Cumhuriyet Gazetesi yazarı Ekonomist Bartu Soral, gazetenin "HDP", "Selahattin Demirtaş" ve "Osman Kavala" propagandası yapmasını eleştirmiş, gazete yönetimi de bu durumdan rahatsız olarak Soral ile yollarını ayırdığını duyurmuştu.
Cumhuriyet'in bu tavrı sosyal medyada eleştirilirken, Oda TV yazarı Nihat Genç'te konuya sessiz kalmadı. 'Cumhuriyet yazarlarını uyarıyorum' başlıklı bir yazı kaleme alan Genç, Cumhuriyet Gazetesi'nin Bartu Soral'a karşı tavrını eleştirdi.
İşte Genç'in yazısı;
Gaspçi neo-liberallerin Cumhuriyet'ten kaç yüz milyar lirayı cebellize ettiklerine dair Cumhuriyet'in yeni yönetimi tek satır açıklama yapmaya yanaşmazken Bartu Soral'la bin-bin beş yüz lira gibi telif parasının telefonda konuşulmuş olmasını 'bu işin içinde para meselesi' var diye bu bin-bin beş yüz lirayı paradan sayıp Bartu Soral'ı suçlaması (arkasında 'para meselesi' var diye suçlama yapması) yenilir yutulur bir şey hiç değildir.
Cumhuriyetçi Atatürkçü kitle sakin olsun, burada kripto Sorosçular yok, sorun çok daha köklü, şöyle.
Gelelim bir kurum olarak holding medyasına. Holding medyasında uzun yıllar çalışmış olmaktan öte holding medyasına düzenli konuklar olarak yıllarca girip çıkmışsanız dahi holding kültürüyle zehirlenmeniz kaçınılmazdır.
Yüzlerce holding yazarını girip çıkanları konuşanları bir zaman uğramış olanları değişen tavır ve siyasetleriyle çok iyi tanıyoruz.
Muhalif de olsanız holding medyasında misafir de olsanız holding kültürü sizin siyasetinizi ve davranışlarını sinsice hizaya sokar.
Nedir holding zehirlenmesi, kibir, küstahlık ve ben bilirimcilik ve siyaseten etnik milliyetçilik ve AB'cilik gibi konuları en azından zararsız görmek, ülkenin bölünmesini dahi 'özgür tartışma' alanı barış ve demokrasi değerleri içinde karşılamak kabul etmek.
Bu zehri fazlasıyla solumuş ağbiler arkadaşlar birden karşılarında bodoslama Soros'a karşı birini görünce paniğe kapılmaları kusmaları ve Soros'a karşı olmayı dahi faşizm gibi görmeleri doğaldır.
Yani holdingler satılıp el değiştirince denizsiz kalan balıkların burundan soluyan huysuzluklarına alışmalıyız. Huysuz ne demek, mesela Huysuz İhtiyar? Yıllarca edinilen alışkanlıklar dışına çıkılınca huysuzlanma denir! Kahvenizi hep sade içiyorsanız şekerli gelmiş kahve karşısında nezaket sınırlarını da aşan bir tepki göstermek demek.
SİYASİ FİKİRLER DE ALIŞKANLIKLARIN ÜRÜNÜDÜR
Emre Kongar beyin arabasıyla evinden alınıp arabasıyla evine bırakılması mesela böyle bir alışkanlıktır, mesela, ekonomiyi hep şirketler içinde ve şirket gerçeğiyle okumuş öğrenmiş yazmış insanlar birden karşılarında Bartu Soral'ın yazısında 'kooperatif' kelimesini görünce huysuzlanması böyle bir şeydir, konu epeyce uzundur.
Siyasi fikirler de alışkanlıkların ürünüdür, biz buna konformizm de diyoruz, alışkanlıkları çevre iklim ve içinde bulunduğumuz kurumlar bizlere çaktırmadan benimsetir.
Cumhuriyet Gazetesi'nin sıkıntısı Atatürkçü bağımsızlıkçı bir duruş kavgasından çok holding döküntülerinin huysuzluklarıyla baş edip edememe sorunu ve holding kültürüyle edinilmiş siyasi fikirlerin artık yoksul parasız imkansız bir gazete gerçeği içinde gülünç hale gelmesidir.
Mesela Çarşamba günü Halk TV'de medya mahallesi programında Soros'u zararsız gösteren konuşmalara dahi şahit oluyoruz, hiç şaşırmayın.
