Bazı arkadaşlar “Neden hep aynı cemaatleri eleştiriyorsun? Başka cemaatlerde var. Onlardan pek bahsetmiyorsun” diyorlar.
Haklı bir eleştiri gibi görünmekle beraber, ben yine de aynı beş cemaat merkezli eleştiriler yapmaya devam ediyorum. Çünkü irili ufaklı onlarca cemaatin ve tarikatın olduğu bir ülkede her birini tek tek incelemek ve haklarında yazılar yazmak benim ilgi alanıma girmiyor. Güçlü, büyük ve tehlikeli gördüğüm beş tane büyük cemaat ile ilgili yazılar yazıyorum genelde.
Bu beş büyük yapı ile ilgili özet bilgiler vereyim. Bunlar Nurculuk, Süleymancılık, İsmailağa, İskenderpaşa ve Menzil cemaatleridir.
Nurculuk
Nurculuk denilince akla tek bir isim gelir. Said Nursi. O kadar çok karanlık tarafları var ki nurculuğun ve Said Nursi’nin, belki de asla tüm yönleriyle ortaya çıkmayacak. Özel hayatı karanlık, yazdığı kitapları kimin yazdığı bilinmiyor. 1950’li yıllarda Türkiye geneline kaliteli baskılarla basılmış olan Risalelerin neden ve kimler tarafından dağıtıldığı belirsiz. Kaç tane kolu var? Kim ayakta tutuyor bunları belli değil.
Devlet ve diyanet geçmişte Nurculuk ve Said Nursi ile mücadele ettiği halde başarılı olamamıştır. 1964 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı “Nurculuk Hakkında” başlığı ile 10 sayfalık bir broşür hazırlamış ve bu broşür (kitapçık) ile Nurculuğun İslam’a aykırı taraflarını sıralamıştır.
Raporda Nurcuların Said Nursi ve Risaleleri ile ilgili akla hayale gelmeyen tevilleri eleştiriliyor. İlahi bir ilhama dayandığına, Allah katından indiğine dair sözlerin İslam ile alakası olamayacağı vurgulanıyor. Asrı saadetten sonra dünyaya gelen en büyük âlimin Said Nursi olduğu yalanını yaymalarının yanlışlıklarından bahsediyor. 1964 yılında yazılmış olan bu rapora rağmen Said Nursi ve Risaleleri Anadolu Müslümanlarına kutsal kitap gibi okutulmaya devam edildi.
15 Temmuz 2016 tarihinde kalkışılan darbe girişiminin arkasından Nurcuların bir kolu olan Fettullahçılar çıkınca, toplumun Nurculuğa da Risalelere de bakışı değişti. Her ne kadar FETÖ nurcu değildi propagandası yapsalar bile, özellikle gençlerin eski ilgisi kalmadı Risale sohbetlerine.
Cemaatler zaman içerisinde fikir veya pasta kavgası yüzünden bölünürler. Her cemaatte bu bölünmeler olur. Ancak en çok bölünen cemaat herhalde Nurculardır. Kaç kolu var derseniz sayı vermek zordur. Yazıcılar, okuyucular diye kolları var bunların. Fethullahçı olan grubu artık herkes tanıyor. Sosyal medyada gençlere ulaşmak için uğraşan grup sayısı yirmiden fazladır. Arkalarında hangi ağabeyleri var bilmiyorum. Onlarda pasta kavgasında bölünerek çoğalıyorlar.
Süleymancılık
Cemaatler içerisinde en sinsi olan gruptur Süleymancılar. 1888 doğumlu liderleri, 1908 yılında Bulgaristan’dan İstanbul’a okumaya geliyor, 1910 yılında ölen şeyhin yerine geçiyor. Bu cümle bile Süleymancıların kurucu lideri Süleyman Hilmi Tunahan’ın ne kadar karanlık bir adam olduğunu anlamaya yetiyor. Düşünsenize yirmi yaşında İstanbul’a okumaya geliyor ve 22 yaşında şeyh oluyor! Buna inanan var mı? Maalesef binlerce insan inanıyor buna.
