Siyasetcafe yazarı Özgür Uyanık 'Emperyalizmin Tavşanları' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Uyanık yazısında 31 Mart'ta yapılması planlanan yerel seçimlere ilişkin değerlendirmelerini yazdı.
İşte o yazı;
Bizde de oldum olası emperyalizmin tavşanı çoktur. Her canlı ölümü tadacak vesikası gibi, her siyasal kesimden “tavşanlaşanlar” oldu. Venezuela meselesinde görüldü: Emperyalizm ne zaman projektörleri açsa aydın, yazar, siyasetçi geçinen “tavşanlar” donup kalırlar.
Doğadaki gerçek tavşanlar güçlü bir ışık karşısında geçici körlük yaşarken, emperyalizmin tavşanları onun ışığından başka bir şey göremez hale gelir. Bu arada emperyalizm hepsini alıp aynı şapkanın içine atar. Sonra da şapkadan grisi, beyazı, alacalı bulacalı ne olduğu belli olmayan tavşanları çıkarıp servis eder. Esas olan seyircinin kafasını bulandırmaktır.
İzleyici, tavşanların renklerine takılıp kalsın, birbirlerinden farklı olduğu düşünsün istenir. Oysa renkleri farklı olsa da emperyalizmin şapkasından tek bir tavşan çıkar. O da emperyalizmin tavşanı!İyi Parti’nin NATO’culuğu gizli değil. Meral hanımın Türk siyasetinde bir gelecek hedeflemediği, klasik sağ partiler gibi batı desteğiyle bir yere gelmek istediği artık anlaşıldı.
Peki, CHP-HDP örtülü ittifakını nasıl okuyacağız? Hatırlarsanız 1991 seçimlerinde SHP, HEP’le ittifak yaparak seçimlere girmişti. SHP bilindiği gibi yasaklı olduğu dönemde CHP’nin adıydı. 12 Eylül sonrası CHP çok savruldu ama sanırım sabit olan tek yanı kaldı o da Avrupacılığı. Bu nedenle AKP’li yıllarda CHP’nin batı cephesine savrulması da kolay oldu.
Kılıçdaroğlu buna en uygun yönetimi kurdu ve modern bir elbiseyle batıcı politikaları pazarladı. Bugünkü CHP’nin HDP ile kurduğu yakınlık Kürtlere olan aşkından değil batıya olan hayranlığından kaynaklanıyor. Gerçekçi olmayan ve kopyalanmış basit indirgemelere dayanan bu politikalar nihayetinde batılı güçlerin küresel hegemonyasına hizmet ediyor.Muhalefetin program ve politika düzeyinde batı merkezli olduğu net biçimde görülüyor.
Oysa kaçırdıkları bir şey var: Batı merkezli olmak onları ittifaktan öte aynılaştırıyor. Batının gücü onları o kadar körleştirmiş ki 12 Eylül sonrası kurulan partiler rejiminin bu tekleşme yüzünden çöktüğünü göremiyorlar.Buna karşın Erdoğan’ın siyaset yapma tekniği farklı olma üzerine kurulu. Büyük güçlerle girdiği ilişkilerde, ABD ile en yakın olduğu dönemde bile kendini aykırı biçimde ifade etmeyi başardı.
“Van minüt” çıkışında İsrail’in, “kazan kazan”da ABD’nin bölgesel politikalarına manevra olanağı vermesine rağmen uluslararası politikanın merkezine kendisini koymayı başardı. Erdoğan her şeye rağmen diğerleriyle aynı şapkaya girmiyor.Erdoğan, bugün ABD ve AB ile yıpranan ilişkilerine rağmen aykırı çizgisini sürdürmeye devam edebiliyor. Örneğin, Arjantin’de yapılan G20 zirvesinde küresel göç sorununda göçmenlerin haklarını savunan tek liderdi. Dikkat çekmemiş olabilir ama “göçmen karşıtı politikalar” Amerikancı, muhafazakar ya da faşist Avrupa sağının en temel ayrım noktasıdır.
Erdoğan burada güncel tüm sağ, muhafazakar ve Amerikancı çizgiden kendini ayrı tutuyor. Erdoğan bu göçmenlere dönük kucaklayıcı politikasını kendi tabanına rağmen savunuyor. Türkiye’de sağcı, solcu, İslamcı herkes Suriyelilerden şikayetçiyken yalnızca küresel politikalarda değil, iç politikada da göçmenleri savunmak büyük cesaret istiyor.Erdoğan’ı farklı kılan bir başka konu da Maduro’ya verdiği destek. Yıllardır ABD’ye direnen Bolivarcı Venezuela Cumhuriyet’iyle kurulan ilişki Türkiye’yi bir anda “kızıl ülkeler” sınıfına soktu.
