Arabistan’a gizli bir dönme tarafından çalınan hayatın dramı…
Bugünlerde herkesin bir direniş hikâyesi var.
LGBT’liler heteroseksüel ilişkiye, muhafazakarlar homoseksüel ilişkiye, ODTÜ’ler ise her zamanki gibi ağacı korumaya karşı direnişteler.
Son günlerde benim de bir direnişim var.
Nedir? diye soracak olursanız cevabım:
Zayıflama umuduyla yeni kıyafet almama direnişi…
İşe giderken ne giyeceğim? Bu sorun genelde bütün kadınların ortak sorunu.
Hele bir de ben gibi kilo aldıysanız vay geldi halinize. Sizi depresyona bile sokabilir.
Bu sabah saatin çalmasıyla bir hışımla yataktan kalktım. Bir hışımla dolabı alt üst ettim. Onu giy, bunu giy derken zaman daraldı. En sonunda geniş bir pantolonu bacağıma geçirip, üzerine kısa bir bluz takıp, kendimi sokağa attım.
Yolda giderken başörtülü, karnı burnunda hamile bir kadınla sohbete başladık. Bir diğer başörtülü kadın da sohbete karıştı.
Karnın sivriliğinden dolayı çocuğun erkek olacağını söyledi. Hamile olan diğer kadın ise “Evet, erkek” diye doğruladı.
Sohbete sonradan dahil olan kadın büyük bir arzuyla, bir erkek çocuğu daha olsa, adını Uhut koyacağını söyledi. Gerçi şimdi evli değilim deyip durakladı.
Çocuğun cinsiyeti, iş hayatı, evlilik derken hayat hikâyesi ortaya döküldü.
Maddi durum iyi olmayınca çareyi evlilikte aramış. Evlere temizliğe gitmek canına tak etmiş.
İlk nişanlısı çok kıskanç çıkınca ayrılmış. Sonra teyzesinin oğluyla nişanlanmış ancak onun da aşırı derecede kıskanç olması nedeniyle evlilikten direkten dönmüş.
Derken kader bir başkasını karşısına çıkarmış. Evlenip Suudi Arabistan’a gitmiş. Bir kız, bir oğlan çocuğu dünyaya getirmiş. Eve barka gelmeyen bir koca. Bu sefer de “kocası kıskanmıyor” diye yakınmaya başlamış.
Yaban ellerde bütün gün camda kocasını bekleyen ve adeta hapis hayatı yaşayan bir kadın.
Suudi Arabistan’daki on yılı böyle yalnızlık duygusuyla geçmiş. Bir gün kocasının cep telefonunda, “Bu nasıl? İyi mi?” diye dal t.ş.k meydanda bir erkek fotoğrafı görünce dünyası başına yıkılmış.
Daha önce de arabasının içinde kayganlaştıcı bulmuşsa da bunu bir kadınla yaptığı kaçamak ilişki diye göz yummuş. Mecburen susup katlanmış o tarihlerde.
Ancak, bu seferki çok farklı. Kocasının sevgilisi bir kadın değil bir erkekti.
Midesi bulanmaya, ondan kusacak derecede tiksinmeye başlamış. Kocasının elini bir daha vücuduna dokundurmamış.
Kendisine koca olmasa da bari çocuklarıma baba olsun, onlara baksın demiş demesine de ancak bu duruma da katlanamamış. Kocayı terk edip iki çocuğuyla Türkiye’ye dönmüş. Bekâr olan erkek kardeşinin evine sığınmış. Onun tafralarına, asabiliklerine bir müddet dayanmak zorunda kalmış. Bakmış olacak gibi değil, eli mahkûm eski mesleğine, temizlikçiliğe geri dönmüş.
Evliliği bir umut olarak gören bu kadının hayatı gizli bir dönme tarafından çalınmıştı.
“Hacı hacıyı Mekke’de, hoca hocayı Tekke’de, i.ne i.neyi Dakka’da bulur” derler ama bunlar birbirini Medine’de bulmuş.
İnsanı düşündüren şey ise homoseksüelliğe son derece karşı olan, zina yapan kadınların taşlandığı (recm) Müslüman bir ülkede dönmelerin kol gezdiği.
Bir İngiliz’den gayrimeşru çocuk dünyaya getirdiği için taşlanarak öldürüleceği korkusuyla Suudi prenses ülkesine dönemezken, aynı topraklarda gizli (!) gay partilerinin düzenlenmesi de ayrı bir paradoks.
Şimdiye kadar Suudi Arabistan’da taşlanarak öldürülen bir dönmeye hiç mi hiç rastlamadım.
Ya siz?
Erkek erkeğe cinsel ilişkiye göz yumuluyor. Ancak bunu bir kadın yaparsa taşlanarak öldürülmesine herkes seyirci kalıyor.
Ne tuhaf bir durum değil mi?
Bari ilk taşı atan, içlerinden en günahsızı olsa.
Rüzgar Kız
Siyasetcafe.com