Kimden devralıyor Süleyman Hilmi Tunahan şeyhliği? Kendi kaynaklarında Eş-Şeyh Salâhuddîn İbn-i Mevlânâ Sirâcüddin olarak geçiyor adı. Tabi onlar ismin sonuna (K.S) eklemden yazmazlar. Açılımı KuddiseSirruh olan harflerin anlamı “Allah onun sırrını mukaddes etsin, kutlu kılsın.” Kutsallığı nereden geliyor? Hangi kutsal sırlara hâkim? Kim demiş kutsal sırları olduğunu? Bu ve benzeri soruları sorarsanız cemaatten atılırsınız.
Süleyman Hilmi Tunahan’ı müritliğine kabul eden kişi Kırgızistan’ın Oş şehrinde doğan ve mezarı da orada bulunan birisidir. Sanki İstanbul’da kendinden sonraki şeyhi hemen belirleyip memleketine döndükten sonra ölmüş gibi görünüyor. Süleymancılara göre kendisi 33 altın halkanın 32.si iken Süleyman Hilmi Tunahan 33. ve son halka oluyor.
Süleymancılar bildiğiniz bir aile şirketidir. Süleyman Hilmi Tunahan ölünce yerine – oğlu olmadığı için – damadı Kemal Kaçar geçti. 1959 yılından 2000 yılına kadar tam 41 yıl o cemaatin başında durdu damat Kemal Kaçar. Cemaatlerin “bizim siyasetle işimiz olmaz” demelerine bakmayın. Google üzerinden Kemal Kaçar ismini arattığınızda bile siyasetçi olarak karşınıza çıkıyor.
Kemal Kaçar ölünce yerine başka bir aile bireyi olan Arif Ahmet Denizolgun geldi. Şeyh olmadan önce 1995 yılında Refah Partisi Antalya Milletvekili olarak meclise giren Arif Ahmet Denizolgun, 28 Şubat dönemi yöneticileri tarafından Ulaştırma Bakanı bile yapıldı. Siyasetle işlerinin olmadığına inanacak kadar saf olan var mı hâlâ?
2016 yılında bir kalp krizi veya beyin kanaması ile ölen Arif Ahmet Denizolgun’un yerine Alihan Kuriş getirildi. Soyadlarının farklı olmasına bakmayın. Süleyman Hilmi Tunahan’ın iki kızı olduğu için evlenen kızlarından olan damatlar, çocuklar, torunlar şeyhlik koltuğuna oturmaya devam ediyor.
Süleymancılar 1940’lı yıllardan bu yana gündeme gelen bir cemaat. Bu kadar uzun süredir gündemde olan bir cemaat ile ilgili piyasada pek ciddi bir çalışma bulamıyorsunuz. Hayatının 40 yılını bu cemaat içerisinde geçirmiş olan gurbetçi Zekayi Işın’ın yazmış olduğu iki kitap dışında, bugün bu yapıyla ilgili bir kitap yok. 1970’li yıllarda ve 1990’larda yazılmış olan birkaç kitap bugün piyasada bulunamıyor.
Zekayi Işın tarafından yazılmış kitaplar:
1) Cemaate Adanmış 40 Yıllık Hüsran Süleymancılık
2) Kim Bu Süleymancılar?
İsmailağa Cemaati
Dört mezhep müftüsü Ali Haydar Efendi olarak tanıtılan şeyhlerinden sonra tarikatın başına Mahmut Ustaosmanoğlu geçti. 1960 yılından 2022 yılına kadar tam 62 yıl boyunca cemaatin başında Mahmut Ustaosmanoğlu bulundu. Dört mezhep müftüsü diye tanıtılan bir önceki şeyhlerinin neye göre böyle tarif edildiği hiç bilinmedi. Kim seçmiş? Neye göre dört mezhep müftüsü olmuş? Üç mezhep müftüsü veya iki mezhep müftüsü de var mı? Bu ve benzeri sorular sormanın pek anlamı yok cemaat mensupları için.
Elli yıla yakın bir zamandır liderleri (Mahmut Ustaosmanoğlu), camileri (İsmailağa camii) veya semt adıyla (Çarşamba cemaati) anılan cemaatin, şeyhleri öldükten sonra (2022) neler yaşanacağını hep beraber göreceğiz. Birkaç meşhur piyasa vaizi bilinse de sosyal medya sayesinde bilinmek isteyen hocalar veya çevreleri rekabete devam ediyorlar.
