Salgının başladığı günden aşı sürecine kadar bizzat otorite merkezi kabul edilen FDA, WHO gibi kurumların yanı sıra beyaz önlüklerin birbirini çürüten açıklamaları ve alınan sonuçlar, belirsizliği ve güvensizliği daha da derinleştirdi.
İlk başlarda yan etkilerinin ne olduğu konusunda çelişkili açıklamalar yapan ve hatta bilmediklerini açıkça söyleyen kurum ve sağlık görevlileri, kısa vadede ortaya çıkan yan etkileri sonrasında benzer tutum ve söylemlerine devam ediyorlar. Öncesinde söz konusu aşıların klinik testlerinin yapıldığına dair güven verici açıklamalar yapılmış olsa da kimi deneklerin aşılama sonrasında hayatını kaybettiğine dair pek çok haber yapılmıştı.
Ayrıca klinik testleri yapılmış olsa bile orta ve uzun vadede yan etkilerinin alınabilmesi için belli bir zamana ihtiyaç vardır. Bugün neredeyse dünya nüfusunun yarısından fazlası aşılanmasına rağmen vaka ile ölüm oranları aksine artmaya devam ediyor. Pek inandırıcı olmasa da tıp ve teknolojinin bu denli gelişmiş olmasına rağmen Covid-19 salgını karşısında çaresiz kaldığı görülebilir fakat aslında bu konu bizzat ilaç endüstrisi ile FDA, WHO gibi ilgili kurumlar tarafından kaotik ve katmanlı probleme dönüştürülmüş durumdadır. Onların kirli, kârlı ilişkilerinin bedelini dünya kamuoyu canıyla ödemektedir.
FDA, WHO gibi onay kurumlarının endüstri ile olan ilişkilerini, onay işlemlerinin kulislerde belirlendiğini, Pfizer, Bayer, Johnson&Johnson gibi üreticilerin geçmişte kamu sağlığını nasıl tehlikeye attıklarını ve haklarında açılan kamu davalarına önceki makalelerimde örnekler vermiştim. Bayer dışında diğer iki firmanın bugün de ürettikleri aşıları piyasaya rahatlıkla sürmesi, söz konusu onay kurumlarıyla olan ilişkilerinin bariz bir göstergesidir. Aşıların uzun vadede yaratacağı yan etkilerin neler olabileceği konusunda hiç kimsenin bir fikri olmasa da kısa vadede ortaya çıkan yan etkileri gerçekleri görmemiz için yeterli olmuştur.
Pilot ülkeler ilk deneklerdi
İlk aşılamanın 22 Şubat 2021’de Afganistan’da başlatılmasından hemen sonra da pilot ülke olarak seçilen üçüncü dünya ülkelerinden Endonezya, Brezilya, Şili, Bangladeş ve Türkiye’de kitlesel aşılamaya geçilmişti. Yani bu ülkeler ilk deneklerdi. Türkiye daha ilk aşılamada Endonezya’yı örnek göstererek aşının % 97 tam koruma sağladığını büyük bir coşkuyla haberleştirirken, kimi beyaz önlüklüler de benzer haberlere dayanarak spekülatif açıklamalar yaptılar.
Öyle ki, adının önünde “Prof” unvanı olan Birgün Sönmez, aşı olmayanları vatan haini ilan etmekle kalmadı, kız vermemeleri konusunda çağrılar yaparak gülünç durumlara neden oldu. Benzer haber ve açıklamalar, aşı ile virüs belasından kesinkes kurtulacağı inancını pekiştirmekte etkili oldu. Henüz aşılar piyasaya sürülmeden önce her ülkenin ilk etapta kaç kişiyi hedeflediklerine dair açıklamalar yapması, rastgele bir söylem değildi. Çünkü dünya aşı programında hedeflenen orana ulaşmak için her ülke nüfus yoğunluğuna göre bir oran belirleyecekti. Böylece aşıların kısa vadede yan etkileri öğrenilecek, süreç bunun üzerinden devam ettirilecek ve gerekli adımlar atılacaktı.
Salgın başladığında 65 yaş üstünün riskli olduğunu, 18 yaş ve altı gruplarda etkili olmadığını kesinkes söyleyenler sonradan bu yaş grubunun taşıyıcı olduğuna dair açıklamalar yaparak kendi görüşlerini çürütmüştü fakat bu gerçek kimsenin umurunda değildi. Aynı çelişkili açıklamalar aşı konusunda da devam etti. Henüz ilk uygulamada % 97 tam koruma sağladığını iddia ettikleri aşıların gerçekte tam koruma sağlamadığı, aşılıların virüse yakalanmasıyla ortaya çıktı.
