Ara sıra basında okuyoruz; Suudi Arabistan’da bir Türk şöförü, işçisi üzerinde bir şey yakalandığı iddiasıyla tutuklanıp idama mahkum edilmiştir. Ondan haber alamayan ailesi devletten yardım ister. Hacca gidip dönmeyen onlarca vatandaşımız gibi onun da akibeti belirsizleşir. Ne arayacak bir kurum, ne de olan bitene itiraz edecek bir merci bulunur. Bu tür ülkelerde bir medeniyet ibaresine rastlamak zordur.
Savaş ve felaket koşullarında insanlar kitleler halinde güvenli yerlere kaçmaya başlar. Ilk planda canlarını kurtarmaya çalışan bu insanlar; barınma, sağlık, eğitim ihtiyaçlarını karşılayacakları ve ailelerinin ekonomilerini üretebilecekleri bir ülke bulana dek göç etmeyi sürdürürler. Hiç kimsenin yıkılmış bir ülkeden daha berbatına kaçtığı görülmemiştir. Herkes toplumsal ilişkilerin en az karmaşık ve bireysel hakların ençok güvende olduğu yerlere gitme eğilimindedir. Zor durumda kalan insanın adalet arayışı aynı zamanda medeniyet arayışıdır.
Tarihte farklı çağlarda kurulmuş sayısız medeniyet vardır. Önceki çağlarda genel oy hakkı, partiler rejimi, basın-yayın serbestliği yoktu. Ancak tüm medeniyetlerin ortak noktası toplumsal ilişkileri yani aslında üretim ilişkilerini düzenleme becerisinde yatar. Malların ve emeğin değişim değerini istikrarlı biçimlere kavuşturmuş, üst ve alt sınıflar arasındaki gerilim ve çatışmayı tolere edilebilir bir düzeye çekmiştir. Ekonomik ve sosyal koşulların iyileşmesiyle bilimsel-teknik ilerleme başat gider. İdarede keyfiyetin, yolsuzluğun, adam kayırmacılığın, hurafenin egemen olduğu bir düzende bu özelliklere sahip bir medeniyetin kurulduğu görülmemiştir.
Her medeniyet ve toplumsal düzen çağdaşlarıyla karşılaştırılarak ölçülür. Bin beş yüz yıl önce kurulmuş bir düzeni günümüzde uygulamaya kalkmak korkunç sonuçlara yol açar. Eşitlik ideali ya da inançlara dayalı bir düzenin araçları da çağdaş olmak zorundadır. Geçmiş çağların siyasal mekanizmalarını ve araçlarını egemen kılmaya kalkmak toplumların ilkel benliğini uyandırır. Toplum geriye hiç bir adalet ölçüsü kalmayana kadar ilkelleşir.
Hukuk sisteminin “adilliği”, saygınlığı, güvenilirliği ve işlerliği siyasal rejimlerin gelişmişliğinin göstergesidir. Biz bunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi örneğinde yaşıyoruz. Türkiye’de her siyasal kesimden bu mahkemeye gidip hak aranmıştır. Öyle ki Avrupa Devletlerinin tavrının tersine ilk kez bu mahkemede Türkiye, Ermeni Soykırımı iddialarına karşı bir uluslararası davayı bile kazanabilmiştir.
Bir medeniyet en çok da yarattığı kültürle kendini ifade eder. Yıkılıp gittiğinde bile geriye sosyal-siyasal kültürünü ve toplumsal geleneklerini bırakır. Hatta dine bile etki eder. Bugün Araplarda olmayan kırkıncı gün duası, ülkemize özgü türbe-tekke gelenekleri Roma’dan kalmadır. Camilerimizin kubbe stili de Ayasofya’dan kopya edilmiştir.
Medeniyet evrensellik ve açıklık demektir. Tutarlı bir bütünlük içinde, değerlerini kendi dışındaki dünyaya benimsetebilmektir. İnsanların niyetlerini yargılamak, düşünme ve hayat biçimlerini baskı altına almak medenilik değil derebeyliktir.
Çıkarına öyle geldiği için sistem değiştirmek, liyakatsiz kişilerin sırf iktidar yalakası olduğu için yüksek mevkileri ele geçirmesi talana ve yağmaya yol açar. Riyakarlık, binbir suratlık, yalancılık, dolandırıcılık bir medeniyete değil barbarlığa işarettir.
Hititlerden bu yana medeniyet kanunla özdeşleşmiştir. Kanun, açıkça hakların tanınması ve toplumun kurallar karşısında eşitliğini ifade eder. Peşinen insanlara hüküm verilmesi, düşman ilan edilen kişilerin lince tabi tutulması kanunun anlamını yitirmesi demektir.
Kanunsuz bir düzenden beslenenler er ya da geç adaletsiz bir sona mahkum olurlar.