HOLDİNG MEDYASI BÖYLE
Beyaz Baretliler-Beyaz Kasklılar bir sivil savaş örgütü, Irak ve Suriye'de savaştı, bu örgüt bir ajan örgütü ve batılı istihbarat merkezleri kurdu, üstüne başta Soros bir çok düşünce kuruluşu ve Batılı diplomatlar bu örgüte destek verdi, adını bilmeyen tanımayan yok, hatta IŞİD'i dahi bu örgütün kurduğu söylenir ve işgal ve iç savaş boyunca IŞİD’cilerle yan yana savaştı.
Ben, Cumhuriyet yazarı Zeynep Oral'ın işte bu örgütün bir temsilcisinin konuşması karşısında ağlayarak beyaz baretlileri övdüğünü Taylan Kara yazısından öğrendim.
Zeynep Oral bir hafta önce anti-emperyalist hassasiyet taşıyan Bartu Soral'ın yazısı karşısında 'kustuğunu' söylerken aynı Zeynep Oral bu örgütün-beyaz baretlilerin insanlık için verdiği mücadele karşısında mutluluktan ağlıyor.
Bakar mısınız Zeynep Oral hanımefendi kime ağlıyor kime kusuyor!
Tekrar edelim, Soros'un desteklediği vahşi ajan savaş örgütüne sevinçle ağlarken Soros'a karşı çıkan Bartu Soral'ın yazısından iğreniyor ve kusuyor.
Ve emperyalistleri öven anti-emperyalistlere kusan bu yazılar kendisine Atatürkçü denilen bir gazetede yayımlanıyor!
Oysa Zeynep Oral siyaset bilmez dış politika hiç bilmez, siyasi-felsefi analizleri hiç yoktur, Zeynep Oral bir 'tanıtım' yazarıdır, o sergiyi bu sanatçıyı şu kültür etkinliğini 'tanıtan' bir yazar. Sanat ve edebi derinliği hiç yoktur.
Ancak holding yazarı imtiyazlarını kullanıp her sanat faaliyetinde ve ödül jürilerinde uzun yıllar bulunmuştur. En derin kitabı da opera sanatçımız Leyla Gencer biyografisidir.
(Geçenlerde trafik polisinin ceza yazmasına sinirlenip kriz geçiren bir öğretim görevlisi hanımefendinin durduk yere attığı kriz çığlıkları videosu haber konusu oldu, milletçe izledik.)
Nedensiz çığlık atan bu öğretim görevlisinin çığlıkları şüphesiz bir Leyla Gencer operası değildi, ama, bir şeylere kızdığı kustuğu iğrendiği ve midesi kalktığı açıktı.
Çığlık atan kadının tek kusuru, 'araziyi' karıştırması, evinde ya da sahnede bu çığlıkları atsaydı sorun olmayacaktı. İşte holding medyası böyledir, her kamusal alanının sahibiymiş gibi küstahça bağırıp çağırmayı itmeyi kakmayı dövmeyi aşağılamayı kovmayı kendilerinin en doğal hakkı sanıyorlar.
Zeynep Oral hanımefendi! İhalelerle banka soygunlarıyla geçinen bir holdingin yazarı değilsin, yazmakta olduğun gazete ondan bundan dilenerek geçinmeye çalışan yokluklar içinde çıkıyor.
Bu acımasız gerçek hala holding yazarı havalarındaki burnunuza ders olsun, işte bu yokluk bu çıplak gerçek aksine hepimizi kardeşleştirsin, eski holding günlerindeki gibi har vurup harman savuracak günlerde değiliz, önümüze gelen sorumlu ve okumuş insanları holding günlerindeki gibi acımadan sorumsuzca kovacak bu kadar değerli insanı harcayacak kadar lüksümüz hiç yok.
'CUMHURİYET GAZETESİNE LAF ETMEK KOLAY DEĞİL'
Yani, Atatürkçü, kemalist, laik, çağdaş, aydınlanmacı bir Cumhuriyet Gazetesi'ne laf etmek hiç de kolay değil.
Ancak bu tuhaflıklar bugünlerde yaşanıyor, ve insan kendini Edgar Allan Poe'nun korkunç gotik hikayeleri içinde buluyor.
Edgar Allan Poe'nun Kuyu ve Sarkaç hikayesi Cumhuriyet Gazetesi'nde neler oluyor Cumhuriyet Gazetesi'ne laf edip etmemek konusunda nasıl sıkışık dar alanda fırtınalı bir yerde durduğumuzu bize çok iyi anlatıyor.
