Son haftalarda gerçekleşen üç olay:
MHP “Askıda ekmek” kampanyası başlattı.
Avrupa “Ülkü Ocaklarını” yasakladı.
Çakıcı Kılıçdaroğlu’nu tehdit etti. MHP Genel Başkanı da “dava arkadaşı” olarak ona destek verdi.
Yazıya başlarken bir tespit: Bir siyasetin her türden eylemi ve o siyasete yönelik her türden müdahale politiktir.
MHP bir yardım kuruluşu olmadığına göre “Askıda Ekmek” de bir yardım kampanyası değildi.
Öyleyse MHP bozulan ekonominin halk üzerindeki yıkıcı etkisini yerinde tespit etmiş ve buna yönelik farkındalığı artırmak için böyle bir kampanya mı başlatmıştı?
Yoksa memleketin en önemli varlık alanı olan ekonomide “milli birlik” duygusunu pekiştirmek için toplumda dayanışma duygularını mı artırmayı hedeflemişti?
Yine de Cumhur İttifakı’nın biricik ortağı bu eylemiyle iktidarın ekonomi politikalarına bir şerh koymuş oluyordu.
Fakat içinde bulunduğu ittifak gereği MHP bu cesur hamlesini siyasileştiremezdi. Bu yüzden parti teşkilatları kampanyayı “ekmeği asmakla” sınırlı tuttular.
Oysa ekmeği asmak belediyenin göreviydi. Kampanyanın sahibi olan siyasi parti o ekmeğe muhtaç vatandaşı dinlemeliydi. Çünkü “evine ekmek götüremeyen adam”ın tek derdi bu değildi. Dahası o insan “askıda ekmek” noktasına bir anda gelmemişti. Böyle bir ihtiyacı tespit eden siyasi partinin sadece ekmek için değil makro ekonomik politikalarıyla ilgili de bir alternatif sunması gerekirdi.
Böylece “askıda ekmek” de 31 Mart seçimleri öncesinde fiyatları düşürmek için kurulan tanzim satış noktaları gibi unutuldu.
Bu arada Avrupa’da belki yakın siyasi tarihin en tuhaf olayı gerçekleşti:
Fransa ve Avusturya’daki terörist saldırıların faturası ülkücülere çıkarıldı.
Avrupa’daki ülkücü dernekler yasaklandı.
Bu yasağa anlam vermek zor. Zira bu terörist eylemlerin hiçbirine Türkler katılmadılar. Zaten ülkücülere yönelik böyle bir suçlama da yok.
Ayrıca bu konuyu iyi bilen birisi olarak ülkücülerin Avrupa’da belirgin bir siyasi faaliyeti olmadığını da rahatlıkla söyleyebilirim.
Kaldı ki Mehmet Ali Ağca Papa’yı vurduğunda bile ülkücü dernekler kapatılmadı.
Öyleyse şimdi neden bu yasağa başvuruyorlar?
Akla gelen tek ihtimal Türk milliyetçiliğinin son yıllarda İslamist politikalarla fazlasıyla bütünleşmiş olması.
Mesele eğer sadece Türk milliyetçiliği olsaydı örneğin “Atatürkçü Düşünce Dernekleri” de yasak kapsamına alınırdı. Demek ki bu çevrelerin İslamist siyasete karşı konumlanışı yasadışı ilan edilmesine engel oldu.
Fakat bu demek değil ki yarın “K. Atatürk” imzası ya da “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazısı ırkçı semboller arasında değerlendirilmeyecek. Öyle ya artık gurbetçiler bu yasayla “Bozkurt”u sembolize eden hiçbir işareti kullanamayacaklar. Türk milliyetçiliğini sembolize eden her şey aynı kapsama alınabilir.
Peki Türk milliyetçileri bu önemli gelişmeyi neden hiç tartışmıyor?
Konuştukları şey Alaattin Çakıcı’nın twitterden yayınladığı mesajları.
Çakıcı eski bir kabadayı, kudretli bir adam. Kuşkusuz kendi fikirlerini istediği yoldan duyurabilir.
Ama bir siyasetçi değil.
Öyleyse biz Berat Albayrak’ın istifasına yönelik milliyetçilerin tavrını
MHP’den değil de neden Çakıcı’dan öğreniyoruz?
Dışarıdan bakıldığında Türk milliyetçiliği kaderini başkanlık sistemine ve Cumhur İttifakı’nın devamına bağlamış görünüyor.
Oysa milliyetçi hareket hiçbir dönemde önemini yitirmeyen uzun bir siyasal süreçten geliyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçen iki asırlık bir gelenekten bahsediyoruz. Sayısız iktidar, anayasa ve siyasi rejim geldi geçti.
Jön Türklerden İttihat Terakki’ye, Kuvayi Milliye’den 27 Mayıs’a, 12 Eylül’e Türk milliyetçiliğinin siyaseten temsil ettiği hep bir alternatif vardı.
Peki bugün Türk milliyetçiliğinin kendine ait gündemi ve projesi nedir?