Sabah Gazetesi yazarı Mahmut Övür, bugün kaleme aldığı “İmamoğlu il binasını bastı mı?” başlıklı köşe yazısında Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile Canan Kaftancıoğlu arasındaki gerilime değindi.
İşte Mahmut Övür’ün o köşe yazısı:
İki yıl süren pandemiye, son bir yıla damgasını vuran Ukrayna-Rusya Savaşı’nın yol açtığı enerji ve ekonomik krize rağmen CHP’nin oyunda anlamlı bir artış yok.
Ama buna rağmen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, arkasında büyük bir halk desteği varmış gibi sürekli meydan okuyor, “Kimi koysak kazanır” rahatlığıyla siyaset yapıyor.
Dahası yetinmiyor da, büyük bir özgüvenle 8 saat ortadan kaybolmayı göze alıp hamburger yemek için ABD’ye, Türkiye’yi “narko-devlet” ilan etmek için de Londra’ya gidiyor.
Sonra da dönüp her ay toplumu bir başka beklentiye sokuyor. Tıpkı başörtüsünde olduğu gibi… Oysa bütün bu çıkışlar partisinin oyunu artırmadığı gibi parti içi kavgayı da durdurmuş değil.
Şu tabloya bakın… Herkesin “susturuldu” dediği İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, ABD-İngiltere gezisindeki başarısızlıktan sonra çok daha ateşli ve açık bir biçimde “Ben de varım” deyip parti içi kavgaya hız verdi.
İlk kapıştığı da hukuken yok hükmünde olan İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu… Kaftancıoğlu ceza yemesine rağmen halen il başkanı olarak görevinin başında. Yani partinin hâlâ etkili aktörlerinden biri… Sevgili Zafer Şahin yazdı, İmamoğlu da bu aktörü yanında görmek için şöyle bir teklif götürmüş: “Benimle misin yoksa Kılıçdaroğlu ile mi?”
Kaftancıoğlu, bu öneriye sert cevap vermiş:
“Bu partinin genel başkanı da yönetimi de belli. Adayın kim olacağı, nasıl belirleneceği belli. Sen git önce belediye başkanlığı yap. Bu işlerle uğraşma.”
Tabii kavga burada kalmıyor… Kaftancıoğlu biraz da kendi pozisyonunu sağlamlaştırmak için önüne çıkan her fırsatı, İmamoğlu’na vurmak için kullanıyor. Deyim yerindeyse bilinçli bir strateji izliyor. Bunun son örneği de bu gerilimden bir süre sonra yapılan İstanbul CHP İl Divan Kurulu toplantısında yaşandı. İlginç olan Divan Kurulu üyelerinden birinin İmamoğlu’nun akrabası Ufuk İnan olmasıydı.
Kaftancıoğlu, İnan’ın da bulunduğu o toplantıda İmamoğlu’nun hırsını yenemediğini, bir “şizofren” gibi davrandığını söylüyordu. Tabii bu sözlerinin hemen İmamoğlu’na ulaşacağını da biliyordu ve öyle de oldu. Ufuk İnan, toplantıdan hemen sonra İmamoğlu’nu arıyor ve Kaftancıoğlu’nun kendisine “şizofren” dediğini aktarıyordu.
CHP açısından belki de en kritik nokta bundan sonra olacaktı. İmamoğlu bu sözleri duyar duymaz İstanbul CHP il binasına gidiyor ve öfkeyle Kaftancıoğlu‘nun odasına giriyordu. Bu tam anlamıyla bir baskındı. Ancak CHP kulislerinde konuşulanlara göre, Kaftancıoğlu bu baskının hedefine ulaşmaması için il binasını terk etmişti. Bu, Kaftancıoğlu’nun ince siyaset yöntemiydi. CHP’lilere göre Kaftancıoğlu bu tür toplantılarda söylediği sözlerin kulislere sızmasını sağlıyor ve pozisyonunu güçlendiriyordu. Son dönemde sık sık İmamoğlu’na hakarete varan sözlerinin kulislerde konuşulmasının nedeni de buydu. Kaftancıoğlu’nun İmamoğlu’na zaman zaman “aptal” veya “müteahhit kafalı” demesine CHP’liler alışmışlardı ama ilk kez “şizofren” demesi şaşırtmıştı onları.
İmamoğlu karşıtı bir CHP’li ise onların bu şaşkınlığına şaşırıyordu:
“Bir adli tıpçı olarak bu teşhisi en doğru şekilde koyacak isim Kaftancıoğlu’dur. O öyle diyorsa bir bildiği vardır.”
Tekrar başa dönüp soralım; daha partisi içindeki bu kavgayı durduramayan ve doğal olarak yönetemeyen Kılıçdaroğlu, bölgesel savaşların direkt etkilediği, küresel güçlerin terör aparatları ve faiz lobileriyle saldırdığı bir Türkiye’yi nasıl yönetecek?
Siyasetcafe.com