Geçtiğimiz hafta Perşembe günü, Suriye İdlib’te Rusya destekli rejim güçlerinin saldırısı sonucu 36 askerimiz şehit olurken,32 askerimiz de yaralanmış ve tüm Türkiye’nin yüreğine ateş düşmüştü…
Perşembe gecesinin hemen ardından ise Türkiye misilleme harekatına başladı,çok sayıda rejim hedefini imha eden TSK aynı zamanda 2 adet de SU-24’ü düşürdüğünü açıkladı…
Aslında yaşanan gelişmeleri Perşembe gecesinden beri adım adım biliyorsunuz o nedenle işin bu kısmına hiç uzun uzadıya girmeyeceğim…
Şimdi önemli olan ve üzerinde kafa yorulması gereken şey yaşanan bu gelişmelerin ardından bölgede tablonun nasıl şekillendiği ve kartlar yeniden karılırken dengelerin ne şekilde değiştiğinin öte yandan bunun iç siyasete etkilerinin analizini yapmak…
***
Öncelikle yaşanan gelişmelerin başlangıcı olan askerlerimizin şehit edildiği saldırı sonrasında Rusya’dan gelen açıklamayı hatırlatarak girmek gerek konuya…
Ne demişti Rusya açıklamasında? “Türk askerleri olmaması gereken yerde bulunuyordu” Ve yine Rusya tarafı bir konunun daha altını çiziyordu o da “Türk askerlerinin radikal unsurlar ile birlikte olduğu”
Peki konu ile ilgili Rusya’nın bu açıklaması sonrası ilk açıklamayı yapan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar yahut daha sonra açıklama yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan özellikle radikal unsurlar ile TSK’nın yan yana olduğu noktasında net bir yalanlama yaptı mı?
Hayır.
Bu konu şu nedenle önemli:
Türkiye ile Rusya’nın günün birinde çıkarlarının çatışacağı ayan beyan ortada olan İdlib bölgesi için SOÇİ-ASTANA sürecinde altına imza attığımız anlaşmada,bu bölgedeki silahlı unsurlar arasından radikal unsurları,cihatçı yapılanmaları temizleyeceğimize dair bir söz verdik…
Bu saldırının hemen öncesinde Rusya’nın bölgede kendisi için “güvenlik tehditi,” olarak gördüğü HTŞ gibi yapılanmaları yahut bunların uzantısı radikal silahlı güçleri elemine etmesi gereken Türkiye vahim bir hataya imza atarak öncelikle bu sözünü yerine getirmedi.
Durumun dış politika noktasındaki “stratejik hata” olan kısmı ise ABD’nin Esad’ın tasfiye olması halinde iş başına radikal unsurlaarın gelebileceği tehlikesini görerek “şartlı” olarak Rusya kontrolündeki Esad’ın yerinde kalmış olmasına müsaade etmesi ve öte yandan az önce belirttiğimiz gibi Rusya’nın zaten radikal unsurları kendisi açısından bölgede “güvenlik tehditi” olarak algılaması.
Yani bölgenin 2 ana oyuncusu konumundaki ABD ve Rusya “RADİKALLERE KARŞI” tutum takınmışken, Türkiye; üstelik SOÇİ-ASTANA süreci ile bu radikal unsurları tasfiye etme sözü vermişken bazı “İhvan sevdalısı” dış politika karar vericilerinin hayalperesetliği ve bölgede ideolojik yakınlıkları olan bir İhvan yönetiminin önünü açmak uğruna bu radikaller noktasında verdiği sözü yerine getirmeyen ülke pozisyonuna düşmüş durumda…
***
Öte yandan saldırının hemen öncesinde ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in Türkiye’ye gelmesi ile birlikte daha da yoğunluk kazzandığı şekilde ABD’nin giderek yakınlaşan Türkiye-Rusya ilişkilerinde Türkiye’yi yeniden yanına çekmek istediği de gayet açıktı…
Yine Türkiye’nin Rusya askeri konvoyumuzun uydu görüntülerini yayınlayarak “gelmeyin yoksa vururuz” mesajını en net şekilde vermiş olmasına rağmen bölgeye askeri güç sevkiyatını arttırarak devam ettirirken bunu sadece kendisine güvenerek değil bölgedeki diğer aktörlerden en az birisinin daha “zımni” de olsa desteğini alarak yapacağını kestirmek için de üst düzey stratejist olmaya gerek yok.