Sarıklı, cübbeli, şalvarlı ve çarşaf giyen insanların bulunduğu bir cemaat. O cemaatin kursuna giren erkek veya kız öğrencileri klasik medrese eğitimi alırlar. Kur’an’ı Kerim’i yüzüne okumak, ezber yapmak gibi temel eğitimden sonra emsile-bina-avamil gibi Arapça gramer bilgilerini öğrenmeye başlarlar. Birkaç yıl cemaatte kalıp sarık cübbe ile dolaşmaya başlayan herkes kendini alim sanıyor orada.
İsmailağa cemaati denilince şeyhlerinden daha meşhur biri var. Artık herkesin Cübbeli Ahmed olarak bildiği Ahmet Mahmut Ünlü. Uzun yıllardır birçok tartışmanın odağında olan bir isim Cübbeli Ahmed. Yazdıkları, söyledikleri hep tartışılıyor. Piyasanın en meşhur hurafecilerinden birisidir kendisi.
İskenderpaşa Cemaati
Hak Yolcular olarak bilenler de var bu cemaati. Süleymancılar gibi bunlarda aile şirketi olarak yollarına devam ediyorlar. Mehmet Zahid Kotku ölünce yerine – oğlu olmadığı için – damadı Esat Coşan geçiyor. 1980 ile 2001 arasında Esat Coşan liderliğinde yoluna devam ediyor bu cemaat. 2001 yılında Esat Coşan bir trafik kazasında ölünce, onun yerine oğlu Muharrem Nureddin Coşan geçiyor. Şirketin başına en âlim olan geçecek değil tabi! Babadan oğluna geçen din tüccarlığı fabrikası gibi çalışıyorlar.
2001 yılından bu yana tarikatın başında olan Muharrem Nureddin Coşan’ın, yayınlanmış tek bir kitabı bile yok bugüne kadar. Daha ilginç olanı ise birkaç dakikalık birkaç video dışında hiçbir sohbet videosunu bulamazsınız. Yazmıyor, konuşmuyor ama şeyh olarak kabul ediliyor.
Diğer cemaatler gibi İskenderpaşa cemaati de bürokrasideki adamları vasıtasıyla devletten payını almaya çalışıyor. Yıllar önce “Ufuksuz İnsanlarla Ufka Yolculuk” başlığı ile bu cemaatin Millî Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortak projeler yapıyor olmasını eleştirmiştim.
Menzil
Adıyaman’ın Kahta ilçesinde bir köyün adıyken, Türkiye’nin her yerinde bilinen bir cemaat adına dönüştü Menzil cemaati. Liderlerine Gavs diyorlar. Cemaatin kuruluşu ve yükselişi ile ilgili birçok rivayet dolanıyor ortalıkta. Teröre karşı derin devlet tarafından kurdurulduğu anlatılıyor. Doğru olup olmadığını benim bilmem mümkün değil. Bildiğim ve gördüğüm kadarını yorumlamaya çalışıyorum.
Muhammed Raşit Erol (1930-1993) tarafından kurulan Menzil cemaatinin lideri Abdulbaki Elhüseyni'dir. Kendisine Gavs diyorlar ve sürekli tövbe almak için yanına gidiyorlar. Gavs ne demek? Tövbe Alınır mı? Müslüman için kutsal ziyaret yeri Kâbe’dir. Bu ziyarette nereden çıktı? Buna benzer sorular soranlar zaten oralara pek yanaşmazlar.
Gidenlerin bir kısmı gördüklerinden etkilenip reklam yaparken, bazıları da “bu nasıl bir cehalet?” diyerek bir daha oraya yaklaşmıyorlar. Son yıllarda Menzil köyünü ziyaret etmiş olan bir arkadaşım, lüksün ve konforun Mekke ve Medine gibi olduğunu söylemişti. Bende o arkadaşıma lüks ve konfor içinde olmayan bir cemaatin olmadığını söylemiştim.
Ak Parti iktidarları döneminde bazı Bakanlar ve Bakanlıklar Menzil cemaati ile anılır oldu. Ama ben işin siyasi boyutundan daha çok dini tarafıyla ilgileniyorum. İslam’da Gavs diye bir makam mı var? Kim neye göre seçiyor bunları? Kilise de günah çıkartır gibi tövbe almaya giden insanları kimse uyarmıyor mu? Şeyhin gözlerine bakan sarhoşlar içkiyi bırakıyormuş. Bunu söyleyen herkese “Peygamberimizin bile böyle bir gücü yoktu” diyorum.
