7 Haziran seçimlerine giderken birden “demokrasi, özgürlük ve kardeşlik rüzgarları” esmeye başlamıştı. Kaynağını iyi bildiğimiz bu hava akımları daha önce hiç görülmedik biçimde toplumu etkisi altına almıştı. Öyle ki CHP’ye, Vatan Partisi’ne oy vermeye ikna edemeyeceğiniz kadar muhafazakar kişiler bile gidip HDP’ye oy verdiler. Cem Uzan’ın üç köfte bir İbo konseriyle %7,25 oy almasından sonra gerçekleştirilmiş en başarılı kampanyaydı. Bu defa İbo yerine Selahattin Demirtaş konseri vardı ama olsun HDP sonuçta barajı aşarak MHP ile aynı sayıda milletvekili çıkardı.
Sonra bir hafta içinde PKK saldırıları başladı. İki ay içinde bu saldırılarda yüz güvenlik görevlisi şehit oldu. Bu süre zarfında HDP’li belediyelerde hendekler kazarak hazırlık yapan PKK’lılar on biri Diyarbakır, üçü Mardin, dört Şırnak, biri Muş, ikisi Batman ve biri Elazığ’da olmak üzere 22 ilçede işgale girişti. Birleşmiş Milletler raporlarına göre Aralık sonuna kadar devam eden operasyonlarda en az yedi ilçe tamamen yıkılırken iki bin dolayında PKK’lı öldürüldü. Bin dolayında da güvenlik görevlisi şehit oldu.
Ne olduğunu kimse anlayamamıştı. Bayram havası yerini kanlı meydana bırakmıştı. Buna rağmen tekrarlanan seçimlerde AKP doğuda oyunu %10 artırırken HDP küçük bir farkla da olsa barajı aşmış ya da aşmasına göz yumulmuştu. Fakat bu bir şeyi değiştirmedi. HDP’liler milletvekillikleri devam ettiği halde cezaevine atıldılar. PKK ise bu süreçte kuvvetlerini Suriye’ye kaydırmıştı. Biz içeride bu bayram- seyran- kan havasıyla meşgulken Türkiye-Suriye sınırında PKK 600 km’lik bir sahayı ele geçirmişti.
Bu arada ABD, PKK güçleriyle DAEŞ’le mücadele adı altında yoğun bir işbirliği geliştirmişti. PKK’lılar ABD zırhlı araçlarıyla boy gösterirken karakollara ABD bayrakları çekmekten imtina etmiyorlardı. Aynı dönemde Türkiye, Rusya ile yaşanan uçak krizi sebebiyle Suriye’ye müdahale edemiyordu. PKK bölgede düzenli orduya yönelmiş, okullar, üretim atölyeleri, tarım işletmeleri kurmaya başlamıştı. Kurumlaşma büyük bir hızla devam ediyordu.
15 Temmuz darbesi gerçekleştiğinde Suriye’nin kuzeyindeki yapı ABD ve Rusya’nın tanıyacağı ölçüde istikrar kazanmıştı. Fırat’ın doğusundan Irak sınırına kadar “Rojava” adı verilen bölge bu iki büyük devletin garantisini elde etmişti. Artık Fırat’ın doğusu bir tartışma konusu olmaksızın PKK hakimiyetindeydi. Türkiye ancak Fıratın batısıyla Afrin adı verilen bölge arasından bir alanı kendine açarak İdilib’e bir bağlantı kurmayı Rusya’ya kabul ettirebildi.
Sonra birden Barzani kendisine vahiy gelmiş gibi bağımsızlık ilan etmeye kalktı. Uzunca bir süredir Kuzey Irakta işler yolunda gitmiyordu. Barzani iki yıldır bölgesel meclisi kapalı tutuyor, siyasal grupların temsil hakkını engelliyordu. Peşmerge’nin maaşları ABD tarafından finanse edilirken diğer memurların maaşları aylardır ödenemiyordu. Diğer yandan bölgedeki sosyal yapı hızla değişiyordu. Artık aşiret, sülale üzerinden kurulan ilişkiler halkta önemini yitirmişti. Gençlerin ilgisi Kuzey Iraktaki yönetimden çok Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkarılan batı destekli harekete kaymıştı. Kürt milliyetçiliği batılı projelerin çanağında pişe pişe içinde her şeyin olduğu bir çorbaya dönüşmüştü. Suriye’nin kuzeyinde Kürt nüfus çoğunlukta olmamasına rağmen orada yaratılan kozmopolit, kimin yönettiği belli olmayan yapıyı büyük bir heyecanla kucakladılar. Barzani’nin altından siyasal ve ekonomik zemin kaymıştı.
