Özerklik talepleri veya söylemleri yeniden gündeme taşınıyor, ciddiye alınması gereken bir talep mi?
Yakın dönemde Osmanlı eyalet sistemine yapılan atıflar gibi bazı işaretler bu sorunun ve özerklik meselesinin ciddiyetle ele alınması gerektiğini ihtar ediyor. Bu talep ve söylemler örgüte hedef, aşılması gereken bir çıta gösteriyor. PKK-BDP çizgisi arkasını “yeniden çatışma çıkacağı” korkusuna yaslayarak taleplerinin dozunu her geçen gün artırıyor. Silahlarını bırakmadan da siyaset yapabileceklerini, üstelik bu pozisyonun kendileri için daha avantajlı olduğunu düşünüyorlar. “Eylem yaparsam cumhurbaşkanı seçilemez” veya “Eylem yaparsam Türkiye’de muhalifler güçlenir” baskısıyla devleti hareketsiz halde kalmaya zorluyor. Bu sırada da, özerklik için gerekli altyapıyı inşa ediyor.
“ÖZERKLİK Mİ ÖZGÜRLÜK MÜ...”
Nasıl bir altyapı inşa ediyor?
Karşımızda bir üçgen var, köşelerine bakmak lazım. PKK’nın Suriye’deki uzantısı, 50 binlere yaklaştığı söylenen bir askeri kuvvet oluşturuyor. Batı’nın ve Doğu’nun düşman kabul ettiği El-Kaide türevi unsurlara karşı savaşarak büyük güçlerle iletişime geçiyor, diplomasi kanalları açıyor. Elde edilen fiili özerklik, yalnızca Ortadoğu’da değil, diasporada da ciddi bir heyecan ve enerjinin oluşmasını sağlıyor. Bu sırada PKK, Kandil’deki askeri gücünü koruyor ve üçgenin diğer köşesindeki Kuzey Irak siyasetinde de kendisini petrolün akışına yakınlaştıracak bir zemin kazanmaya çalışıyor. 30 Nisan’daki seçimlerde PKK, Goran Hareketi’ni ve Talabani’nin partisini destekleyecek. Üçgenin son ve en önemli köşesi olan Türkiye’de de, “PKK asla özerkliği başaramaz” algısı, bölge halkının zihninde kırıldı.
Özerklik ilanı taleplerdeki son aşama mı?
Barış ve çatışma çözümü araştırmalarına ait muazzam literatürde Türkiye’nin güneydoğusunda inşa edilmek istenen özerkliğin, çatışmayı sonlandırmak bir yana derinleştireceğini ve vaat edilenin aksine Kürt kökenli vatandaşlarımızın özgürlüklerini daha da kısıtlayacağını düşündürten önemli bulgular var. Kürt kökenli vatandaşlarımızın karşısındaki ikilemi “Özerklik mi, özgürlük mü?” sorusuyla özetleyebiliriz.
“ÇİTLİ BİR COĞRAFYA SUNUYORLAR”
Özerklik mesela bölgede yaşayan Kürtler’in kendilerini daha özgür hissetmelerini sağlar mı?
Özerkleşme, etnik grubu temsil iddiasındaki örgütü ve kadrolarını özledikleri iktidara kavuşturuyor. Bu yeni iktidar, etnik grubun mensuplarına sembolik düzeyde kimliğe ilişkin tatminler sağlasa da, karşılığında hiç de az şey talep etmiyor. Ülkenin kalan kısmıyla paylaşılan kimlik kodlarının tasfiyesi ve etnik gruba, etnik grubun partisine sadakat bireysel özgürlük alanını önemli güvencelerden yoksun bırakıyor. Etnik parti, uzattığı kimlik kartına ait bedelin etrafını çitlediği coğrafya, değerler, ekonomiden ibaret bir hayat alanının kabulüyle ödenmesini istiyor. Özerklik elde etme sürecinin beraberinde getirdiği ayrışma sebebiyle dilediğinizde çitlerden atlayarak kolayca kaçabileceğiniz bir yer de kalmıyor. Çoğunluğun özerk bölgenin inşası sırasında artan güvensizliği, daha önce evleri gibi hissettikleri mekânlara onları yabancılaştırıyor. Etnikçi siyasi hareketin iktidar ya da militan kadrosundan olmayanlar için özerklik, bireysel özgürlük alanlarını ve tercih yapabilme kudretlerini daraltarak önemli bir maliyet çıkarıyor.
Ayrılma talebini ortadan kaldırıyor
Özerklik Kürtler için çatışmanın sona ermesi anlamı taşımıyor mu?
