“Lo loo MAHSUM”
Mahsum`da “BARIŞ” dedi ve devleti suçladı.
Oysa o suçladığı devlet ve saf milleti onu nerelerden nerelere taşımış, adam yerine koymuştu.
Abdullah Bazencir`den bahsediyorum ya da sahne adıyla Mahsum Kırmızıgül!
Dönemin arabesk sektörünün kavgalarında İbrahim Tatlıses`e rakip olsun diye Cem Uzan tarafından desteklenmiş bir sanatçı.
Konservatuarı bitirdikten sonra birkaç başarısız kaset denemesinin ardından arabeskin kralı İbrahim’e karşı “Alem Buysa Kral Benim” albümüyle piyasaya çıktı ve ne hikmetse o çıkış hiç durmadı…
Yükselirken de o suçladığı devlete karşı gerçek duygularını asla belli etmedi ve içinde ileride dökeceği kinlerini kusmak için sakladı.
“Kardeşlik Türküsü”yle “Hepimiz kardeşiz, bu öfke nedir?” diyor ama ortadaki kardeşlik sorununun kimden, neden olduğunu açıklamıyordu…
Yani “ne nalına, ne mıhına “dokunuyor, ortak vicdan dercesine herkesi etkiliyordu…
Ben ise vatan mevzusunda safların netleşme zamanı geldiğinde onun hangi tarafta olacağına, neyi kusacağına çok emindim.
“Nerde İnsan Hakları” diyor ama o hakkı kimin çiğnediğini açıkça söyleyemiyordu. Sıkışınca da “bitmiyor Batının Çıkarları” diye de“kendince” adres gösteriyordu.
Yani “ne malına ne mıhına” bir sinsi siyasi süreçle gündemde kalmak isterken kendinse Kürt`lüğü yakıştıramıyor, ama onlara hoş görünmek için ZAZA`yım diyordu.
İçinde bulunduğu şan, şöhret, güç, para, makam gerçek duygularını kusmasını engelliyor, ne yardan ne serden vazgeçmesini sağlıyordu.
Ben ise yine safların netleşme zamanında onun neyi kusacağını iyi biliyordum.
Zira bir kompleks unsuru olarak metro seksüelliğe giden görünüşteki değişim, onun ruhundaki çirkinliği asla örtmüyordu.
Hedefe ulaşmak için sergilediği “Ne malına, ne mıhına” tavrı sinema filmlerine de yansıdı!
İlk filmi olan ve huzur evi sakinlerinin dramını anlatan “BEYAZ MELEK” adlı filimi ile herkesin vicdanını delerek gündeme oturuyordu.
İkinci filminde ise tam bir 5. Kol faaliyeti, psikolojik harp uzmanı gibi bir konuya değindi.
Herkesin çok severek izlediği, devlet erkânının bilir koşa koşa galasına gittiği “Güneşi Gördüm” filminden bahsediyorum.
Ben hiç filmi izlemeden bile neyi hedeflediğini biliyordum.
Zira Mahsun`un içsel kodlarının farkındaydım.
Nitekim film tamda benim düşündüğüm bir kurnazlıkla ele alınmış, önümüze ustaca sergilenmişti.
Kırmızıgül öyle bir konuya el atmıştı ki, filimden sonra toplumda inanılmaz bir vicdan çözülmesi başladı.
Herkes terörle mücadeleye “ama” diyerek başladılar.
Bugün tek başına iktidara gelmiş partiler bile “Kürt Sorunu” ile alakalı bir soru geldi mi iki kere düşünmeye başladı. Bu düşünce ise terör ile Kürt mevzusunu karıştırmalarını sağladı.
Neydi bu filmin konusu?
Mayınların arasında Doğu'da bir sınır köyü ve 25 yıldır Türkiye ve PKK a arasında kalan çaresiz insanlar. Bu insanlar zorunlu göç uygulaması nedeniyle doğup büyüdükleri topraklardan, köylerinden ayrılmak zorunda kalıyor ve film onların dramını anlatıyordu
Burada Mahsum “ne nalına , ne mıhına” matığı ile devlete hoş görünmek amacı ile askerlerin doğuda bir köye girişini, köylülerin onları nasıl sevdiğini ustalıkla anlatıyor ve köyün boşaltılmasını isteyen komutan aracılığıyla şu mesajı verir; “Ev içinde ev, devlet içinde devlet olmaz, oğlunuza da söyleyin, eve dönüş yasasından yararlanıp, teslim olsun”
Kula hoş gelen bu giriş bölümü ile ailenin dramını izlemeye devam eden taraflı, tarafsız bütün seyirci filimin asıl dram sahnesi ile sonda karşılaşıyor.
Filimde köyü boşaltanlardan birinin iki oğlu vardır, bir dağda, diğeri asker.
Asker olan ailenin yaşadığı dramlardan sonra terörist olan kardeşine şunu sorar “Abi çatışmada karşı karşıya kalırsak ne olacak?”
Terörist ise şu cevap verir, “Ben ölürsem terörist, sen ölürsen şehit olacaksın” İlk bakışta ne masumane bir görünüş değil mi?
İşte size terörü övmenin en güzel yolu.
Filmin bu sahnesine kadar seyircinin izlediği her şey, insanlık, vicdan, kardeşlik kavgasıdır.
İyide bu şekilde pişirilen bir seyirci, filmin sonundaki bu sahneye neden kızsın, nasıl kızsın?
Bir arabesk sanatçısı olarak ortaya çıkan ve mülteci sorunu, Kürt sorunu, eğitim sorunu, eşcinsellik sorunu, devlet-birey sorunu, özürlü sorunu… gibi her konuya nerede ise filozof edasıyla filmlerinde cevap veren bu sanatçı en sonunda herkesin saflarını belli etme anı geldiğinde içindekileri kustu.
Ne zaman kursu?
Devlet SUR`dur, CİZRE`dir ve diğerlerinde teröristlerin kökünü kazımaya başladığı zaman.
Ve ben yanılmam!
“Loo loo MAHSUM” içindekini Başbakanı hedef alarak ABD`den aynen şu cümlelerle kustu “Yaralı olan çocukları ve yaşlı insanları ölüme terk etmek hangi dinde yazar. Bu kadar zalim, bu kadar merhametsiz nasıl oldunuz ey Başbakan?”
Bu cümleleri kuran adam o meşhur filimde göç eden ailenin “travesti “ olan kardeşini düştüğü durumdan kurtarmaya çalışan bir abi rolündeydi.
Hem yazıp, hem de yönettiği rolüne anlaşılan o kadar kendini kaptırmış ki, etek giyerek Mehmetçiğe kurşun sıkan travesti kılıklı teröristlere “barış” adına iki cümle bile kurmadı.
Yani “Barış” derken MAHSUM değildi, KIRMIZIGÜL diye bizlere yıllarca onu bağrımıza basarken o içindeki ihaneti dikenleri ile işte kustu.
Peki siz bu adama yılarca pirim yaptıran memleketimim saf, temiz vatan evlatları siz hiç HAKİKATİ GÖRDÜNÜZ MÜ?