Bartu Soral'a hücum eden yazar kadrosunu Kuyu ve Sarkaç hikayesinde Edgar Allan Poe hikayenin girişinde şöyle tasvir ediyor:
Hikayedeki bu kara cübbeli yargıçlar kim, Engizisyon hakimleri, 'dudakları beyazdı ve sarsılmaz kararlılıkları vardı' diyor, şöyle devam ediyor: 'Kaderimi bekleyen hükümlerin o dudaklardan dökülmekte olduğunu gördüm..'
Hikaye kahramanı atıldığı zindanı şöyle tarif ediyor: 'Görmek istiyor ama bakmaya cesaret edemiyordum, çevremdeki şeylere bakmaktan korkuyordum,
Hikaye anlatıcısı kendi 'konumunu' şöyle tarif ediyor: 'Önümde dipsiz bir kuyu, arkamda kor alev gibi yanan bir demir duvar, ikisi arası sıkışmışım. Nasıl bir yere düşmüş olduğumu anlayınca irkildim...'
Ve Zeynep Oral'ın kusması karşısında siyasi ahlakına güvendiğimiz bir çok yazarın sessiz kalmasına ne diyeceğiz? 'Ürperdim çünkü sesleri yoktu!'.
'HİÇ BİR ŞEY GÖRMEMEKTEN KORKUYORDUM!'.
Evet, korktuğumuz oldu, hiç bir şey göremedik, evet, bağımsızlıkçı bir cumhuriyetçi Cumhuriyet Gazetesi'nden kovuluyor ve ses yok.
Şüphesiz aydın laik dürüst bilim adamlarına karşı söyleyebileceklerimiz çok sınırlı. Allah kimseye göstermesin, bizimkisi çok sıkışık bir vaziyet. Bir laf etsek bir adım önde dipsiz bir kuyu. Bir adım geri çekilsek arkamızda kor alev gibi demirden bir duvara yapışıp kalacağız ve Poe'nun tasviriyle: etrafımız (holding) farelerle dolu.
Kımıldamak mümkün değil!
Her türlü eleştiri ve özgürce konuşmaktan yanayız ve ama gerçek bu: KIMILDIYAMIYORUZ.
Muhalif Cumhuriyetçi kitleler ne menem bir zindanda ne menem bir işkence altına kimlerin mengenesiyle sıkıştırıldılar, Edgar Allan Poe'nun zindan sahnesini bağımsızlıkçı cumhuriyetçiler aynen yaşıyor:
'Sarkaç salınıyor ve salınımı tam kalbimin üstüne kadar indi, elbisemi parçalıyor, ölümüme bir kaç dakika kalmıştı..'
İKLİME KARŞI GELENLER KOVULDU FAŞİST IRKÇI İLAN EDİLDİ
Susmak konuşmamak da ilginç bir meslek halini aldı, bu mesleği de yazarlarımıza öğreten holding medyasıdır, holdinglerdeki baş köşelerini ve rahatlıklarını arıza ve alarm anlarında sessiz kalmaya borçlu olduklarını çok iyi bilirler.
Çünkü holding yazarlığı iklimden ve çevreden bağımsızdır, kendi şartlarını gerçeğini menfaatini ülkenin bayrağın bağımsızlığın her şeyin üstüne koyar.
Oysa bir kültürün olabilmesi için hava şartlarının uygun olması kaçınılmazdır, Anadolu toprağı kara kışa ve çölleşmeye karşı kültür uygarlık yoğurabilmiştir, ancak, modern toplumda iklimden ve çevreden ve acımasız gerçeklerden bağımsız iklimler oluşturuldu.
Holding basını kırk uzun yıl dayatmacı etnik milliyetçi AB'ci bir iklim oluşturdu, öyle ki bu sanal iklime karşı gelenler kovuldu faşist ırkçı ilan edildi ve yüzlerce yazar görmezden gelinerek imha edildi.
Ancak bu holdingler satılsa da el değiştirse de aynı sanal iklim sürüyor, bu sanal denizlerin karasına vurmuş balıkların hezeyanlarını hüzünle izliyoruz.
Hayatlarının uzun bir bölümü steril hijyenik holdinglerde geçmiş yazarlara ve yazılarına bakın. Gerçekte hayatımız bir çöldü ama bu holdingler sanal bir bahar oluşturdular. Holding hayatında yüksek basınç alçak basınç kar kış deprem felaket hiç fark etmez. Kar rant konfor ve siyasi fikirler hiç değişmez.