Gerçekler ortaya çıkınca da koruma süresini tam korumadan 6 aya indirmekle kalmadılar aşılı olanların, aşısızlara oranla daha hafif atlattığı şeklinde başka bir söylemle durumu idare etmeye çalıştılar. Keza ölüm vakalarında aşılı olanların oranı gizlenirken, aşısız olanlar ön plana çıkartılarak bir sonraki aşılar için toplumu psikolojik olarak hazırlama yoluna gittiler. Buna en anlamlı örneği, Pfizer patentli BionTech’in Ceo’su Uğur Şahin’in açıklamaları oluşturmaktadır.
Bizzat kendileri tarafından farklı varyantların ortaya çıktığı ileri sürülürken diğer taraftan da yeni bir aşı çalışmasına ihtiyaç olmadığını söyleyerek çelişkiye düşmektedir. Virüsün farklı varyantlarına karşı etkili olabilecek yeni aşı çalışmasının yapılması veya var olanın geliştirilmesi gerekirken ihtiyaç olmadığını söylemesi, toplum sağlığı üzerinden bir sömürü düzeninin sürdürüldüğüne işaret etmektedir. Çünkü ABD hukuk tarihinde en büyük sağlık dolandırıcısı olarak mimlenmiş, tazminata mahkûm edilmiş Pfizer’in Ceo’su çok iyi biliyor ki yeni bir aşı çalışması, test ve onay süreci hem ciddi bir masrafa hem de zaman kaybına neden olacaktır.
Bunun yerine stoklardaki mevcut aşıyı eritmek ve bir süre bu şekilde devam etmek en kârlı yol olacaktır. İşte Uğur Şahin’in açığa vurmadığı net düşüncesi budur. Kamu sağlığı ne FDA’nın ne de ilaç endüstrisinin umurunda değildir.
Aşı koruyor ise vakalar neden artıyor?
Bu soruyu yanıtlamakta birçoğunuzun zorlanmayacağını biliyorum. Yanıtlar da muhtemelen iki şık üzerinden verilecektir. Birincisi; aşıların 6 ay koruma sağladığı, ikincisi; yeni varyantların ortaya çıkması ve aşıların bu varyantlara karşı etkili olmadığıdır. Eğer üçüncü bir yanıt varsa bu siteye yazarak tartışma konusu yapabilirsiniz. Yanıtını bildiğim soruları sormamadaki amaç tam da bu noktadır. Madem yeni varyantları ortaya çıktı o halde aşıların geliştirilmesi veya bu varyantlara karşı yeni aşıların üretilmesi gerekirken koşulsuz güven duyulan BionTech’in Ceo’su, neden mevcut aşılarla devam etmekte ısrar ediyor?
Böylesine akıl dışı, trajikomik durumların yaşanmasının, gülünç durumlara düşülmesinin nedeni yaklaşık iki yıldan beridir süregelen salgın ile aşı konusunda net bilginin olmaması, varsayımlarla hareket edilmesi olabilir mi? Yoksa süreç bir süre daha bu şekilde devam ettirilerek ilaç firmalarının yıllık hedeflediği ciroya mı ulaşması sağlanıyor?
Dünya genelinin neredeyse tamamının aşılanmasına rağmen vaka ve ölüm oranlarının düşmesi yerine giderek artmasını, söz konusu virüsün mutasyona uğrayarak varyantlarının oluştuğuna bağlasalar da mevcut aşıların virüse yakalanma riskini düşürmediği ve koruma süresinin de yine kendi ifadeleriyle 6 ay kadar olduğu netlik kazanmıştır. Bugün aşı konusunda birbirini çürüten, çelişen açıklamaların başlıca nedeni de yan etkilerinin ve ne derece koruduğunun bariz bir şekilde netlik kazanmış olmasıdır.
Daha net ifadeyle % 97 tam koruma sağladığını söyleyenler bugün ise aşıların ürettiği antikorun süresinin ancak 6 ay dayanabildiğini itiraf etmişlerdir. En güvenilir aşı olarak parlatılan Pfizer patentli BionTech’i üreten Uğur Şahin, iki hafta önce yaptığı başka açıklamada iyi sonuçlar aldıklarını ve doz oranını arttıracaklarını söylemişti. Hiç kimse “madem mevcut doz oranı iyi sonuç veriyor öyleyse dozu neden arttırmayı düşünüyorsunuz?” diye sormadı, soramadı. Oysa herkesin anlayabileceği şekilde izah etmesi gerekiyordu ancak ne kendisi izah etti ne de kimse bu kritik soruyu sormadı. Keza aynı kişiye iki farklı aşı yapılmasındaki amacın hem etkinliği arttıracağı hem de daha uzun süre koruma sağlayacağı söyleniyordu fakat bu öngörünün de varsayımdan ibaret olduğu kısa sürede anlaşıldı.
İki farklı aşının etkinliği arttırmadığı, süreyi uzatmadığı, mevcut aşıların koruma süresinin 6 aydan fazla olmadığı bizzat ilgililer tarafından doğrulandı. Peki, iki farklı aşının insan vücudunda nasıl bir reaksiyon göstereceği biliniyor mu? Bilinmiyor çünkü bunun sonuçları da uzun vadede görülecektir.