Hatırlayın…
Saddam Hüseyin Kuveyt’e saldırmadan hemen önce ABD’li yetkililer ile görüşmüş ve ABD,Saddam’ın Kuveyt’i işgaline “ses çıkartmayacağını” söyledikten sonra Saddam Kuveyt’e girmişti.
Ancak ABD, Kuveyt işgali sonrasında İLK ÖNCE İŞGAL İÇİN DESTEK VERDİĞİ Saddam’ın Kuveyt’i işgalini bahane eden ABD Irak’a saldırmıştı.
Yani aynı ABD, Türkiye’nin Rusya’nın tüm açık uyarılarına rağmen yine Türkiye bölgede Suriye askerleri ile değil aslında Rusya ile sıcak temasa gireceği belliyken Türkiye’ye pekala “Biz arkanızdayız” demiş olabilir.
Zira bugün son gelişmelerin ardından toz duman biraz daha aralandığında yaşananlardan en karlı çıkan ülkelerden bir tanesinin ABD olduğunu görmekteyiz…
Türkiye Rusya destekli rejim güçlerinin askeri saldırısı sonrasında 2 önemli hamle yaptı.Bunlardan ilki ABD’den Patriot talep etmesi,ikincisi ise NATO’dan destek istemesiydi.
Yani Türkiye’nin İdlib’de yaşadığı travma sonrasında ABD, Türkiye ile Rusya arasında S-400 alımı ile zirveye çıkan “yakınlaşmayı” çok derinden baltalayarak Rusya’ya kayan müttefikini yeniden kendi tarafına çekmiş oldu.
Burada kritik nokta Türkiye’nin yeniden Patriot füzelerini ABD’den talep etmesi.
Patriot füzelerinin satışı “sıradan bir füze anlaşmasının” çok çok ötesinde anlam ifade etmekte. Zira Türkiye’nin Rus S-400’lerini aktif biçimde kullanması aslında NATO sisteminden kopuşu da beraberinde getirecek bir domino etkisi yaratma potansiyelini taşımaktaydı.
Öte yandan özellikle bölgedeki dengeler üzerindeki “silahlı güç etkisinin” ne denli yoğun olduğunu düşünürsek,PATRİOT-S-400 rekabetinin aslında bölgenin jeo-politik denge aksının tam merkezine oturduğunu da görmekteyiz.
İşte tam da bu nedenle,ABD Türkiye’yi son süreçte yeniden ve daha da kuvvetli biçimde kendisine bir kez daha mahkum etmişken bu S-400 “Tehlikesini” de tamamen bertaraf etmek istiyor.
İşte tam da bu nedenle ABD Türkiye’nin Patriot talebine hemen olumlu yanıt vermedi….
ABD Patriotları ancak S-400’lerin kullanımının tamamen iptali taahhüdü karşılığında vermeyi de şart koşuyor…
Öte yandan,Türkiye , Rusya ile yakınlaşmanın zirvede olduğu günlerde NATO üyeliğini de yüksek sesle sorgular hale gelmişti. İşte yaşanan son gelişmeler sonrası NATO desteğini isteyen Türkiye’nin yüzünü yeniden NATO’ya dönmesi de ABD açısısından bir başka önemli kazanç.
Zira Türkiye’nin NATO üyeliğinden çıkması BATI AVRUPA savunma konseptini kökünden değiştireceği ve sarsıntıya uğratacağı gibi,Rusya’ya da bir “psikolojik üstünlük” sağlayacaktı.