Trump’ın güvenlik danışmanı John Bolton 30 Ocak günü gerçekleştirdiği basın açıklaması sırasında gösterdiği haritada Venezuela’ya destek veren Türkiye; Rusya, Çin, Suriye, İran ve Küba’yla “Kızıla boyanmış” ülkelerden biriydi.Bir de bu siyasi kamplaşmanın devletle ilgili yönü var: Örneğin, geçen haftaki Uygur açıklaması, Dışişlerinde yarım asırlık NATO ilişkilerinin bir sonucu olarak, güçlü bir Amerikancı damarın varlığına işaret ediyor. Aynı şeyi tüm devlet kurumları için söyleyebiliriz.
Partilerin pozisyonları gibi her devlet kurumunda şapkaya giren ya da girmeyen grup ve kişiler mevcut. Fakat şu anda belirleyici olan Suriye cephesindeki saflaşma. PKK/PYD unsurlarının varlığı sürdükçe devlette kümelenmiş Amerikancı ekipler temel politikaları istedikleri gibi belirleyemeyecekler. Eğer bunu yapmaya kalkarlarsa kendilerini dış tehditle birleştirmiş olurlar.
Bu da devlet içinde 15 Temmuzdan daha şiddetli bir çatışmaya yol açar.Gelelim 31 Mart sonrasına.Batı cephesinin tek emin olduğu mesele iktidarın derinleşen ekonomik kriz karşısında güç kaybedeceği. Oysa muhalefet AKP’nin Türkiye’yi bir borç sarmalına sürükleyen, üretim ve tasarrufu değil tüketimi temel alan neoliberal politikalarına daima destek oldu. Zaten Türkiye’nin krizlerine bakarsanız hemen hepsinde batı merkezli ekonomik programlar yatar. AKP’yi böylesi bir kriz sonrası iktidara taşıyan batı merkezi şimdi onu benzer bir süreçle tasfiye etmeye çalışıyor.
Muhalefetin bir başka beklentisi de siyasal gelişmelerin Erdoğan’ı yalnızlaştıracağı ve bunun sonucunda otoriterleşeceği. Böylece ona karşı sürdürdükleri “diktatör” söyleminin haklı bir zemine ulaşmasını umuyorlar.Son 16 yılda Türkiye 13 defa sandığa gitti. 31 Martta 14. kez yapılacak seçimler sonrasında 2023’e kadar sandık yolu görünmüyor. Gelecek seçimsiz dönemde iktidarın halk desteğine ihtiyaç duymayacağı, dolayısıyla “tehdit ve beka” siyasetine sığınacağı sanılıyor.
Muhalefetin bu koşullarda kendi tabanını birleştirerek, iktidardan desteğini çeken kitleye geçici de olsa ev sahipliği yapması bekleniyor.Bu noktada Erdoğan’ın başlatıp muhalefetin derinleştirdiği “kutuplaşma siyaseti”nin başarısını teslim etmemiz gerekiyor. Kutuplaşma belki başlangıçta iktidarın işine yarıyordu. Fakat şimdi onun aleyhine işliyor. Çünkü karşısına kendisinden daha irrasyonel düşünen bir düşman edindi. İktidar kazandıkça muhalefet adeta hezeyana dayanan söylem ve hareket tarzına sahip oldu.
Erdoğan, siyaset yapma zeminini ortadan kaldıran ve düşmanlığa dayanan bu kutuplaşma siyasetini –Fazıl Say’la buluşması gibi- aşmaya dönük adımlar atmaya başladı. Diğer yandan uzun yıllardır bu siyasetten nemalanan -Nihal Osmanoğlu gibi- AKP çevresinde kümelenmiş kesimleri denetleyemiyor.Muhalefetin umut kaynakları işte bunlar. İyi Parti AKP’den kaçan sağ-muhafazakar, HDP liberal ve Kürt oyları teknesinde toplamayı hesaplıyor. Bu cepheye İslamcı kanattan destek Saadet Partisi’nden geliyor. En şanssızı olan CHP ise Alevi ve liberal Atatürkçü oylarla büyüyeceğini sanıyor. Onun Saadet’i de siyaset dışı kalmış bir ÖDP.
ÖZGÜR UYANIK
SİYASETCAFE.COM