Sorumluluk vatandaşa yükleniyor
Sağlık Bakanlığının 9 Ekim 2021 tarihli verilerine göre 18 yaş ve üstü 1. doz aşılama oranı % 87,75, 2. doz oranı % 74,36 ve üçüncü faz da yapılmaya devam etmektedir. Aynı tarihli son 24 saate göre yapılan 248 bin 856 test sonucunda 28 bin 645 kişinin testi pozitif çıkmış. Aynı gün ölüm sayısı 206, iyileşenlerin sayısı ise 24 bin 217 olmuş. Bakanlığın kendi ifadesine göre günlük toplam vaka sayısı 30 binlere dayanmış, ölüm oranlarında da ciddi bir artış olmuş.
Bu ayrıntıya bir yorum yapmayacağım çünkü henüz aşı bulunmadan evvel ki tablo ile şimdiki tablo karşılaştırıldığında ciddi bir farkın olmadığı görülecektir. Bakanlığın verilerine göre toplumun neredeyse % 80’ni en az 2 faz aşı yaptırmasına rağmen vakalar ve ölümler giderek artmaktadır. Bugün 4. faz aşı konusunda kararsız olan iktidar, 2. faz aşıyı yaptıranlara aşılarının tamamlandığını söylerken diğer yandan sonraki aşılar için de “gönüllü ol” şeklinde tavsiyelerde bulunmaktadır. Gönüllü ol demek, denek ol demektir ve bu da kişinin kendi inisiyatifinde olduğu için sorgulanacak, eleştirilecek tarafı yoktur.
Ancak yasak ve yaptırımlarla sonuçlarını kendilerinin dahi tahmin edemediği aşıya toplumu zorlamak ve bunun sorumluluğunu da kişinin kendisine yüklemek, iktidarın sorumluluktan kaçması anlamına gelir. Çünkü bizzat görüştüklerim aşı öncesinde “bilgilendirme metni” denilen bir evrak imzalatıldığını ancak okumadıklarını söylediler. Bilgilendirme metninin imza gerektirmediğini, imza atmakla yükümlülük altına girildiğini sanıyorum herkes biliyordur.
Bu durumda söz konusu metnin içeriğinde nelerin olduğu bilinmese de aşıdan kaynaklı doğabilecek tüm sorumluluğu kişinin kendisi imza ile üzerine aldığı somut bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tıpkı salgında olduğu gibi aşı sürecini de yürütemeyen iktidar sanki toplumun tamamı aşılandığında salgından kurtulacakmışız gibi bir algı oluşturmak için bütün sorumluluğu, aşı karşıtlığına yükleyerek idare etmeye çalışıyor. Sadece aşı değil, herhangi bir şeyin güvenilirliğini sorgulamak karşıtlık ise ben de bu orana dâhilim ama şu sorunun da yanıtının verilmesi gerekiyor. Kendi verilerine göre toplumun neredeyse % 80’ni en az iki faz aşı olmuş. Ayrıca 3. faz aşı olanların yanı sıra 4. faz için de randevu alanlar, olanlar bile var ama sonuç yine de değişmiyor.
Aşı karşıtı olarak yaftalamaya çalıştıkları geriye kalan % 20’lik oran zaten şehirler ve ülkelerarası yolculuk, AVM, tiyatro, sinema, konser, spor müsabakaları vs. gibi kalabalık ortamlardan tecrit edilmiştir. Bu tabloya göre nasıl oluyor da en azından oranın düşmesi gerekirken günden güne vakalar ve ölümler artmaya devam ediyor? Bu sorunun yanıtını bizzat muhatabın kendisinden almak en doğru seçenek olacaktır. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Çinli Sinovac firmasının geliştirdiği inaktif aşıyı alacaklarını söylediği 20 Aralık 2020’de, bu yöntemle üretilen aşıların daha güvenli olduğunu söylemiş devamında ise “virüsün genetik yoluyla geliştirilen mRNA aşıları kısa vadede sonuçlar verdi. Ama orta ve uzun vadede nasıl bir etkisi olacağını bilmiyoruz” ifadesini kullanmıştı. Fahrettin Koca’nın başında bulunduğu Sağlık Bakanlığı, 8 Temmuz 2021’de, güvenli dediği Sinovac’ın kullanımını durdurarak kendi söylemini çürütmüştü. Böylesine tutarsız söylemlerde bulunmalarının nedeni de birçok defa hatırlattığım üzere aşıların klinik teste tabi tutulmadan doğrudan insanların üzerinde denenmesidir. Deneme-yanılma yoluyla yürütülen süreçte iğneli hayaletin yaşamımıza daha ne kadar müdahale edeceğini, sonuçlarının neler olacağını ne onlar ne de bizler henüz bilmiyoruz.