Ortak Özellikleri
Ben cemaatleri ahtapotun farklı kollarına benzetiyorum. Kolları farklı olsa da aynı hurafe ve cehalet bataklığından besleniyorlar. Dışarıdan bakınca birçok farklı özellikleri var gibi görünse de yakından baktığınızda ortak yönlerinin daha çok olduğunu anlıyorsunuz.
Tüm cemaatler bir kişi etrafında toplanırlar. O kişi, ailesi ve yakın çevresi adeta kutsanır. Dini kendi amaçları için araç olarak kullanırlar. Allah ile kul arasında aracı olduklarını düşünürler. İktidarda kim varsa ona yakın olma konusunda birbirleriyle yarışırlar. Hepsi gariban öğrencileri vitrine koyar, kendileri büyük pastadan pay almak için yarışırlar. Şeyh ve ailesinin lüks hayat yaşamadığı bir tarikat bulamazsınız. Fakir gençleri kullanarak zenginleşen asalak sürüsü gibidirler. Hepsinin birçok şirketi vardır. Okul ve hastane gibi neredeyse her cemaatin yatırım yaptığı alanlar dışında, gıda sektörüne de ciddi yatırımlar yaparlar.
Bir cemaat veya vakıf görünümlü tarikat neden hastane açar ki? Fakir ve garibanları bedava muayene etmek için mi? İstanbul da tarikatlar tarafından açılan bazı hastaneler, diğer özel hastanelerden çok daha pahalıdır. Elinde hazır müşteri (talebe) varken gıda sektörüne yatırım yapmayı neden ihmal etsinler ki? Kendi markaları dışındaki bazı ürünler için haram fetvası vererek, evlerine gönderdikleri talebeleri yıllarca müşterileri olarak kullanmaya devam ediyorlar.
Devlete Sızıntı
Nurcuların bir kolu olan Fethullahçıların askeriyeyi, emniyeti ve yargıyı ele geçirerek devlete darbe yapma girişiminde bulunmuş olması, diğer cemaatlerin de aynı yoldan yürümeye çalıştığı düşüncesine sevk etti birçok insanı. Eline güç geçiren her cemaat devleti ele geçirmek ister. Bundan hiç kimsenin tereddüttü olmasın. Her cemaat aynı hedef için çalışsa bile aynı yoldan yürümezler. Nurcu Fethullahçıların dergilerinin adını “Sızıntı” koymuş olmaları da ayrı bir ironi olarak tarihe geçti.
Cemaatlerin devlete sızmaya çalışması veya devleti ele geçirmeye çalışmaları konusunda yanlış anlaşılan bir şey var. Cemaatler devleti ele geçirip Cumhurbaşkanlığı koltuğuna kendi şeyhlerini oturmak niyetinde değildirler. 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı, Fethullah Gülen Türkiye’ye gelip Cumhurbaşkanlığı makamına oturmayacaktı. Cemaatlerin amaçları devleti yönetmek değil, devleti yönetenleri yönetmektir. İkincisi ilkinden daha sinsi bir amaçtır. Devlete sızıntı devam ediyor maalesef.
15 Temmuz Sonrası Türkiye’de tüm cemaatlere karşı bir mesafe koydu millet. Bunun farkına varan cemaatler biz FETÖ gibi değiliz diye sürekli açıklamalar yapmak zorunda kaldılar. Piyasada tanınan vaizleri, kendilerine bağlı yazarlar ve akademisyenler, muhafazakâr medyada sürekli diğer cemaatlerin FETÖ gibi olmadığını vurguladılar. Bu çabaları zaman içerisinde biraz etkili olmuş olsa bile, özellikle gençler, hepsinden uzak durmayı tercih etmeye devam ettiler.
Cemaatler Ehli Sünnet kisvesi ile devlet içinde kadrolaşmaya, özellikle din alanında tek söz sahibi olmak için çalışmaya devam ediyorlar. FETÖ’den boşalan devlet kadrolarına kendi adamlarını yerleştirmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaya devam ediyorlar.
Medrese Eğitimi Nedir?
