AK Parti Kayseri Milletvekili Hülya Atçı Nergis’in başkanlığını yaptığı “İstanbul Sözleşmesi’nin Etkin Uygulanması ve İzlenmesi Alt Komisyonu” tepkilere neden oldu.
İstanbul Sözleşmesini “aileyi parçalama sözleşmesi” olarak nitelendiren isimler, sözleşmeyi ve Meclis'teki çalışmaları destekleyen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın Başkan Yardımcısı olduğu Kadın ve Demokrasi Derneği’ne (KADEM) ve diğer kadın örgütlerine tepki gösterdiler.
Topa ilk olarak Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan girdi. Kaplan sosyal medya hesabından "UYARI/YORUM Tanzimat'tan bu yana en büyük tehdit ailenin çözülmesidir. Ailenin korunması millî güvenlik meselesi hâline gelmiştir! Ailenin çözülmesine yol açan Millî Eğitim, Aile Bakanlığı ve KADEM projeleri derhal durdurulmalıdır!" mesajını paylaştı.
Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın eşi Selçuk Bayraktar ise Kaplan’a “KADEM, Ailenin birliğini ve korunmasını savunur, soros projeleri iftirası vebaldir, Müslümanın hakkaniyetine yakışmaz. Çok etkileşim alınması doğru söylendiği anlamına gelmez” yanıtını verdi.
Kaplan, kendisine gelen tepkilere en sonunda “KADEM dokunulmaz ‘kutsal inek’ midir? Bu nasıl bir nobranlıktır!” diye cevap verdi.
Bu arada Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler ise KADEM'e sahip çıktı.
Böhürler, sosyal medya hesabından şu ifadeleri kullandı:
"Kadem dünkü kuruluş.Toplumsal değişim ise yüzyılları kapsayan bir şey. Reşat Nuri Yaprak Dökümü’nü yazdığında İstanbul Sözleşmesi mi vardı. Şimdi ortaya çıkan insanlar hep vardı ve olacak.
Onları dinleseydik,Türkiye’de kız çocukların eğitimi meselesi dahi aşılamazdı
Bu tartışmalardaki tutucu hodbin dil yeni nesil gençleri dinden imandan soğutuyor.Topluma nizam vereceğiz derken kendi çocuklarınızı kaybediyorsunuz. Yasalar, sözleşmeler filan çocukları etkilemez.Ama babalar anneler çocukları zıvanadan çıkarır. Suçlu arıyorsanız evinize bakın."
Yusuf Kaplan’ın ardından sahneye Yeni Akit çıktı. Akit haberinde, Sema Maraşlı’dan görüş aldı.
Haberde şu ifadeler yer aldı:
“‘Kadına şiddeti önleme’ adı altında Avrupa Konseyi işbirliği ile 2011 de imzalanan ve bu anlaşmaya dayalı çıkartılan 6284 nolu kanun, aile yapımıza en büyük zararı verdiğini belirten Yazar Sema Maraşlı, ‘Geçen süreçte bu sözleşmenin kadına şiddeti bitirmediğini gibi artırdığı da çok açık bir şekilde görülmektedir. Feminist dernekler, kadın cinayetlerinin 6284 ten sonra arttığını gördükleri halde ısrarla sözleşmeyi ve kanunu desteklemeye devam ediyorlar ve artan şiddeti de sözleşmenin yeterince uygulanmamasına bağlıyorlar.’ dedi.
Türkiye’ye dayatılan İstanbul Sözleşmesi’nin adaleti yerle bir ettiğini söyleyen Yazar Sema Maraşlı, şöyle konuştu:
‘İstanbul Sözleşmesi, tamamen cinsiyetçi bir söylemle ‘Kadın beyanı esastır’ denecek kadar uç noktalarda uygulanıyor. Her yıl binlerce erkek, kadın beyanı ile evlerinden atılıyorlar ya da cinsel istismar iftirası altında kalıp masumiyetleri açık olduğu halde ağır cezalar alıyorlar. Bu sözleşmenin daha etkin uygulanması demek cinayetlerin artması demektir. Erkeklere zulmedilerek kadınlar korunamaz. Bu ancak cinnet ve cinayetlere sebep olur. Şiddeti önlemek için bilimsel çalışmalar yapılmalı, kanunlar öyle hazırlanmalı.’”