Yani İdlib’de 36 askerimizin şehit olması ile başlayan ve halen devam eden, faturası ağır ödediğimiz “Kriz” sürecinde ABD ciddi kazanım sağlamış durumda.
***
Gelelim işin Rusya cephesine…
Rusya herşeyden önce birkez daha ve çok net biçimde Suriye’deki kazanımlarını kaybetmeye hiç niyeti olmadığını ve Suriye’de arkasında durduğu Esad rejimine olan desteğine verdiği desteğin de sonuna kadar arkasında olduğunu, bunun için gerekirse Türkiye gibi bir ülke dahil sıcak çatışmaya girmekten bir an olsun çekinmeyeceği mesajını verdi.
Rusya bu hamlesi ile “Bölgede ana aktör benim ve benim iznim olmayan bir şeyin olması mümkün değil” dedi.
Burada şu da açıkça ortaya çıktı ki Rusya için Suriye Türkiye’den çok ama çok daha önemli.
Zira gerek Ortadoğu’daki nüfuz alanlarına açılan anahtar “köprü başı” konumunda, gerekse Rusya’nın Akdeniz’e çıkış kapısı olan,Rıs Deniz Filosu’nun da demirli olduğu Lazkiye Limanı Suriye’de ve bu nedele Rusya için Suriye ve Suriye’yi kendi kontrolünde “yönettirdiği” Esad’ın varlığı yüksek dereceli öneme sahip bir milli güvenlik meselesi.
Yaşanan son gelişmelerin ardından Rusya’nın tehlike unsuru olarak gördüğü radikal güçlere destek azalacak,Rusya bu unsurlara Rejim kuvvetleri eli ile operasyonlarını çok daha yoğun biçimde gerçekleştirecek.
5-6 Mart’ta SOÇİ’de gerçekleşecek görüşmeye de Rusya artık eli çok daha güçlü biçimde oturacak.
Son yaşanan olaylar öncesinde Kasım Süleymani’nin ölümü ile İran’ın bölgedeki nüfuzu kırılırken,Perşembe günü 36 askerimizin şehit olduğu saldırı ile başlayan süreç ise Türkiye’nin elindki kozları aldı.
Hele 5-6 Mart tarihine kadar Rusya destekli Esad güçleri stratejik öneme sahip M-4 ve M-5 Karayolu’na ulaşıp buraların kontrolünü de ele almış olurlarsa Rusya “kendi alanı” olarak belirlediği bölgedeki tüm kontrol ele geçirilmiş olacak.
Yaşanan gelişmelerden sonra Rusya’nın da pek çok kazanımı olduğunu bu tabloda görüyoruz…
***
Suriye ve ESAD Resjimi’nin ise kazanımlarını yazmaya gerek yok…
Bu saatten sonra bir kez daha anlaşıldı ki,Türkiye kabul etmek istemese de,Türkiye “Esad gidecek” dese de Esad Suriye rejiminin başında ve bir yere gittiği yok.
Yaşanan son gelişmeler,Suriye ve Esad’ın elini Türkiye karşısında daha dsa güçlendirdi.
***
Yaşananlardan sonra Türkiye tarafından tabloya bakacak olursak…
Türkiye şu an son gelişmeler sonrasında “Görülen tüm rejim unsurlarının vurulacağını” açıklayarak bundan sonra birincil önceliğinin Esad rejiminin tamamen tasfiyesi olduğunu gösterdi.
Lakin bunun reel politikte bir karşılığı, pratik bir uygulanabilirliği yok. Gerek ABD, gerekse Rusya “Esad ile devam” konusunda uzlaşmışken Türkiye’nin “Esad gidecek” şeklindeki ısrarı gerçekleşmesi mümkün olmayan bir dış politika hattı olarak karşımızda durmakta.
Öte yandan Türkiye yaptığı bu “Görülen tüm rejim unsurlarının vurulacağı” açıklaması ile cephesini de İdlib’den Esad rejiminin hakim olduğu her alana genişletti. Özellikle hava sahası kapalıyken bu kadar geniş bir alanda kesintisiz olarak “fiili savaş durumu” sürdürmek mümkün olmayan bir durum.