Cemaatlerde eğitim nasıl verilir? Burada konu edindiğim beş büyük cemaat içerisinde, Nurcular dışındakiler, klasik medrese eğitimi vermeye devam ediyorlar. Nurcuların eğitim adına yaptıkları tek şey Risale okutmak ve kurtuluşun Said Nursi yolu olduğunu anlatmaktan ibarettir. Özellikle sosyal medyayı gençlerin diliyle kullanan, benim yeni yetme nurcu gruplar olarak tanımladığım gruplar eliyle gençlere ulaşmaya çalışıyorlar.
İsmailağa cemaati, Süleymancılar, Menzil ve doğudaki birçok medresenin eğitim müfredatı aynıdır. Hepsi klasik medrese eğitimi veririler. Ders içerikleri aynı olmakla beraber bu cemaat mensuplarının kıyafetleri farklıdır.
Süleymancılar sakal bırakmaz, İsmailağa sakal şartı koşar. Süleymancı bayanlar asla çarşaf giymezler, İsmailağa ekibi için çarşaf şarttır.
Verdikleri eğitim klasik medrese eğitimidir. Medrese eğitimi Osmanlı’nın son dönemlerinde verilmiş olan ezber eğitiminden ibarettir. Kur’an’ın yüzüne okunması, bolca ezber yapılması ve mümkünse hafızlık yapılmasıyla başlar. Sonra verilen eğitim daha çok Arapça gramer kurallarından ibarettir. Bazı cemaatlerde bu eğitim beş ile on yıl arasında sürer. Ezber dolu bu eğitim sürecinde gençlerin cemaate ve şeyhlerine kayıtsız şartsız bağlanması sağlanır. Sonra öyle bir pohpohlanırlar ki, daha 20’li yaşlarda kendilerini çok büyük bir âlim sanmaya başlarlar.
Medrese eğitimi alıp kendilerini âlim sanan gençleri ben ilkokul diploması alıp kendisini profesör sananlara benzetiyorum. Çünkü öyle şeyler anlatılıyor ki gençlere, o anlatılanlara inanan bir insanın kendisini cahil sanması mümkün değil. Her şeyden önce insanlığın umudu olan şeyhlerine (!) çok yakınlar. Osmanlı’nın dünyayı 600 yıl bu eğitim ile yönettiğine inandırılırlar. Sarık, cübbe giyip biraz da sakal uzatınca, özellikle memleketlerine gittiklerine “hocaefendi” muamelesi görürler.
Çözüm Nedir?
Cemaat ve tarikat tehlikesinden milleti ve devleti kurtarma konusunda birçok farklı fikir var. Toplumun bilinçlendirmesinden bahsedenler olduğu gibi daha radikal tedbirler alınması gerektiğini söyleyenler de var. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, devlet yöneticileri çok büyük bir fırsatı kaçırdılar. Milleti de arkalarına almışken, diğer cemaat ve tarikatlara da bazı operasyonlar yapılmalıydı.
Cemaat ve tarikatların üst düzey yöneticilerine çok ciddi bir operasyon yapılmalı. Bu operasyon yapılırken millete de bu insanların din tüccarı oldukları, üst düzey yetkililerinin lüks bir hayat yaşadıkları gösterilmeli. En önemli adım, milletin çocuklarını cemaat ve tarikat yurtlarına mahkûm olmaktan kurtarmaktır. Devletin kontrolünde yurtların yeterli sayıda olduğu il ve ilçelerde, öğrenciler cemaat ve tarikat yurtlarını tercih etmiyorlar. Aynı şey 4-6 yaş Kur’an kursları için de geçerli. Millet devlete ait kurumları tercih ediyor. Devletin boş bıraktığı yerleri paralel devlet yapılanmaları dolduruyor.
Tekke ve zaviye kanunu işleterek bunlarla mücadele edebileceğini sananlar, cemaat ve tarikatların nasıl sinsi olduklarını bilmiyorlar. Hiçbir cemaat resmi olarak tekke veya tarikat olarak görünmez. Hiçbir cemaat Türkiye’nin her yerinde tüm kurumlarını aynı kişiler adına açmaz. Resmi olarak dernek veya vakıf olarak görünürler. “Bizim bir cemaat ve tarikatla bağımız yok. Biz bir hayır kurumuyuz. Dernek işleriyle uğraşıyoruz” dediklerinde, hukuk karşısında masum görünürler.