Ben holding yazarlarının gerçek hava koşullarına ayak uydurabilecekleri ve oradan buradan parayla taşıma suyla bu holding kalıntılarının mutlu mesut olabileceklerini hiç sanmıyorum.
Gittikçe soyları tükeniyor.
Bir soykırım.
İklim bilimciler çöl ortasında Roma sütunları bulup, şu soruyu sordular, bu çölde bu uygarlık nasıl gelişti? Bir, daha önce ormanlıktı yeşildi sonra mı çölleşti?
Yoksa, inadım inat birileri çöle uygarlık mı taşımak istedi?
ÜLKENİN SİYASİ DENGESİNİ MAHVETMİŞ LİBERALLERLE HDP'YLE İYİ GEÇİNEREK HALA…
Cumhuriyet Gazetesi gelenektir geçmişte zaman zaman Cumhuriyet'in ilk yılları Köy Enstitüleri gibi vahalar anıtlar anlatıp duruyor, ancak, holding hayatlarından ötürü anlamadıkları çok şey var, bu vahalar gerçektir ama insanlar çöl şartlarında çok çok büyük çabalar göstererek bu devrimleri yaptılar bu okulları inadına beş kuruşsuz imkansız mucizelerle açtılar.
Holding konforuyla değil.
Çıplak gerçeklerini biliyorlardı, bize bizden başka yardım edecek kimsenin olmadığını. Sorosmuş, liberallermiş, size yardım etmeyecek, onlara şirin görünmek, eski holdinglerin bir yanılsamasıdır ve bu yalancı serap kırk uzun yıl sizleri aldattı.
Ülkenin siyasi dengesini mahvetmiş liberallerle HDP'yle iyi geçinerek hala CHP'de Halk TV'de siyasi bir denge arıyorsunuz, boşuna.
Sadece kendi bileklerine güvenen asi yazarlara ihtiyacınız var.
Holding medyasından kaptığınız hem sosyal kişisel hem siyasi hastalıklara diretmenin anlamı yok.
Bu yüzden, iklim değişti ve her iklim değiştiğinde toplu bir soy yok oluş, soykırım kaçınılmazdır.
Yok oluyoruz beyler.
Ancak yok oluşunun farkında kültürler direnebilir.
Sizi yok eden holdinglerden öğrendiğiniz basmakalıp kavramlar ve alışkanlıklar ve keyfe keder siyasi sloganlardır.
Ancak bir kültür yok olmadan önce alarm verir yani değişim geçirir, başkalaşır.
Yok olmadan önce geçirdiği bu değişim bu ara form, sizleri bizleri çoktan uyandırmalıydı, bu ara 'form'a nasıl geldik, şöyle hikaye edebilirim.
Zeynep Oral'ın ve Emre Kongar ve diğerlerinin yaşadığı kültür şokunu ben on dört yaşlarında yaşamıştım.
Günde üç kez mahalle arasında kıran kırana maç yapıyorduk, tekmeler havada uçuyordu ve vahşi mahalle maçları gün boyu sürüyordu, ancak, bir ara öğün yiyecek ekmek arası bir şey dahi bulamıyor hep su içerek bol su içerek maça kaldığımız yerden devam ediyorduk.
O yorgunluk içinde bir gün, radyonun çok moda olduğu günlerdi, dilime bir şarkı takıldı: 'Hastayım yaşıyorum, görünmez hayalimle...'.
Şarkıyı mırıldanırken kendimle yüzleştim, ne hastası, deli misin, akşam kadar aç kurtlar gibi savaşıyorum, hangi hastalıktır bu...
Radyo dilime bedenimin hayatımın gerçekliğiyle alakası olmayan bir şarkıyı öğretmişti, ben de bu şarkıyı 'sanat' sanıyordum.
Sonra, şöyle bir şarkıyı mırıldanırken buldum kendimi: 'Avuçlarımda hala sıcaklığın var inan...'. Yaşar Özel söylüyordu.
Ne avucu ne sıcaklığı daha bir kızın elini tutmamıştım, bu da yalan, üstelik 'hala' diyecek kadar ileri bir yaşa gelmemiştim.
Derken radyoya karşı daha halkçı belediye hoparlörü gün boyu Ajda Pekkan'ın 'Bütün Aşklar Tatlı Başlar' şarkısını söylemeye başladı.