Kaldı ki Türkiye ekonomisinin uzun süreli bir “Savaş ekonomisi” sürdürmeye müsait olmadığı da gayet açık.
Öte yandan Türkiye’ye ciddi ve operasyonel bir NATO desteğinin gelmeyeceği zira NATO’nun bunu NATO toprakları dışarısında ve NATO onayı olmadan gerçekleşen bir sıcak çatışma hali olarak gördüğünü belli etmiş olması olayın bir başka boyutu.
Yani Türkiye “Çatışma cephesini” genişletirken bunu sağlam altyapı ve argümanlara dayalı olarak yapmıyor ve bu sürecin Türkiye’ye sağlayacağı bir kazanım olması mümkün gözükmüyor.
Tam tersi Rusya’nın bundan sonra sınırlarımıza doğru “süpüreceği” Suriyeli akınına karşı oluşturmayı planladığımız tampon/güvenli bölgenin oluşturulabilmesi artık daha zor. Bu da yeni bir büyük göç dalgası riski potansiyeli ile Türkiye’nin karşı karşıya olması anlamını taşıyor.
Türkiye, Suriye’de olma gerekçesi olarak gösterdiği ana konulardan birisi olan göçü önleme konusunda da saldırıların yaşandığı Perşembe gecesinden daha geri durumda.
Öte yandan Türkiye’nin son dönemde aslında savrulma ve zig zagtan başka bir şey olmayıp, kamuoyuna “yüksek strateji dehası” (!) olarak ambalajlanmaya çalışılan “ABD-RUSYA SARKACI” haline gelmiş “denge politikası” izleme şansı da kalmadı.
Bu saatten sonra Türkiye eskisinden çok daha fazla ABD’ye ve NATO’ya bağımlı hale geldi.
Öte yandan Türkiye,ordusunun silah çeşitliliği ve bölgedeki dengelerdeki rolü açısından çok önemli S-400 kartını da büyük ihtimalle bundan sonra oynayamayacak durumda.
Tüm bu yaşanan kriz sürecinin ekonomide yarattığı tahribat ve Rusya ile yaşanacak ticari küçülme ve yolların ayrıldığı Rusya’ya olan enerji bağımlılığını da bu iç karartıcı tabloya ekleyin…
İşte tüm olan bitenden sonra Türkiye “hiçbir şey kazanamayan” ülke olarak karşımızda durmakta.
Yüreğimizi yakan şehitlerimiz de üzerine cabası.
***
Yaşanan olayların dış politika dengelerine olduğu kadar iç politik dengelere de etkisi olduğunu belirtmemiz gerek…
Bu acı süreçte 2 ana duygu ön plana çıktı Türkiye’de: “Milli birlik ve bütünlük” ile “Milliyetçilik”
Şu anda ciddi manada nefes alamaz hale gelen,köşeye sıkışmış,yerel seçim hezimeti sonrasında kan kaybını durduramayan AKP bu “savaş” ortamı ile birlikte adeta “nefes aldı”, muhalefetin ve halkın yükselen tepkisi bir süre için durdu.
Öte yandan yükselen milliyetçi dalga AKP-MHP bloğunun oluşturduğu Cumhur İttifakı’na adeta “Can suyu” verirken, AKP için bu daha da önemli bir sonuç doğurdu:AKP yaşanan bu süreç sonunda hem gevşeme evresinden dağılma evresine geçme aşamasında olan %10-%12 bandındaki “şehirli seçmeni” yeniden konsolide etti.
Bu konsolidasyon özellikle Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’ne geçiş aşamasında olan AKP tabanındaki belli orandaki seçmeni de yeniden AKP etrafında topladı.
Orta vadede bu yaşanan acı süreç sonrasında yükselen milliyetçilik dalgasının 2 önemli sonucu olması ise oldukça muhtemel görünmekte.
