25 Mart 2009 tarihindeki seçimlerde, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun, kendi imkanıyla kiraladığı helikopteri düşmüştü.
Seçim mitinglerinde ve seçim çalışmaları için devletten tek kuruş yardım ve destek alamayan partide bütün masrafları, kendileri ve partililer karşılıyordu.
Kaza sonrasında konu hakkında birçok komplo teorisi ortaya atıldı. Her konuşmanın ve değerlendirme raporunun ardından hep bir noktada birleşiyorlardı :CIA yaptı. CIA yööneticileri ise, herhangi ciddi bir açıklama yapmayı şöyle bir kenara bırakın, sadece gülüp geçtiler.
Hiç kimsenin aklına gelmiyordu ki, FETÖ ve bilmem ne hocalardan fetva alıp katledilmesi vaciptir, hocadan fetvayı aldık diyen Müslüman görünen takiyeci Yahudi hizmetkarı olan köpekler den kimse şüphelenmiyordu.
Esas hedef Muhsin Yazıcıoğlu muydu? Yoksa "çantası"mıydı? Geçmişte birçok faili meçhul cinayetlere bakıldığında nedense hedef, kişilerin çantalarıydı. Tıpkı kapkaç olayı gibi. Fakat bu kapkaç olayı, bütün dünyada ses getiren tiptendi. Ve çeşitli versiyonlarla toptan temizlik. Ülke gümdeminde de uzun soluklu bir tartışma ve gündem saptırılması.
"Hedef çanta" olan kişiler hiç de yabancı değiller. Eşref Bitlis, Adnan Kahveci, Recep Yazıcıoğlu ve Muhsin Yazıcıoğlu. Ne vardı bu çantaların içinde, kimlerin işini bozacaktı? Hepsi de klasik bir suikast yöntemiyle yok edildiler. Kaza! Yazıcıoğlu'nun hedef olmasının sebebi neydi?
Maraş olayları mı? Çeçenistan ve Bosnaya gönderdiği savaşçı Alperenler mi? Rusya'nın parçalanması olayı mı?
Türkiye içinde terör örgütlerine ve uyuşturucu baronlarına karşı verdiği savaş mı? BOP projesi kapsamında Türkiye'nin bölünmesine karşı verdiği mücadele mi? Rusya'ya yapılan ihracat anlaşmasının perde arkasında yapılan kirli pazarlık mı? Rus gizli servisi KGB ajanlarının ülke içinde nasıl serbest bir şekilde operasyon yaptıkları ve bunda kimlerin parmağı olduğu mu? En çok korkulanı ise, Avrupa Birliği'ne karşı kurulacak olan Büyük Türk Birliği miydi? Belki en son soru olabilir.
Yazıcıoğlu'nun geçmişte yaptıkları bugün de yapacakları ve gelecekte yapacakları elbette birilerini rahatsız ediyordu, edecekti de. Hem yurt içinden, hem yurt dışından bazı mihraklar, artık harekete geçmek için düğmeye basmışlardı.
2009'daki helikopter kazası, Kahramanmaraş mitingi sonrasında aynı bölgede olmuştur. Bazı basın ve medya organları, sanki söz birliği etmişlercesine, ortaya şu iddiayı atmışlardır. 1978'li yıllardaki "Maraş Olayları"ndan sorumlu tuttukları Yazıcıoğlu için," Maraş'tan çıkamayacaksın!" söylemlerini ortaya atmışlar, halkta ve kamuoyunda bir hafıza tazelemesi adı altında "kara propaganda" yaymışlardı. O dönemlerde Muhsin Yazıcıoğlu, Ülkü Ocakları Başkanı'ydı ve yardımcısı olan Abdullah Çatlı'da Ülkü Ocakları 2'nci Başkanı'ydı. Çatlı'da aynı şekilde bir kaza sonucu ortadan kaldırıldı.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Maraş'taki olaylar zincirine, kısaca tarihe düşülen notlarla bakacak olursak ki, tablo hiç de iç açıcı değildir :1978'de Maraş'ta ne oldu:
22 Aralık 1978: Kahramanmaraş'ta 5, Ankara'da 3, İstanbul'da 2, Malatya, Adana ve Eskişehir'de birer kişi öldürüldü. Öldürülenler arasında eski CHP Senatörü Hilmi Soydan da vardı.