Dünya üzerindeki değişik vakaları inceleyen çok sayıda uzmanın, sınırların yeniden çizilmesine “çözüm” değil, kurtulmak istediğimiz acıları kısa ve uzun vadede büyüterek perçinleyecek “sorun” kaynağı olarak baktıklarını söylemeliyiz. Buna, etnik nitelikli çatışmalardan sonra iç sınırların çizilmesinin ve özerklikle ilgili düzenlemelerin bağımsızlık arzusunu teskin etmediğini eklemeliyiz. Özerklik, ayrılıkçı grupları bütünleşme doğrultusunda ikna etmiyor. Üstelik hedeflerine ulaşmak için kurumsal ve maddi ilave kaynaklar edinmelerini sağlıyor. İspanya deneyimi, demokratikleşme ve zenginleşme gibi faktörlerin de bu gerçeği fazla değiştirmediğini gösteriyor. Yani, ayrılma veya bölünme çatışmayı sonlandırmıyor, özerklik ise ayrılma talebini ortadan kaldırmıyor.
ÖZERK BÖLGE, “KURBANLAŞMA” PSiKOLOJiSiNi TETiKLER
Özerklik ilanının çatışmaları şiddetlendirme olasılığı mı var?
Etnik hatlar etrafındaki gayrimerkezileşmenin çatışmaya taraf olan gruplar arasındaki farklılıkları pekiştirdiği sonucuna ulaşan çalışmalar var. Etnik kimlikle özdeş bir özerk bölgenin varlığı, ilgili etnik grubun söz konusu coğrafyanın dışında yaşayan üyelerine karşı çoğunluğun bakışını değiştiriyor. Farklılığın harita üzerinde somutlaşması, güvensizliği artırarak dışlayıcı karakterde bir savunma psikolojisini sosyal ilişkilere taşıyor. Bu durum, etnik grubun özerk bölge dışındaki mensuplarını ayrıştırıp “azınlıklaştırırken”, özerk bölgede de yeni azınlıklar yaratıyor. Ülkenin bütününde çoğunlukta iken, özerk bölgede azınlık haline gelen nüfus ile çoğunlukla birlikte yaşayagelen azınlık mensuplarının artan güvensizlikleri, ayrışmaya daha fazla ivme kazandıracak bir “kurbanlaşma (victimization)” psikolojisini tetikleyebiliyor.
“Örgüt sınırları çizilmiş alanda egemenlik istiyor”
Yani bir bakıma gerilimi mi tetikliyor?
Kesinlikle... Bu uzaklaşma, ülkenin geri kalmış kısımlarına merkezden kaynak aktarımını zorlaştırıyor. Zengin bölgeler, etnik temelde farklılaşan özerk coğrafyalarla gelirlerini paylaşmak istemiyorlar. Sonraki safhalar için önümüzde bir Filipinler örneği var. Özerklik elde eden fakir bölgeler ile ülkenin zenginleşen kısmı arasındaki gerilim büyüyor. Özerkliğin değiştirdiği bölge içindeki güç dağılımının ekonomik yansımaları yeni çatışmalara davetiye çıkarabiliyor. Özerkleşmenin bölgesel aktörleri, partileri güçlendirici etkisi yalnızca siyasi alanla sınırlı kalmıyor, ekonomik iktidara da uzanıyor. Özerkliği merkeze kabul ettiren parti veya örgüt, siyaseti ve ekonomisiyle yeniden düzenleyebileceği bir coğrafyada iktidarı temsil etmeye başlıyor.
Gültan Kışanak’ın petrolden pay istediklerine dair son açıklamaları bu çerçeve değerlendirilebilir mi?
Bir muhasebe yapılacak, bir hesap çıkarılacak olursa, bölge bundan borçlu çıkar. Örgüt, kendisine ülkesel sınırları çizilmiş bir alanda egemenlik istiyor. O bölgenin Türkiye’nin kalan kısmından farklı bir yer olduğunu insanların zihnine yerleştirmek için tartışmalar oluşturmak istiyor. Temel hedef, zihinlerde bölgenin Türkiye’nin genelinden farklı bir coğrafya olarak kodlanması. Bu sözleri ettiklerinde, kendilerine, “Merkezi bütçeden siz ne kadar pay alıyorsunuz ne kadar ödüyorsunuz” sorusunun sorulacağını ve hemen “siz,-biz “diyalektiğinin devreye gireceğini biliyorlar.
‘KANDİL, ÖCALAN’I ADAY GÖSTEREBİLİR’
Cumhurbaşkanlığı seçim süreci ile özerklik tartışmalarının alevlendirilmesinin bir ilgisi var mı?