Bunlardan ilki siyasal etki…
Yükselen milliyetçi dalga orta vadede Millet İttifa’kını vurabilir.
Özellikle son HDP Kongresi’ne katılım sağlayan ve kongrede HDP yöneticilerinin “Artık çekingenliği bırakın,ittifakı açık hale getirmekten korkmayın” dediği CHP ile HDP arasında yaşanan “yakınlaşma” İYİ PARTİ tarafından milliyetçi siyasal dalganın da yükselmesi ile birlikte daha fazla taşınmayacak ve orta vadede Millet İttifakı ya dağılmak durumunda kalacak yahut CHP bu ittifakın dağılmaması adına İYİ PARTİ’ye ciddi tavizler vermek durumunda kalacaktır.
Zira şu an Meral Akşener hali hazırda yakın çevresine “Biz bu ittifaktan çırak çıktık” diyerek ittifaktan parti olarak istediklerini alamadıklarını da belli etmektedir.
Yani yaşanan bu sıkıntılı sürecin asli siyasal karşılığı her şartta kendisini Millet İttifakı’nda gösterecektir.
Öte yandan devlet içerisindeki Avrasyacı kanadın da yine bir süre pasifize olacağını göreceğiz…
***
Yukarıda bahsettiğimiz ikinci etki ise sosyolojik bir gelişme olarak karşımıza çıkacaktır.Türkiye’de zaten ciddi bir demografik, ekonomik ve kültürel sorun haline gelmeye başlayan Suriyeli sığınmacılar konusu bundan böyle karşımıza yaşanan son olaylar sonrasında “Sosyolojik bir vak’a olarak” çıkacaktır.
Toplumda Suriyeli karşıtlığı ve yer yer “nefreti” yükselen milliyetçi dalga ile birleştiğinde ciddi sosyal olayları yaratma potansiyeli taşımaktadır.
Öte yandan kimse biz kapıları açtık diye öyle milyonlarca Suriyelinin AB ülkelerine gideceğini de beklememelidir.Ne buradaki Suriyelilerin ezici çoğunluğu Türkiye’nin kendilerine sağladığı imkanlardan vazgeçmek isterler, ne de AB ülkeleri Türkiye sınırından böyle yüksek sayıda bir göç dalgasının ülkelerine akmasına müsaade ederler.
Bugün sınır kapılarına “yığılan” Suriyelilerin %90’ı geri dönecektir, bunların geri dönüşünü organize etmek de Türkiye’nin üzerine kalacaktır.
Bu manada da Türkiye’yi sıkıntılı bir süreç beklemektedir.
***
Yaşanan olayların çok daha fazla uzamayacağı ise dün Hulusi Akar’ın “Rusya ile karşı karşıya gelmek gibi bir niyetimiz yok” açıklamasından sonra bugün erken saatlerde ajanslara düşen Putin’in “Kimseyle saavaşmak gibi bir niyetimiz yok” açıklaması ile tescillenmiştir.
Zaten 36 askerimizin şehit olduğu saldırı sonrasında gerçekleşen Putin-Erdoğan telefon görüşmesi sonrasında “Herşeyde sağlanan mutabakat” ve yine bu görüşme sonrası saldırı gecesi tek bir hava unsurumuzun giremediği hava sahası üzerinden TSK’nın rejim hedeflerini bomba yağmuruna tutması Türkiye-Rusya arasında sağlanan “ZIMNİ ANLAŞMAYI” bize göstermekteydi.
Putin ve Akar’ın açıklamaları ise bunun adeta tescili olmuş durumda.
***
Yani günün sonunda olan şehitlerimize oldu,koca bir ulusun yüreği yandı…
Ama tüm ödenen bedellere rağmen maalesef gelinen noktada “İdlib’te Kim kazandı? “diye sorduğumuzda karşısında Türkiye yazmıyor ve bu politik hatalar ile yazması da zor gözüküyor.