23 Aralık 1978: Kahramanmaraş ateşler içinde kaldı. Olaylarda 33 kişi öldü, 106'ağır, 300'ü aşkın kişi yaralandı. Evler ve dükkanlar yakıldı.
24 Aralık 1978: Kahramanmaraş Hükümet Konağı'na yürüyüp ele geçirmeye çalışanlarla polis arasında çıkan çatışmada ölü sayısı 77'ye, yaralı sayısı 1000'e çıktı. Halka rastgele ateş açıldı. 100 kişi tutuklandı.
25 Aralık 1978: Kahramanmaraş'taki ölü sayısı 104'ü buldu. Askeri birliklere sığınan halk, çadırlara yerleştirildi. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Alparslan Türkeş, olayların Bülent Ecevit'in konuşması nedeniyle çıktığını ileri sürdü.
09 Ağustos 1980: Kahramanmaraş olaylarının mahkemesi sonuçlandı, 22 kişiye idam cezası verildi.
14 Eylül 1980: Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan Türkeş teslim oldu.
18 Ağustos 1981: MHP ve ülkücü kuruluşlar davası başladı. Türkeş'in de aralarında bulunduğu 220 sanık için idam istendi.
08 Nisan 1987: 2168 gün süren MHP davası, sadece Türkeş'in 11 yıl hapis cezası almasıyla sona erdi.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun Ülkü Ocakları Genel Başkanı olduğu dönemde aynı teşkilatta ikinci başkan olan Abdullah Çatlı'da bir kaza sonucu ortadan kaldırılacaktı.
Tarihler ;03 Kasım 1996'yı gösterdiğinde bir haber, Türkiye gündemine bomba gibi düşmüştü. Susurluk'ta meydana gelen kazada, Doğru Yol Partisi Milletvekili Sedat Bucak, Emniyetçi Hüseyin Kocadağ, polis tarafından aranan eski ülkücü Abdullah Çatlı ve Gonca Us'un bulunduğu Mercedes marka otomobil, bir kamyonun altına girdi.
Bir tek Sedat Bucak kurtuldu. Maraş olaylarının sorumlusudur diye iftira atılan milliyetçiler, "birçok şeyi"biliyorlar korkusuyla ortadan kaldırıldılar.
Diğer bir soruya geçersek ki bu olay, Rusya açısından hiç de hoş karşılanmamıştı. Rusya parçalanıp içinden birden fazla devlet çıkması, bir ülke için en büyük felakettir. Çeçenistan ve Bosna olaylarında Yazıcıoğlu tarafından onlarca savaşçı Alperen gönderilmesi, Rusya'nın gözünü biraz korkutmuştu. Ardından, Çeçen mücahit komutanların İstanbul'da saklanması olayı.
Türkiye-Rusya arasında yapılan ihracat anlaşması, günlerce medyada siyasetçiler tarafından ballandırıla ballandırıla dile getirildi. Rusya'ya ne ihracatı yapılacak tı? Patates, domates? Anlaşmayı yapan Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin'di. Herkesin unuttuğu bir konu vardı. Putin, Rus gizli servisi KGB'yi yıllarca yönetmişti.
Putin, dünyanın en önde gelen ünlü ajanlarından birisiydi. Putin'in listesi oldukça kabarıktı. Listede BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu'da vardı. İhracat anlaşmasının perde arkasında, belirli bir süre için KGB ajanları, Türkiye içinde bazı operasyonlar yapacak ve görmezden gelinecekti.
İstanbul'un muhtelif semtlerinde KGB ajanları, çeşitli cinayetler operasyonunu gerçekleştirdiler. İş bittikten sonra gönderilen ilk ihracat ürünü de çeşitli daha gümrükteyken geri çevrildi. Türk Hükümeti, bir kez daha kandırılmıştı. Yazıcıoğlu'nun listesinde bu da vardı. KGB ajanlarının ülke içine kim tarafından sokulduğu, kimlerin yardım ettiği, öldürülen Çeçen komutanların yerlerini kimlerin gösterdiği vb. hepsi Yazıcıoğlu'nun listesinde bulunmaktaydı.
