23 Mart 1994 Çarşamba günü, yerel saatle tam olarak 17:12’de Meksika devlet başkanı adayı Luis Donaldo Colocio öldürüldü. Hayatı, bir miting sonrası halkın içinde yürürken kafasından ve karnından aldığı iki kurşunla sona eren Colocio, altmış yıldır kesintisiz iktidarda olan Kurumsal Devrimci Parti(PRI)’nin başkan adayıydı.
Meksika’da her ne kadar çok partili rejim olsa da 2000 yılına kadar pratikte tek parti yönetimi vardı.
Bu sayede tam 71 yıl bu parti iktidarda kaldı. Her seçimde PRI üst yönetimince belirlenen başkan adayı tarafından iktidarın sürekliliği sağlanıyordu.
Hatırlarsanız, 2015’te Türkiye başkanlık sistemi tartışılırken “Meksika modeli” örnek veriliyordu.
Meksika bugün neoliberal sisteme uydurulmuş haliyle bile tek parti rejimini andıran uygulamalara sahip: Devlet başkanı bakanları, anayasa mahkemesi üyelerini, ordu ve emniyet bürokrasisini,büyükelçileri atıyor. Partili devlet başkanı 3 yılda yarı yarıya yapılan meclis ve senato seçim adaylarını,
kendisinden sonraki devlet başkanı adayını belirleme yetkisine sahip. Savaşa karar verebiliyor ve uluslararası anlaşmaları müzakere yetkisi onda.
İktidar partisine avantaj sağlayan seçim sistemi ABD ile serbest ticaret anlaşmasının imzalanma sürecinde değiştirilince hem PRI içinde hem de Meksika siyasetindeki dengeler bozuldu.
1993 sonunda PRI üst yönetiminde yeni başkanın belirlenmesinde sorunlar çıktı. Tam bu sırada iddialı bir politikacı olan Luis Donaldo Colocio adeta kendini dayatarak adaylığını fiilen koydu.
Bu zaten bozulmuş olan dengeleri daha da kötüleştirerek Meksika gibi siyasal şiddetin bir gelenek halini aldığı ülkede çatışmayı tetikledi.
1 Ocak 1994 günü ülkenin en güneyinde Chiapas eyaletinde yerli halkın “Zapatacılar” olarak adlandırılan EZLN adlı örgütle ayaklanması patladı. Meksika ordusu ayaklanmayı bir hafta içinde geriletip ormanlık alana hapsetti. PRI’nin başı ve Meksika devlet başkanı Carlos Salinas, Colocio’dan
seçim kampanyasına başlamasını ertelemesini istedi. Fakat Colocio buna uymayarak 10 Ocakta haber vermeden ilk mitingini yaptı. Bu tavır PRI üst yönetimiyle Colocio arasındaki ilişkinin sona ermesine yol açtı.
Öldürüldüğü tarihe kadar Colocio ile Carlos Salinas arasındaki tek görüşme 27 Ocakta gerçekleşti.
Colocio’nun başkan adaylığından çekileceği söylentileri her yerde konuşulmaya başladı. 6 Martta Meksiko’nun ünlü Devrim Anıtı meydanında yaptığı mitingde partinin egemenliğindeki rejimle arasına
mesafe koyduğunu açıkça gösterdi. Rejimin otoriterliğini, parti-devlet bürokrasisini, dogmatizmini ve sermaye ile kitleler arasında oynadığı hakem rolünü eleştirdi.
Colocio 24 Martta, ülkenin Pasifik tarafında yer alan, Tijuana kentinin yoksul bir mahallesinde, halka konuştuktan sonra kalabalığa karışan kişiler tarafından öldürüldü. Katiller hiçbir zaman tam olarak tespit edilemedi. Suikasti yaptığını itiraf eden Mario Aburto çelişkili ifadeler verdi. İkinci suikastçi asla bulunamadı. Dahası olayı araştıran Tijuana emniyet müdürü dahil bu cinayetle ilgili 15 kişi daha öldürüldü. Carlos Salinas devlet başkanlığı süresini doldurunca İspanya’ya kaçtı.(Ne tesadif ki yine
PRI’den son başkan Enrique Peña Nieto da İspanya’da. Nieto 43 öğrencinin öldürülerek kaybedildiği Ayotzinapa olayını örtbas etmekle suçlanıyor)
Netflix, Colocio olayını anlatan tek sezonluk bir dizi yaptı. Diğer yapımlar gibi bu dizinin de senaryo altyapısı FBI belgelerine dayanıyor. Ancak daha önce “Narcos” ya da Chávez karşıtı “El Comandante” dizileri gibi ABD hedeflerine uygun bir içerikte sunuluyor.
Bu dizilerin hepsinin temelinde halktan gelen liderlere yönelik kuşku var. Güçlü liderler ve partiler hastalıklı yapılar olarak gösteriliyor. Her türlü komplonun altında bu yapılar çıkarılıyor. Oysa tarihte emperyalizmden daha büyük komplocu mu var? Mesela 2 Ekim 1968’de başkent Meksiko’da yüzlerce öğrencinin öldürüldüğü katliamın ardında CIA olduğu biliniyor ama faturası iktidara ve orduya kesildi.
Meksika öğrenci hareketi o tarihten sonra milliyetçi ve anti emperyalist niteliğini kaybetti. Zira tamamen rejimin liberalleşmesine inandırıldı. Bizde de böyle olmadı mı?
Neoliberal ekonomi politikalarını uygulayan yönetimler uluslararası sermaye gücüyle destekleniyor. O yönetim yapabileceğinin sınırlarına gelene dek “tek alternatif” olarak sunuluyor. Meksika’da PRI böyle yozlaştırıldı. Sonra bu tekleşen rejimin tüm günahları üzerine yıkılarak siyaset parçalanıyor. Oysa yozlaşma durmuyor. Yerine gelen de yolsuzluk ve komploya dayanıyor.
Peru’da Fujimori diktatörlüğü böyle inşa edildi. Sonra Fujimori hapse atıldı. Peru siyaseti 20 yıldır toparlanamadı. Daha geçen ay Peru eski devlet başkanı Alan Garcia yolsuzluk soruşturması sebebiyle intihar etti. Fujimori hapiste ama partisi kızının liderliğinde meclisin mutlak çoğunluğunu eline
geçirecek kadar güçlendi. Babasına meclisten af çıkardığı sırada kendisi de tutuklandı. Şimdi baba-kız ikisi de hapiste.
Tüm bu ülkelerin rejimlerindeki dengesizlikler emperyalizm tarafından beslendi ve büyütüldü.
Sonunda öyle bir noktaya varıldı ki kirlenmemiş hiçbir siyasi kesim, komploya bulaşmamış hiçbir politikacı kalmadı.
Dev gibi Brezilya aynı durumda. Mecliste yolsuzluk dosyası olmayan siyasetçi yok.
Bu ülkeler siyaseten felç olmuş durumda. Ufukta hiçbir siyasi çözüm görülmüyor.
Türkiye bu kapalı çembere girmemeli. Yoksa başımıza ne çorap örüleceğini bilemeyiz.