Gazeteci yazar Nihat Genç yine gündemi sallayacak bir yazı yazdı.
Genç’in; “Faiz lobisini” satalım, Bülent Arınç'ı satalım. Menzil ve tarikatları NASA'ya satalım, Cübbeliyi de yanında eşantiyon verelim. Yetmez Ama Evet anayasasını satalım. Sol liberalleri satalım, AB'ye giriyoruz, Ermeniler'e toprak, tazminat, bilmem ne işine yarar Vietnamlılar'ın… “Açılım”ı satalım. Üçü bir arada “barış-özgürlük-demokrasi”yi kolye yapıp satalım. Çin'de futbol hazır şenleniyorken Ahmet Çakar'ı, Erman Toroğlu'nu satalım. 2071 hedefini satalım, Kezban Hatemi de fazladan kıyağımız olsun. Eski cumhurbaşkanı, eski başbakan; Gül'ü, Davutoğlu'nu satalım. Alırlar mı?” dediği Odatv’deki yazısı şöyle:
“Hakikaten korkunç günler yaşıyoruz.
Gençler aralarında tartışıyor ve bizi de suçluyor. Sizler “milli”, “üretim”gibi lafların arkasına saklanarak “serbest piyasayı” yıkıp yerine komünist bir devlet inşa edeceksiniz, diyorlar.
Peşinden saydırıyor, Türkiye'yi dünyaya kapatacaksınız, yabancı sermaye gelmeyecek, vs. vs.
Bu korkunç cehalet ideolojik körlük ve ideolojik şartlanmanın ürünü. Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki devrimlere de Köy Enstitülerine de aynı “komünistlik” suçlamasını yaptılar, siyasi neticelerini seksen yıl iktidarda kalarak aldılar.
ÖĞRETMENİMİZ BİZLERE “KOMÜNİSTLİK” ÖĞRETİYORMUŞ…
Kafası epey karıştırılmış bu gençlere seminerlerimde anlattığım gibi işin en başından tane tane usanmadan anlatmalıyım, ot, yem, gübre yoksa hiçbir şey ekemez, hiçbir şey üretemezsiniz. Bakın mandıracılığa giren büyük firmalar dahi yurt dışından çok ucuza geliyor diye kapılarını tek tek kapatıyor. Arjantin'in iki yıl öncesine kadar Tarım Bakanlığı yoktu. Yüz ölçümüne oranla tarımsal toprak büyüklüğü bizim yarımızdan daha az. Ancak GDO'lu soyası var. Henüz ilkokuldayken öğretmenlerimiz bize “soya”yı, bugün yasak olan “kenevir”i öğretirlerdi. Kenevirden kağıt, iplik, pazar filesi, çuval, torba, elbise yani naylon torbanın ikamesi olduğunu anlatırlardı. Henüz ortaokulda balık unu fabrikasını gezdiren öğretmenimiz, balık artıklarının-kılçıklarının üzerine mikrop-bakteri önleyici ilaç döküldükten sonra karıştırılıp nasıl yem yapıldığını anlatırdı. Demek ki öğretmenimiz balık artıklarını ekonomiye kazandırma bahanesiyle bizlere “komünistlik” öğretiyormuş.
Katma değeri de şöyle öğretti, bakın arkadaşlar, elimizde sadece on koyunumuz, on ineğimiz olsun. Ve malımızı çarşıya getirdik. Çarşının bir çadırında hayvanın derisi satılıyor. Çarşının ikinci çadırında hayvanın yünü satılıyor. Çarşının üçüncü çadırında hayvanın kelle paçası satılıyor. Çarşının dördüncü çadırında hayvanın bağırsakları satılıyor. Çarşının beşinci çadırında hayvanın ciğeri, böbrek ve dalak ve yüreği satılıyor. Çarşının altıncı çadırında hayvanın sütü, peyniri, yağı satılıyor. Çarşının yedinci çadırında hayvanın “eti” satılıyor. Çarşının sekizinci çadırında hayvanın işkembesi satılıyor, vs.
Bu “malların” her biri ayrı bir iş koluna hizmet ediyor, mesela deriyi alanlar ayakkabı yapıyor, mesela işkembeyi çorbacılar alıyor...
Bakın on tane inek bir çarşı dolusu insana çok büyük bir “iş alanı” açıyor ve bir küçük kasabayı doyuruyor ve hareketlendiriyor; kebabı, lokantası, sucuğu vs. ile sekiz hayvanın katma değeri, maliyetlerinin yirmi otuz katına çıkıyor.