Bir diğer konuysa PKK terör örgütünün finansçıları ve ülke içinde koruyup kollayanlardı. Örgüte maddi manevi yardım yapanlar, örgütün tek kazanç kapısı olan uyuşturucunun ülke içine nasıl girdiği ve buna hangi iş adamlarının, hangi bürokratların destek sağladığıydı.
2000'li yılların başlarında PKK'nın organizesini yaptığı kaçak sigara işini üstlenen milletvekili, hiç de yabancı birisi değildi. Bunların her birinin listesi, Yazıcıoğlu'ndaydı.
Bu listeler, Türk Hükümeti'ne isthbaratına ve ordusuna sunulacaktı, ardından basın yoluyla kamuoyuna aktarılacaktı. Pek doğaldır ki, bu da bazıların koltuğundan edecek, belki Yüce Divan'a gönderecek veya derin devlet tarafından öbür dünyaya gönderilecekti.
Bir diğer büyük korkulardan birisi de Avrupa Birliği'ne karşı Büyük Türk Birliği'nin kurulmasıdır. Esas korkulan olay ise, "Barnabas Incili"dir. Barnabas İncili, yeryüzünde kimin eline geçtiyse yok edildiler. Ve yok edilmeye de devam edilecektir.
Bunun en son örneği, araştımacı-yazar Aytun(ç) Altındal'dır. Barnabas İncili gün yüzüne çıkarılıp açıklandığında, Hıristiyanlık dünyası sarsılacak, Hıristiyan halk, yüzyıllardır kandırıldığını anlayacak, dalga dalga Vatikan'a akacak, Vatikan'ı darmadağın edecek, Hz.İsa'ya yaptıkları gibi, yakaladıkları rahipleri, kardinalleri, piskoposları, hatta papaları bile diri diri çarmıha gereceklerdi.
Ve bu da Vatikan'ın ve özellikle de masonların hiç işine gelmeyecekti.
CIA, KKK (Ku Klux Klan) ve KGB, aynı anda acil durum harekat planı için harekete geçmişlerdi. Barnabas İncili neden bu kadar önemliydi, ne yazıyordu bu kitapta? Barnabas İncili, 1981 yılında Şırnak'ın Uludere ilçesindeki bir mağarada köylüler tarafında bulundu. Kitap, sonra Babat aşiretinin eline geçti. İlk sayfası, Filolog (dil bilimci) Hamza Hocalıgil'e gönderildi.
Sayfaların tercümesinde şunlar yazıyordu: "Ben Kıbrıslı Barnabius. Tespihe layık Âlemlerin Rabbi'nden bir bütün olarak Ruhu'l Kudüs'le Meşaha'ya vahyolunanı, tıpkı İsa'dan duyduğum gibi sadakatle, 48 gök yılları sonunda dmrdüncü nüsha olarak aynen yazıyorum.
Bir peygamber gelecek ve ona tabi olanlar, dolgun başaklar gibi olacak." diye sürüp gidiyordu. Kitap, İsa'nın konuştuğu dilde, yani Aramice yazılmıştı. Kitapta diğer üç İncil'in nerede olduğu da yazıyordu. İncil tam tercüme edilecekken jandarma baskınıyla ele geçirilir ve direkt olarak Genelkurmay'a gönderilir. Genelkurmay Başkanlığı, her ne kadar "bizde yok" dese de kimseyi inandıramamaktadır.
Bu ooperasyonun garip bir tarafı var. Doğal olarak operasyon yapılır, ele geçirilen materyalin cinsine göre tutanak tutulur ve ele geçirilen nesne, ilgili resmi kuruma tutanakla teslim edilir.
Bu operasyonda ise ele geçirilen nesne ise, bir kitaptır ve tarihi eser niteliği taşımaktadır, dolayısıyla ya devletin resmi bir üniversitesine veya yine devletin resmi bir müzesine teslim edilir. Neden direkt olarak Genelkurmay Başkanlığı'na gönderilmiştir?
