ABD ve Batı dünyasının soğuk savaş dönemine SSCB ile mücadelesinde genelde dinin, özelde ise İslam dinin hayati bir önemi vardı.
Nitekim 1946 yılında ABD’nin Moskova büyükelçisi bu hususu şöyle ifade etmişti:
“Manevi hayatımızı, devlet adamlarından ziyade, büyük din adamlarının kılavuzluğuna borçluyuz... Düştüğümüz manevi buhrandan çıkmamız, atom bombasının, dini ve siyaset adamlarının omuz omuza çalışmalarıyla mümkün olabilir. Stalin’i durdurmakla iş bitmez. Tanrıdan başka efendi tanımayan biz Amerikalılar...Bu mücadelede kullanılacak en meşru silah, manevi bir kuvvet olan dindir... Musa, Buda, Konfüçyüs, Muhammet, ayrı ayrı yollardan bizi ışığa çıkardılar. Düşmanımız, komünizm Tanrı’yı inkar esası üzerine kuruludur. Din, komünist diktatörlüğü yok edecek ilahi kudrete sahiptir...”
CIA’nin kadrolu elemanlarından olan Fuller, “Dine başvurma zorunluluğu” adlı değerlendirmesinden şunları kaydeder:
“Dünyada hiçbir lider, ne George Washington, ne Nehru, ne Lenin, ne de Gandi sonsuza kadar yaşayacak ürün vermemişlerdir. Oysa İncil ve Kur’an veriyordu. Liderler ölüyor, önce bedenleri, sonra da zaman içinde düşünceleri siliniyordu. Oysa Kuran ve İncil yaşıyordu...”
(Wılliam C. Bullitt, Asıl Büyük Dava, S.130-141)
ABD’nin iki kutuplu dünyada SSCB’ye karşı geliştirdiği strateji büyük ölçüde din eksenliydi. Din, bütünüyle politik mücadelenin en etkili silahı olarak görülüyordu. Öyle ki, ABD’nin Dış İşleri Bakanı Dulles, 1956’da Sovyetleri din faktörüyle tehdit etmişti.
Dulles, şöyle diyordu:
“Din ile siyaset birbirinden ayrılmaz. Dünya meseleleri hususunda seçeceğimiz yol, dini görüştür. Ümit ediyoruz ki, Sovyet liderleri iş işten geçmeden, Allah fikrine bağlılığın, vatan perverliğin, beşeri haysiyet ve vakarın daima kalplerde yaşayacağına inansınlar...”
ABD’nin sosyalist dünya blokuna yürüttüğü ideolojik ve stratejik mücadelenin nükleer silahı din idi. Özellikle de İslam dini idi.
Brzezinski, o zamanlar Sovyet sosyalizmine karşı mücadelede İslamcı muhalefetle birlikte hareket edilmesi gerektiğini çok açık bir biçimde ifade etmişti:
“Bana öyle geliyor ki, şu an en önemli şey Sovyetlere karşı İslami bir ittifak oluşturulmasıdır...” Komünizmi “yeşil kuşak” la kuşatmak denilen strateji tam da buydu.
Bu strateji soğuk savaş sonrası İslam ülkelerinde oluşan Anti Amerikancılığa ve sömürgeciliğe karşı yeni bir içerik kazandı. A. Lake, “Savaşmak için yeni bir düşman ideoloji arayan Amerika’nın halihazırdaki tek süper güç olması sebebiyle İslam üzerine yeni bir ıslah hamlesinde başı çekmeye kendisini odaklaması gerektiğini” bu yüzden ileri sürmüştü.
İki kutuplu dünyada din karşıtı doğu bloğunu mağlup etmek için kullanılan İslam kartı, soğuk savaş dönemi sonrasında küresel hâkimiyet için kullanılmaya çalışılıyor.
Bunun için de geleneksel İslam’ın kullanılma yeteneğinin sınırlı olduğunu fark eden küresel odaklar, amaçlarına ancak İslam’ın “ıslah” edilmesiyle ulaşılabileceği kanaatine vardılar.
İşte Amerikan çıkarlarıyla uyumlu İslam yaratma gayretleri bu projenin ürünüdür. İslam’ın “yapısal olarak teröre” uygun bir din olmaktan çıkarılıp, küreselleşmeye ve demokrasiye uygun hale getirilmesinin yolu onlara göre radikal İslam’la savaştan geçmektedir.
Halbuki küresel odakların köktendinci, radikal, terörist ya da marjinal diyerek saldırdıkları insanların çoğu ülkelerini işgal eden güçlerle savaşan insanlardır.
Diğer yandan ABD veya AB ülkelerinde İslam’ın itibarsızlaştırılması faaliyetleri de yukarıda sözü edilen amaçlarla yakından ilgilidir. İslam ya küresel odakların kullanımına uygun bir din haline getirilecek ya da marjinalleştirilecektir.
İslam için öngörülen yeni strateji budur. Topu topu dört minaresi olan İsviçre’de referandum ile gerçekleştirilen “minare” yasağı, 2000 civarında burkalının bulunduğu Fransa’da yürürlüğe sokulan “peçe” yasağı ve toplam 270 peçeli kadının bulunduğu Belçika’daki peçe yasağı da bu amaçla yakından ilgilidir.
Danimarka’daki İslam’a hakaret karikatürleri, ABD’de Kur’an yakma törenlerinin hepsi de aynı amaca hizmet etmektedir.
İslam üzerine oyun oynayan küresel odakların kendilerine göre meşru ve haklı nedenleri vardır. Kendileri üzerine oyun oynanan Müslümanlar ise ya bu oyunda oyuncak olacak ya da bu oyunu bozacaklardır. Bunun üçüncü bir yolu yoktur.
Devamı var!