İşte bu oldu, şarkıyı istemesek de ezberledik: Bütün aşklar tatlı başlar, aşkım canım tatlı sözler...' diye devam ediyor, ne güzel.
Ama bir zaman sonra, şarkının sonraki mısraları tuhafıma gitti, iğrendim, nerdeyse Zeynep Oral gibi kusacak gibi oldum, çünkü, şarkı şöyle devam ediyordu:
'Meleğim nonoşum aşkınla sarhoşum...'
Meleğimi anladım da 'nonnoşum' ne oluyor, bu bir pavyon ağzı, kart zampara argosu. Nonnoşummuş. 14 yaşındaki bir çocuğun diline nonnoşum hiç ama hiç yakışmıyordu.
İşte bu 'nonnoşum' lafı benim kuşaktan herkesin hafızasında bir şekilde vardır.
1990'lu yıllarda holdinglerimiz yeni tür liberalleri keşfedince, nonnoş kelimesinden türetilmiş 'liboş' kelimesiyle karşılaştık.
Liboş'un etimolojik kökeni: Nonnoş'tur.
En çok da yine Cumhuriyet Gazetesi yazarı, FETÖ’yle el ele veren, Abdurrahim Dilipak'la barışçılık oynayan, Toktamış Ateş'e yakıştırıldı.
Yani bağımsızlıkçı idealist Atatürkçüler birden bire 'liboş' olmadı, önce ara formlar içinde evrim geçirdiler, işte Soros'a dahi güzelleme yapılan günlere geldik, bu nonnoş'u uyarmasak liboş'a dönmeleri an meselesi.
Henüz nonnoş liboş sözcükleri bilinmiyorken bizim gençliğimizde Kavala'ya silah tüccarı deniyordu sonra F-16'ların bakımını yapıyor dediler, sonra Gürcistan'ı Ukrayna'yı bölen turuncu devrimler açık toplum enstitüleriyle tanıdık.
Geçtim siyasi fikirlerini, içinizde bir silah tüccarına karşı olacak hiç değilse bir çevreci aktivist dahi yok mu? Üstelik silah tüccarıyla solculuk barış demokrasi ne zaman kaynaştı iç içe giriverdi.
Çünkü bütün aşklar tatlı başladı, holding aleminde ses çıkartan olmadı, Soros dahi Soroçcular dahi, meleğim nonnoşum oluverdi!
SOLUN BİRÇOK MARKSİST ŞUBESİ BU SÜREÇTE ETNİK MİLLİYETÇİLİKLE KOL KOLA GİRDİ
Cumhuriyet'in holding döküntüsü yazarlarını bu vesileyle bir kez daha uyarıyorum. Etnik milliyetçilik'i demokrasi tartışmalarına dahil etmeyin. Çok uzun yıllar holding liberalleri ulusalcıları 'etnik' kökeniyle damgaladı ve üstüne 'beyaz Türk' gibi karşılığı olmayan bir karalamada bulundu. CHP'ye de oy veren ulusalcı kitlelere bir daha bakın. Emekli öğretmenler mühendisler yani ücretlilerdir. Mesela son yirmi yılı ele alalım, ulusalcılar bu yirmi yılda özelleştirmelere karşı ve ülkeyi yağmalayan şirketlere karşı savaşmışlardır. Ancak solun birçok marksist şubesi bu süreçte etnik milliyetçilikle kol kola girdi. Aksine ulusalcılar emperyalizme ve şirketlerine karşı savaştı. Seslendiğiniz ulusalcıları CHP'nin gasp edilmiş iktidarının ağzına uyarak 'etnik' tartışmaya çekmeyin. Ulusalcı kitleler ülkeyi yağmalayan şirketlere karşıdır. Yani ülkeyi yağmalayan şirketlere karşı duran herkesle aynı dindeniz ve bu emperyalizme savaşı unutturup etnik milliyetçilik'le kol kola girenler hangi dinden olursa olsun karşıyızdır. Korkumuz budur, ulusalcı kitleyi yağmacı şirketlere ve emperyalizme karşı savaşından (tıpkı Sorosçu liberaller gibi) alıkoyup unutturup açılımcı ve dayatmacı tezlerin içine sürüklemeye başlamalarıdır, İşte CHP ulusalcı kitleyi tepeden açılıma dayatmalara zorlarken şimdi de Cumhuriyet Gazetesi'nin paralel aynı yola düşmesi, temel korkumuz endişemizdir, saygıyla.
siyasetcafe.com