Bu süreçte özerklik talebinin önemli bir pazarlık unsuru olarak masada olacağı kanaatindeyim. Kendilerine duyulan ihtiyacı göstermek için ilk turda bir aday çıkarabilirler, ikinci turda ise önemli bir
pazarlık olabilir.
Pazarlık için ikinci turu niye beklesinler?
Elbette, ilk tur öncesinde de temaslar, mesajlaşmalar olabilir. Cumhurbaşkanlığı seçim süreci takvimi ile paralel biçimde İmralı, BDP, Kandil arasında çok yoğun bir mesaj trafiğinin sürdüğünü görebiliriz. Karar gününe kadar PKK, elindeki silahı masaya koyduğunda siyasi dengeleri etkileyebileceğini de göstermeye çalışacaktır. Cumhurbaşkanlığı seçim süreci boyunca eylem yapmamasının ne kadar değerli olduğunu bu yolla anlatacaktır. Burada Öcalan önemli bir rol oynayacaktır. “Sürecin devamı için seçilecek cumhurbaşkanının sahip olması gereken özelliklerden” bahsederek bir mesaj verebilir.
Kandil’in bu süreçteki sürprizi ne olur?
PKK, doğrudan Abdullah Öcalan’ı aday gösterebilir, YSK bunu reddedecektir. O zaman, oy pusulalarına geçersiz olması pahasına Öcalan’ın isimlerinin yazılarak sandığa atılması gibi bir yola başvurabilirler. Dünyaya da geçersiz oyların Öcalan’ın şahsına verilmiş olduğunu anlatmaya çalışabilirler. Bu da Öcalan’ın af kampanyası için bir başlangıç oluşturur.
Öcalan’ın bir özgürlük talebi olmamasına rağmen mi?
Öcalan, bunu değişik hesapları veya dengeleri göz önünde tutarak istemeyebilir. Kandil’in talimatıyla BDP böyle bir adım atarsa, Türkiye çok ciddi bir gerilimle cumhurbaşkanlığı seçimine girer. Bu da Türki-ye’ye çok büyük zarar verir. O yüzden, devlet organları böyle bir senaryo varsa hayata geçmesini engellemek için şimdiden adımlar atmalı.
Bölgede ‘vatancılar’ rahatsız
Muhalefet partilerinin bu özerklik taleplerine karşı pozisyonunu nasıl görüyorsunuz?
Özerklik meselesinin öncelikle bölge insanının menfaatine olmadığını anlatabilirlerse, politikalarını daha güçlü biçimde savunabilirler. Bölgede, PKK’nın bölgedeki gücünü pekiştirmesinden rahatsız bir kitle var. Bu kitlenin bir kısmı AKP’ye oy veriyor ama süreçten dışlandığına inandığı için de rahatsız, kültürel hakların verilmesinden memnunlar ama bölgenin PKK kadroları tarafından yönetilmesini de istemiyorlar. Aralarında, Türkiye’deki ortalama seçmenin duyarlılıklarının ötesinde milli sembol ve söylemleri sahiplenenler hiç de az değil. Bunlara “vatancılar” diyebiliriz. Özerkliğin kendilerini Türkiye’den ayrıştıracağını düşünüyor ve buna karşı çıkıyorlar. Dindar olanları da olmayanları da var. Siyaseten çok organize değiller. Muhalefet partileri de bu damarla ilişkiye geçmeyi başaramadı. Yalnızca sol söylem üzerinden iletişim kurmaya çalışmayan, ortalama dindarlıkla barışık bir CHP, temel haklarla ilgili herhangi bir çekincesinin veya meselesinin olmadığını iyice anlatabilen bir MHP de bu kitleyle iletişim kurarak bölgede siyaset yapabilir.
“Özgürlüğün yolu...”
Kürtler PKK’nın özerklik talebine yönelirlerse kendi özgürlüklerinden fedakârlık yapmayı göze mi almış olacaklar?
Kürt kökenli vatandaşlarımızın bireysel özgürlükleriyle, PKK’nın özerklik talebi arasında aslında ters bir orantı var. Demokrasisi derinleşirken etnik farklılıkların doğal tezahürlerine millet çatısı altında hayat alanı açan bir Türkiye, özerk Kürdistan’dan çok daha geniş bir özgürlük ufku sunuyor. Özgürlüğün yolu, ortak paydaları ve güven köprülerini tahrip pahasına küçük azınlığa iktidar imkânları sağlayacak, ayrışmayı ve kutuplaşmayı hızlandırıcı bir özerklik statüsünü savunmaktan değil, demokratikleşmenin pekiştireceği ortak zeminler üzerinde ülkenin kalan kısmıyla kucaklaşarak etrafı düşmanla çevrili bir gettoya hapsolmayı reddetmekten geçiyor.