Üstelik “hayvancılık” Türkler’in en iyi bildiği en kadim mesleği. Bu topraklara da sürülerimizi, Karadeniz ve Toros yaylaları ve yemyeşil nehir kenarları bulduğumuz için geldik. Şimdi, ta Brezilya'dan Arjantin'den inek getiriyoruz ve bu milletin çocukları onlarca yıldır bundan hiç ama hiç utanmıyor. Bir de şimdi şarbon diye ayağa kalktınız, bu sütunlarda henüz geçen yıl bakanlık ölü hayvanları kesip millete nasıl yediriyor diye videolarını yayınladım, koca basından ve Meclis’ten tek kişi cesaret edip belgesi ortada olduğu halde sormadı.
SAHİ NE SATALIM?
Planlamayla da dalga geçtiniz, arsaları vakıf üniversitelerine peşkeş çektiniz, oysa aynı arazilerde yüz üniversite yerine yüz mandıra açsaydınız her yıl on bin, yirmi bin dolar yolduğunuz öğrencilerin, önce karnını doyururdunuz, FETÖ’ye kaptırıp ajan olmazlardı; çoban, işçi yani onurlu insanlar olurlardı.
Kağıdın yok, etin yok, gübren, yemin, otun yok ve sadece gelecek yıl 250 milyar dolar dış borç ödeyeceksin, söyle, şimdi ne büyütüp ne satacaksın?
Sahi ne satacağız, yaylaları, dereleri hatta Abdülhamit'i sattınız, mezar taşlarını sattınız, sahi ne satalım, Tayyip Erdoğan'ın “ey”lerini satalım, Ey Putin, Ey Avrupa'nın ey'leri.
Bir milyar “ey”i torbalayıp ambalajlayıp, bunlar dünya liderinin “ey’leridir”, ey Afrikalılar ey Hintliler...
Benim başörtülü bacım sloganlarını unutmayın, mağduriyet satalım, Gavs hazretlerinin zikirlerini satalım. Okuyup, üfleyip, torbalara koyup Çin'e satalım, yemediler mi, Afrika'da bizim gibi budala birkaç devlet bulamaz mıyız, soğanı gavsla ince ince doğrayacaksınız, deriz..
Olmadı, semirmiş bön yüzlü Engin Ardıç'ı satalım, angut ki ne angut, Fransa'nın işine yarar, biraz da Napolyon'a küfretsin, olmadı mı Mısır'a gönderelim, Cemal Nasır'a küfretsin, olmadı mı Hindistan'a gönderelim biraz da Gandhi'ye küfretsin, yanında mercimek gözlü Burhan Kuzu'yu satalım, yanında Çubuk turşusu Mehmet Metiner bonusu, şöyle bulguru, biberi iyice ezsinler.
“Faiz lobisini” satalım, Bülent Arınç'ı satalım. Menzil ve tarikatları NASA'ya satalım, Cübbeliyi de yanında eşantiyon verelim. Yetmez Ama Evet anayasasını satalım. Sol liberalleri satalım, AB'ye giriyoruz, Ermeniler'e toprak, tazminat, bilmem ne işine yarar Vietnamlılar'ın… “Açılım”ı satalım. Üçü bir arada “barış-özgürlük-demokrasi”yi kolye yapıp satalım. Çin'de futbol hazır şenleniyorken Ahmet Çakar'ı, Erman Toroğlu'nu satalım. 2071 hedefini satalım, Kezban Hatemi de fazladan kıyağımız olsun. Eski cumhurbaşkanı, eski başbakan; Gül'ü, Davutoğlu'nu satalım.
Alırlar mı?
Almazlarsa biz niye boşu boşuna besledik, baş tacı yaptık, 16 yılın 16 bin gecesi ekranlarda ağırladık, canlıları, olmadı üstlerini soyup elbiselerini satalım, yoksul bir Afrika ülkesi giysin…
BEŞTEN BÜYÜK OLMANIN TAM ZAMANI...
Dalakları, yürekleri, işkembeleri, kelle paçaları, bağırsakları para eder mi?
Yanında tarifesini de versek çok iyi haşlaması, kebabı da olur, desek.