Barzani’nin referandum hamlesinin sonuçlarını herkes önceden biliyordu. İran yanı başında İsrail destekli bir oluşuma izin vermeyecek, Irak yönetimi fiili durumu fırsat bilerek otoritesini yayacaktı. Barzani’yle arası en iyi olan Erdoğan yönetimine milliyetçilik bayrağını içeride daha fazla sallamak kalmıştı.
İran ordusu tarafından kurulan ve yönetilen HaşdiŞabi kuvvetleri Kerkük’e girdikten iki gün sonra bütün mevzu anlaşıldı: Rakka’da PKK tüm dünyanın göreceği biçimde Apo’nun resmini açtı. O zaman anladık ki tüm bu seçimlerde saz çalmalar, akabinde PKK saldırıları, yok DAEŞ’le mücadele numaraları, kurtarılan Süryani kadınlar, öteki tarafta kadın PKK’lıların batı basınını süsleyen resimleri ve Kuzey Irak referandumuna uzanan sürecin anlamı buymuş.
Bölgeden gelen haberlere bakılırsa HaşdiŞabi ile PKK’nın arası gayet iyi gözüküyor. Irak-Suriye sınırında el bebek gül bebek geçiniyorlarmış. Hatta Şengal kaymakamı açıkladı HaşdiŞabi ile PKK Şengal’i resmen paylaşmış. Kaymakam Mehmet Halil diyor ki “bunların ikisi de paramiliter örgüt, böyle bir paylaşımın yasalarda yeri yok”. Diğer taraftan İran hem sınır kapılarını tutuyor hem de Talabani sülalesiyle yatıp kalkıyor. Bu arada Türkiye Osmanlıcayı zorunlu ders yapıyor. Bari Farsça ya da Kürtçeyi yapsaydınız da belki adamlar ne diyor onu anlardık.
HDP’nin meclise girmesi, Barzani’nin halaylarla bağımsızlık ilanı falan hepsi zokaymış. İlk hedef Türkiye’deki statüyü değiştirmek değilmiş. Önce Türkiye’nin etrafını değiştirip sonra içini değiştirmekmiş.
Topraklarımız sayısız medeniyete beşik olmuş. Lafta değil gerçekten medeniyet bunlar: Birkaç bin yıl önce kendi dilleri, yazıları, kanunları, üretim ve ticaret ağları varmış. O çağlarda dünyanın başka yerlerindeki devletlerden ve toplumsal örgütlenmelerden çok öndeymiş topraklarımızda doğan medeniyetler. Fakat gelin görün ki aynı toprakların üzerinde yaşayan bizler o medeniyetlerle bağ kurmakta zorlanıyoruz. Kuşkusuz atalarımızın dediği gibi “İl gider töre kalır”. Yani halk göçer ama kültürü yerine gelen sürdürür. Birçok adet, gelenek, davranış tarzı, inanış biçimi, dilimize geçen deyişler, isimler hep o kayıp medeniyetlerden geliyor. Ancak hiç durmayan toplumsal hareketlilik, göçler, politik organizasyonların(devletin de) dünyanın başka yerlerinde görülmeyen bir değişkenliği söz konusu bu topraklarda.
Batılı devletler Türkiye’deki bu değişken yapıyı iyi bildiklerinden aceleci davranmıyorlar. Nasılsa eninde sonunda Türkiye değişir diyorlar. Üstelik içeride onların bu görüşlerini destekleyecek biçimde ulusal birliğimiz zayıflıyor. Elimizde bir Atatürk, bir bayrak, bir Türkçe kalmıştı; onu da hızla yitiriyoruz