Yoksa jandarma birliklerinde veya operasyon ekipleri içinde, ölü dil olarak bilinen Aramice okuyanlar mı bulunmaktadır? Bu tam çelişkili bir durumdur. Belli bir zaman sonra Türkiye'de bazı bölgelerde, özellikle yer altı arkeolojik kazılar başlamıştır. Bu kazıların başlarında ise, İsrail 'li arkeologlar bulunmaktadır. Örneğin; İstanbul'da yapılan "Ay Tapınağı" kazısında ne aranmaktadır.
Yazıcıoğlu, bu Barnabas İncili konusunun üzerine aşırı bir şekilde gider. Öyle ki bu konu üzerinde bütçesi 5-6 milyon dolar olan bir sinema filmi yaptırmayı düşünür, gerekli girişimler ve temaslarla ciddi bir şekilde masaya yatırır. Barnabas İncili ile ilgili en detaylı ve geniş açıklamayı, Aytun(ç) Altındal'dan alır. Altındal'ı yok etmek öyle kolay olmayacaktı. Zira Altındal ;
1) Cabiri'lerin lideriydi.
2) Bir çok ülke ve liderlerinin gizli saklı yaptıkları bütün kirli işlerini biliyordu.
3) Vatikan ve geçmiş kayıp milletler ve medeniyetler konusuna son derece hakimdi.
4) Birçok örgütün ve gizli servisin, "black list", kara listesinin üçüncü sırasında hedef olmasına rağmen yine de pek bir şey yapamıyorlardı. Sadece onu elektromanyetik dalgalarla yokedebildiler.
22 Mart 2009'da, yani helikopter kazasından üç gün önce, Ankara Balgat'taki Seda Pastanesi'nde buluşurlar, bu toplantıyı izleyen ve gerekli yerlere ulaştıran birisi daha vardır. Karanlık "Loca"lar harekete geçer:" Bu işi bitirin 72 saat, Maraş'tan çıkmasın! "
Muhsin Yazıcıoğlu, 31 Aralık 1954 Sivas Şarkışla'da doğdu. Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yaptı. 19,20 ve 23'ncü dönem TBMM'de Sivas Milletvekilliği yaptı. Büyük Birlik Partisi'nin kurucusu ve Genel Başkanı. 2009 Mart ayında, Türkiye'de seçimler vardır.
Doğal olarak BBP'de seçimlere katılır. Fakat parti, devlet bütçesinden tek kuruş seçim yardımı ve desteği alamamaktadır. Tüm seçim masraflarını partililer, kendi imkanlarıyla karşılamaktadırlar.
25 Mart 2009 tarihinde Kahramanmaraş mitinginden, Yozgat-Yerköy mitingine gitmek üzere bindiği helikopter, Keş Dağı'nda düştü. Helikopterde, Pilot Kaya İstektepe, İhlas Haber Ajansı muhabiri İsmail Güneş, BBP Sivas İl Başkanı Erhan Üstündağ, BBP Sivas İl Başkan Yardımcısı Murat Çetinkaya ve BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu bulunuyordu. Kazadan 48 saat sonra helikopterin enkazı ve Muhsin Yazıcıoğlu dahil altı kişinin naaşı, arama kurtarma ekiplerinin içerisinden sadece 17 gönüllü çevre köylü tarafından Sisne ve Kızılöz köyleri arasındaki Keş Dağı Kuru Dere Kanlıçukur mevkiisinde bulundu.
Arama kurtarma ekiplerinin çalışmaları, kaza bölgesinin olduğu mevkiide değil de bölgenin 115 km uzağında "bilinçli" bir şekilde yapılıyordu. Helikopter düştükten sonra İHA muhabiri İsmail Güneş, 112 Acil Servis'i arar ve bacağının kırık olduğunu, BBP Sivas İl Başkanı Erhan Üstündağ'ın inlediğini ve BBP Sivas İl Başkanı Yardımcısı Murat Çetinkaya ve helikopter pilotu Kaya İstektepe'den ses gelmediğini, Muhsin Yazıcıoğlu'nu ise göremediğini söyler.
