacağı merkezi devletler birliği, üçüncü dünya savaşının çıkartılmak istendiği orta alanda dünya barışının kurucusu ve güvencesi olarak var olacaktır.
ÇEÇEN'İN ÖNERİSİ GERÇEKLEŞEBİLİR Mİ?
Prof. Dr. Anıl Çeçen, Üçüncü Dünya Savaşı senaryolarının önü ancak böyle kesilebilir demektedir.
Türkiye’nin böylesine bir merkezi yapılanma için doğuya yönelmesine gerek olmayacağı için, bir eksen kayması da yaşanmayacaktır!
Türkiye’nin geleceği ne Doğu da ne de Batıdadır. Türkiye’nin geleceği devletin ülkesi olarak üzerinde bulunduğu topraklardadır.
"Türkiye Doğu'ya ya da Batı'ya kaymadan bulunduğu bölgede sıkı duracak, merkezin güçlü temsilcisi olarak diğer merkezi devlet olan İran ile ortaklık kurarak ve bölgede geleceğe dönük bir yapılanmaya öncülük ederek, üçüncü dünya savaşına giden bütün yolları merkezi alanda kesecektir."
Türkiye'de neredeyse "İran muhibbi" görünümünde çevrelerce de savunulan Prof. Dr. Anıl Çeçen'in bu düşüncesi ne derece gerçekleşebilir?
Prof. Dr. Anıl Çeçen'in ve hemen herkesin ağzından düşmeyen "400 yıldır savaşmadık" sözü doğrudur ancak bunun 300 küsur yılında İran'ı Türkler yönetiyordu. 1920'lerden sonra Kaçar Hanedanı'nı devirerek Fars milliyetçiliği temelinde bir "yeni İran", İngiliz emperyalizmi tarafından kurulmuş, İkinci Dünya Savaşı sonrasında da ABD tarafından tahkim edilmiştir. İran İslam Devrimi'nde önemli rol oynamış ve Humeyniden de yüksek seviyede din adamı önderlerden Tebriz Türkü Ayetullah el-Uzma Muhammed Kazım Şeriatmedari, tıpkı Muntazeri gibi tasfiye edilip ev hapsine alınmış, Fars milliyetçiliği mollalar tarafından da birinci ilke olmuştur.
Bugün bile emperyalizmin İran'a açıkça saldıramamasının temelinde bölünecek bir İran'da, Türklerin aradan sıyrılarak hakimiyetinin yeniden kurulabileceği endişesi yatmaktadır!
Emperyalizm, Suudi Arabistan, BAE gibi sunni diktatörlükleri İran'ın "Şii-Molla" yönetimi sopasıyla kullanmakta, silah satmakta, istediğini yaptırmaktadır.
Bu nedenle bence İran'la ABD arasındaki kavga biraz da kayıkçı kavgası düzeyinde demeyeyim ama asla mevcut İran devletini yıkacak derecede bir kavga değildir.
Bu kavga Molla rejimini de ayakta tutan bir kavgadır; Mollalar mevcut iktidarlarını 10 yıl süren İran-Irak savaşıyla, savaş sonrasındaysa ABD'yle olan kavgalarıyla meşrulaştırabilmektedirler.
İran ve Türkiye gibi ülkelerin merkez politikalarına yönelmesi emperyalizmi panikletmiştir; doğrudur. Ancak emperyalist "akıl", -hele 44 günlük Karabağ Savaşı'nda kendini kanıtlamış kahraman Azerbaycan askeri yapısını da görünce- İran'ı patlatıp daha büyük bir tehlike haline gelecek bir Türk federasyonunu belasına saplanabileceğini hesap edecek kabiliyettedir. Bunu mevcut İran yönetimi de görmüş ve Türkiye'yle herhangi bir savaşın felaketleri olacağını anlamış olmaları gerekmektedir.
İran'ı yöneten Fars milliyetçisi mollalar, hele devlet içinde devlet Devrim Muhafızları çetesi, Türkiye'nin uzatacağı eli tutabilecek ferasete sahip midirler? Sorun buradadır.
Çünkü İran'da nüfusun yarısından fazlası Türk olduğu söylenmesine rağmen, 100 bin Ermeni için her şey serbest, baş göz üstünde tutulmakta, Türkler (TRT2'de izlediğimiz İran filmlerinden gördüğümüz kadarıyla!) ya ırza musallat ya acınacak derecede sefil, sözüne güvenilmez ikinci sınıf insanlar olarak gösterilmektedir.
Daha üç gün önce İran'ın hükümet sözcüsü Ali Rabeyi, Ermenice ve Farsça yeni yıl kutlaması yayınlayarak Türkleri yok saymıştır. Yani, İran'da Türkler "garib elfaz" Ermeniler "ziver elfaz"dır!
Prof. Dr. Anıl Çeçen'in "İran Türkiye Bakü'de buluşsun, pakt kursun" önerisi kesinlikle tek doğru hareket olacaktır.
Ancak bu kolay gibi görünen buluşma nasıl sağlanacaktır? Görüldüğü kadarıyla sorun Türkiye'de değil, İran'ın mevcut molla yönetimindedir. Uzatacağımız eli tutacaklarının garantisi şimdilik ne yazık ki yoktur.
Bu nedenle Türkiye'nin işi zordur.