2011 yılında başlayan Arap isyanların kuzey Afrika ve Orta Doğu’da birçok ülkeyi derinden etkiledi.
Bu ülkelerin en başında Türkiye geliyordu.
Türkiye bir yandan yanı başındaki istikrarsız komşularının iç isyanlarına kayıtsız kalmayıp göçü göğüslemeye çalışırken, diğer yandan bu göç bölgesinden peydahlanan terör örgütleri ile mücadele ediyordu.
2016 yılı sonrasında Türkiye ile Avrupa Birliği arasında imzalanan Geri Kabul Anlaşması sonrasında Avrupa’ya yönelen göç akışı giderek azalmış; anlaşma kapsamında Yunanistan’a ulaşan tüm düzensiz geçiş yapan bireylerin Türkiye’ye iadesi öngörülmüştü.
Buna karşılık ise Türkiye’ye geri gönderilen her bir düzensiz göçmen için, bir düzenli mültecinin AB ülkelerine kabulü taahhüt edilmişti.
Avrupa’yı göç akışı kesilmesinden mutlu iken bir taraftan da savaş bölgesinin zenginlerini ve bilim adamlarını seçerek ülkelerine alıyorlardı.
Öyle ki; masum ve mazlum halk umurlarında değildi.
Ne de olsa Türkiye o çileye talipliydi.
Türkiye`nin yaşadığı göç dramına destek vereceğini söyleyen ve bunun için bir çok taahhütte bulunan Avrupa geçen süreç zarfında hiçbir sözünü yerine getirmedi.
Türkiye her defasında AVRUPA`yı uyarmasına rağmen Avrupa Türkiye`nin söylemlerinin blöf kabul etti.
Taa ki bir anda şehit haberlerimiz gelen dek
İdlib’te Türkiye’nin 36 askerinin şehit edilmesi hesapları değiştirdi.
Türkiye artık kendisine hem insani dramlarla, hem de terörün gölgesinden bu soruna daha fazla katlanamazdı ve işte sınır kapılarını bu yüzden açtı.
Türkiye'nin açık kapı politikasından sonra Yunanistan'a giden mülteciler dövülerek, paraları alınarak ve hatta taciz edilerek yeniden Edirne'ye gönderiliyor.
Suriye'deki düzensiz kampları andıran alanda bekleyen binlerce göçmen yine de sınırı geçmeye kararlılar.
Bu uğurda şimdiye kadar 3 ölü bile verdiler.
Ölümden kaçarken, ölüme koşmak demek bu olsa gerek.
Türkiye-Yunanistan sınırında mültecilerin günlerdir maruz kaldığı bu durum, `medeniyetin merkezi` denilen o merkezlerin sorun kendilerine bulaşınca nasıl bir hastalık sergilediklerinin göstergesidir.
Bu süreçte Avrupa Birliği "değerleri" idealinin inandırıcılığının büyük bir yara aldığını ifade etmekten öte gerçeklerinin su üstüne çıktığının göstergesidir.
Avrupa devletleri İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi Avrupa Birliği değerleri çerçevesinde, Suriye ve diğer ülkelerden gelen mültecilerin Avrupa’ya girmeleri için hızla yasal yollar açması gerekirken, ilkel çağlarda bile eşine az rastlanılan gasp, soygun, insan hakları ihlalleri gibi işlemlere OLİMPUS dağı çocukları ile imza atmaktadırlar.
Bu OLİMPUS çocukları kapılarına daha iyi bir hayat, savaşsız bir hayat için dayanan insanları soyup, anadan doğma soyarak geri gönderirken, bu hizmetlerinden dolayı AB`den parasal yardım alıyorlar.
Niye?
OLİMPUS`un çocukları vatikanın hizmetkârı da ondan .
OLİMPUS`un çocukları AB`nin şımarık ve rüşvetçi çocukları da ondan.
Rahmetli Cemil Meriç`in sözleri ile ‘Olimpos dağının çocukları, Hira Dağının evlatlarını asla kabul etmeyecektir’ ...
Bu mücadele de ortaya çıkan hakikatler bu cümlelerin ispatıdır...
OLİMPUS`un çocukları kapılarına bir damlacık su için dayanan insanlara kurşun sıkarken, HİRA`nın çocukları onları ülkelerinden giderken bile korumaya almıştır.
İnsanlarımızın, Kızılay’ımızın, duyarlı sivil toplum örgütlerimizin bir yana bırakın bu ülkenin GÖÇ İDARESİ DAİRESİNİN en üst görevlileri bile orada bir gönüllü aktivist gibi çalışmaktadırlar.
Dünyanın hiçbir yerinden o ülkenin GÖÇ İDARESİ bir sivil toplum örgütü gönüllüsü gibi mültecilerine bu şekilde kol kanat germez.
Bizdekiler günlerdir oradalar ve canla başla insanlık hizmeti vermektedirler.
Niye?
Çünkü insan doğmak kolayda, insan kalmakta bir fıtrat meselesidir, bir medeniyet gerçeğidir.
O medeniyet gerçekleri OLİMPUS çocukları ile HİRA `nın Alperenleri arasındaki ahlaki, insani farkı açıkça ortaya koymaktadır.
Bu fark kıyamete kadar değişmeyecek, mu mücadele kıyamete kadar sürecektir.