Gelelim şimdi helikopterin hikayesine. Helikopter, Şevket Sabancı, Ali Sabancı ve Emine Kamışlı tarafından 2000 yılının Ağustos ayında kurulan Esas Holding bünyesindeki Med Air Şirketi'ne ait. İşin garip yanı ise, helikopterde "düştüğü yeri gösteren bir cihaz" yoktu. Veya vardı, birileri tarafından sökülmüş de olabilir. Elektronik kayıtlara göre helikopter, kaza öncesi çeşitli formlarda 89 kez arıza yapmıştı. Bu arızaların hiçbiri uçuş defterine kaydedilmedi.
TBMM Araştırma Komisyonu'na ELT cihazıyla ilgili sunulan ifadelerde şöyle deniliyordu: "Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü, helikopterde yeni nesil Artex ME406 P cihazı olduğunu bildirmişti, fakat Telekominikasyon Kurumu'nun belgesinde, helikopterde POITER 4000-10 marka ELT cihazının bulunduğu açıkça belirtiliyor.
1 Şubat 2009 tarihinden itibaren COMPAS-SARSAT uyduları, 121,5 Mhz üzerinden sinyal gönderen eski ELT sinyallerinin tespit edilemeyeceğini, bunun yerine yeni nesil ELT cihazının verdiği 406 Mhz sinyallerin alınacağı, uluslararası yönetmeliklerle belirtiliyor. Bütün bu gerçekler ELT cihazının sonradan yerleştirilmiş olduğunu ve helikopterde eski model, uyduya sinyal gönderemeyen bir ELT cihazı bulunduğunu yeni nesil ELT'nin ise kaza sonrası konulduğunu destekliyor"
Telekominikasyon İletişim Başkanlığı raporuna göre ;Ayhan Şahenk'e ait Doğuş Grubu'na bağlı NTV Televizyonu, kaza öncesi yedi defa ve kaza zamanı otuz defa olmak üzere toplam otuz yedi defa helikopter pilotu Mustafa Kaya İstektepe'yi aramıştır. NTV'nin menşei nedir? Doğuş Grubu, bu olay sonrası ticaret pazarında ne gibi atılımlar yapmıştır?
Bunların her biri ayrı bir soru ve ayrı bir soruşturma ve inceleme gerektirmektedir.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun beyin cerrahı olan bacanağı Dr.Rafet Aslanoğlu, kazadan önce helikopterde bulunanlara, program sıkışıklığından dolayı paket yemek verildiğini ifade ederek, şöyle diyordu :
"Adli Tıp Raporunda, helikopterdeki herkeste tama yakın akut koroner damar tıkanıklığı tespit edildi. Bu, bir tesadüf olamaz. 30 yaşlarında olan İHA muhabiri İsmail Güneş'te tama yakın akut koroner damar tıkanıklığı var. Muhsin Bey'de de var. Bu, hiç normal bir durum değil. Bunun böyle olması mümkün değil. Yemekte ilaç olma ihtimali var. Bu ilaç, zehir olabilir."
Ancak ;Muhsin Yazıcıoğlu'nun yakın arkadaşı BBP eski Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ'da Kayseri Valisi Mevlüt Bilici'yi, kaza duyulur duyulmaz aradığını söyleyip ; sözlerini şu şekilde sürdürmüştü :"Kayseri Valisi Mevlüt Bilici, jandarma istihbarattan bir bilgi geldiğini, Muhsin Bey'in yaşadığını ancak bazı kırıkların olduğunu, bir ambulansla Kayseri'ye doğru hareket edildiğini bana aktardı.
O gün verilen bilgiler çok önemli. Kayseri Valisi benim yakın arkadaşım. Vali Bey ile telefon konuşmamızda, 'Bana gelen habere göre Yazıcıoğlu yaşıyormuş ancak yaralıymış. Ambulans hareket etmiş. Kayseri'ye geliyorlar. Bu bilgileri bana jandarma istihbarat verdi '. şeklinde konuşmuştu, sonra ifade değiştirdi, 'emniyetten geldi 'dedi. Bu durumun açığa kavuşturulması çok önemli. Vali Bey çıksın, gerçekleri açıklasın."
Ve en önemlisi de Muhsin Yazıcıoğlu'nun çantası nerede, kimlerin elinde?