Bence iyi fikir kapış kapış gider, Birleşmiş Milletler binası önünde çadır kurup, gelen geçen millete satalım. Beşten büyükler, gel vatandaş beşten büyükler burada, ey dünya işte beşten büyükler ayağınıza kadar geldi.
Dünyamızda imparatorluklar savaşı yeniden başlıyor, Çin-ABD geriliminin I. Dünya Savaşı öncesine benzeten siyaset bilimciler çoğaldı, beşten büyük olmanın tam sırası.
Boyayalım, cilalayalım, reklam metinleriyle üfürelim, satalım, bu Arınç var ya, S-400'lere başlık yapılabilir, bu Burhan Kuzu “kıtalararası füze”, bu Engin Ardıç “nükleerde kullanılan uranyum”, bu Davutoğlu, Suriye savaşını başlattı, deneyimlidir, bak Trump çakalı saldırmadan kelepirden satıyoruz.
Olmadı, Mehdi, Mesih ihtiyacınız olursa, dert değil, elimizde mehdi fazlası var, üstelik tren, uçak gibi ulaşımına da ihtiyaç yok, uçar gelirler, bunlar beşten de büyük, hatta birden büyük kainata, jüpitere kara deliklerde dahi sattığımız mallarımız.
Yutmadınız mı, yine mi olmadı, mallarımıza Anadolu Tanrısı Kibele gibi isimler yine olmadı, Yunan Mitolojisinden Apollon, Zeus markaları takalım, olmadı, mezarlıklarımızdan çalınmış eski Osmanlı sarıklı mezarbaşlarını satalım, Mao'nun başına geçirirsiniz, yanına da fesli Kadir'i oturtursunuz, diğer yanına sol liberal Ahmet İnsel'i, sizi de görürüz korkudan, tarihten, dünyadan nasıl kaçıyorsunuz.
Bu malları alırsanız üst üste dokuz seçim zaferi kesin, üstelik ucuz Çin mallarından daha düşük paraya, sonra sarayınızdan kilim silker gibi silkeler sokağa atarsınız, sümük gibi sokağa fırlatırsınız, soran olmaz bakan olmaz, Allah için çok kullanışlıdırlar.
Ancak tarifesini de yanında vermek lazım, sisteme monte etmeniz yani sabitlemeniz lazım, ordu, sendika, sivil muhalefet her şeyi yok etmede birebirdirler, kahraman yaratır sonra tapınırlar, sonra dünya niçin bizim Tanrımıza tapınmıyor diye dünyaya savaş açarlar.
Tarifesini (prospektüs) iyi yazmak lazım, bunları dolapta saklamayacak ekranlarda tutacaksın, her gün yemeleri için önlerine darbe, cunta, başörtüsü, inancımı yaşamak istiyorum laflarını yem diye atacaksın. Ancak önemli uyarı bunların hepsini neo liberal, sol liberal, islamcı bir arada almalısınız, çünkü, hepsi tek bir “aygıt”.
EVET ANLAMADINIZ, ÇÜNKÜ SİZ DİNSİZSİNİZ
Ey Çinli kardeşim, bunlar senin en ucuz malından daha ucuz, ey Çin milleti, diyelim cep telefonu üreteceksin, Gavs hazretlerinin duaları olmadan “robot”üretilemez, ey kafir o robota Murat Belgesi, Mehmet Altan'ı faşist demeden o malı satamazsın.
Ey darbeci kafir, Burhan Kuzu, Bülent Arınç gibi “hatipler” olmadan bir mutfak robotunu nasıl üreteceksin, hatiplerimiz sayesinde önce yirmi milyon müşteri bulacaksın, döndür döndür millet, devlet, anayasa, hukuk, akıl, ahlak dağılıncaya kadar konuşturacaksın.
Hammaddesi, tasarımı, işçisi, maliyeti, vs., kalkıp o kadar zahmet ediyorsunuz, yanılıyorsunuz, biz size “üretim” olmadan, hammadde olmadan kalkınan kahraman dünya devi mucitlerimizi, ekonomik kalkınmamızın ticari sırlarını satıyoruz.
Bu aletler çok marifetlidir, önce ortak aklı, ortak hukuku, önce bir milleti, önce ortak heyecanları, arsaları, arazileri, ihaleleri yok edecek, ortada hiçbir şey kalmayınca, Allah'ı, Kur'an'ı, Ahlak'ı, dini kıtır kıtır yiyecekler, her şeyi satıp savdıktan sonra Abdülhamit çöplerinden “Dünya Lideri”ni yaratacaklar.
Ey Çin, ben dünyanın en büyük ekonomisiyim diye hava atıyorsun, ama siyasetin sıfır, boşuna. Bir sor bakalım, bizim mallar niye ekranlarda hep geceleri çalışıyor. Çünkü saray uyuduktan sonra ekranlarda “gece nöbeti” tutuyorlar. Yani düşmanı ekran başında tutarak saraya suikast yapmasını önlüyorlar.
Ha ha ha ne kadar komik diyeceksin, aman deme mahcup olursun, daha ne marifetleri var, bir sor bakalım; bu mallarımız ekranda on saat oturduğu halde neden hiç tuvalete kalkmazlar, ya, yaaaa, ya..ak kafa, bilemedin.
Çünkü bu aygıtın içinde “dönüştürücü” var, tuvalete heba olacak sidik ve dışkıyı önce gaz, sonra enerji haline getirip “beyne” pompalıyor sonra da bu beyni milletin hizmetinde tarlalarda, fabrikalarda kullanıyoruz.
Var mı Çin'de böyle bir “makine”, bir de oturmuş konuşuyorsun.
Peki bu dönüştürücü nasıl çalışıyor diye soracaksın, milli sır söyleyemem, aramızda kalsın bunu en iyi Çinliler bilir, Çin selamından çaldılar, hani iki büklüm eğiliyorsunuz ya, sarayın önünde iki büklüm eğilin, içindeki “dönüştürücü”otomatik çalışmaya başlayacak, yurdumuza döviz, sıcak para akacak, borsalar coşacaktır.
Boşuna denemeyin, iki milyar Çinli içinde bu kadar gönüllü çalışacak bulamazsınız, bulsanız Didem Aslan, Fatih Altaylı, Turgay Ciner bulamazsınız, sebebini söyleyeyim, burada bir Allah var, bu Allah için insanları ve dünyayı yaratmış diyorlar, hatta Çin'i de Allah yaratmış, şehvet, kuvvet, cinsel güç, tamah, aç gözlülük hepsine kepçe kepçe vermiş, yağı balı önlerine koymuş.
Evet anlamadınız, çünkü siz dinsizsiniz, Allah nedir kafanız karıştı, Allah, verendir, icad etmeye, üretmeye hiç gerek yok, bu milletin büyük sırrı burada: Allah hep veriyor. Nereden bulup veriyor, sormayın. Siz iki milyar insan boşuna çalışın. Allah bize hep veriyor.
Ayrıca Allah arsaların, ihalelerin yanında siyasi imtiyaz, saray, dolar, siyasi ahlak, hatta Fatih'in, Kanuni'nin mezarları yanında mezar yeri dahi veriyor.
NE OT KALDI, NE TARLA, NE HAYVAN, NE YAYLA...
Bunca zaman nasıl akıl edemediniz üçer beşer belediye ihalelerini, hep Allah veriyor, ayrıca Allah “erkek cinsini” öyle güzelleştiriyor ki üçer beşer kadın alıyorsunuz.
Ey Çinliler, Allahımızı da beğenmediyseniz “dansöz” satalım size.
Zikir çeken dansöz çeşitlerimiz bile var.
Olmadı mı, boş köylerin boş camilerinde hiç cemaat yüzü görmeden maaş alan hocalarımızı gönderelim, şimdi, bir milyar Çinli'yi arkalarına koy, bir tekbir çekerler, Allaaaaaah, Japonya'da dokuzluk deprem olur, siz de bir düşmandan kurtulmuş olursunuz. Geçtim Çinli cemaati, her bir hocamızın arkasına bir tabak pirinç koyun, bir tekbir, pirinçler şişer bir tepsi pilav olur.
En iyisi mi biz size bu malların damızlık spermlerini satalım.
Şu bayramlarınızda sokaklardan geçirdiğiniz ejderhalarınızın ağzına koyarsınız, vallahi sizden önce bunları Bush görmüş, nükleer bomba yerine işte bunları kullanmıştı, o gün bugün.
Bu ülkede ne ot kaldı, ne tarla, ne hayvan, ne yayla.
Yine mi olmadı, bari Çinli kardeş, ocağınıza düştük, Allah rızası için, şu ucuz Çin mallarını kime nasıl kakaladınız yalvarırım bir öğretin.
Bu nükleer atıkları, çöpçü almaz.”
Siyasetcafe.com