HİZBULLAH DA HEDEF ALDI
Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen Doğru Haber gazetesi de bugün "İstanbul Sözleşmesi feshedilsin" manşetiyle çıktı. Doğru Haber, sözleşmeyi ve onu destekleyen kurumlarla AK Parti'yi hedef aldı.
Doğru Haber'de konuyla ilgili haberinde şunları kaydetti:
“Ailenin altına dinamit koyan, toplumun birliğini dağıtan ve sözde kadını korumak için çıkarılan ama uygulamada kadın cinayetlerinin artışında önemli rol oynayan İstanbul Sözleşmesi; kadın-erkek, evli-bekâr toplumun tüm kesimini rahatsız etmeye devam ediyor. Kamuoyunun ortak talebi aile yıkan bu sözleşmenin feshedilmesi.
İstanbul sözleşmesi ile ilgili gazetemize konuşan TESSEP yetkililerinden Aynur Sülün şunları söyledi; ‘Genç yaşta evlendiği için 4 bin erkek cezaevinde, 16 bin çocuk babasız bırakıldı. Zinayı önlemek için evlilikleri teşvik etmek, kolaylaştırmak gerekirken, evlilik zorlaştırılıyor, genç evliler cezalandırılıyor. Bu kanuna imza atan, destekleyen hükümet yetkilileri bunca zulmün, haksızlığın, boşanmaların hesabını nasıl verecekler? Üstelik hükümet yetkilileri İstanbul sözleşmesini daha etkin hale getirmek için Mor Çatı gibi aile ve ahlak düşmanı derneklerle bir araya gelip toplantılar yapıyor. Artık kendilerine gelmeliler. Toplum İstanbul sözleşmesinin sebep olduğu sorunlarla tepe taklak oldu. Bir nesli kaybetmek üzereyiz. Bu gidişat durdurulmazsa telafisi mümkün olmayan bir yola gireriz, Allah muhafaza!’”
Star gazetesi yazarı Sibel Eraslan, ise isim vermeden KADEM’e ve İstanbul Sözleşmesine yönelik çalışmaları hedef aldı.
Eraslan “Aile, kadına şiddet mekanı olarak tarif edilemez” başlıklı yazısında şu ifadeleri kullandı:
“Ama bu yanlışa çoğumuz düşüyoruz. Aileyle ilgili kurulan hemen her cümle, kadın karşıtı bir cenahta duruyormuşsunuz gibi ters yüz ediliyor anında. Son zamanlardaki tartışmalara baktığımda, aileyle ilgili her çalışmanın, her teklifin; kadın karşıtlığı yerinde tepki aldığını görmek sarsıcı.
Mütedeyyin kesim, her zaman aileci tezlerle baktı sosyal meselelere. Çünkü ilham aldığı gelenek böyleydi. Hem Resulullah’ın (s) önerdiği İslam toplum modeli aile üzerinden inşa edilen bir sosyal yapıydı, hem de Anadolu tarihinde boy göstermiş milletlerin varoluşsal orijini aile çıkışlıydı. Yani hem dini hem tarihi olarak, aileyle ilgili böylesine güçlü bir bellek bağı vardı insanımızın.
Ama son aldığımız virajda, aile, artık mütedeyyin kesime de bir yük olarak gözükmeye başlamış belli ki... Dalgalar halinde yükselen trendlerle uğraşacak yaşı aştığım için, bendeniz dalga gelip vuruncaya dek sağlam durmaya çalışan kendi halinde birisiyim. Ayrıca aileyi şiddet mahalli olarak tanımlayan hareket, dünya çapında bir güce sahip. Medya ve para yönetimi, uluslararası network, sanat-bilim sansürleri derken, şahsen benim bu devasa dalgayla uğraşacak gücüm yoktur.
Belki edebiyata has sezgilerle söylüyorum ki; bugünün kadın hakları ve aile eleştirisi üzerinden gürül gürül çağlayan coşkulu sel, yarın için maalesef insansız toplum sahiline çıkıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği fikrinin arka ideali olarak cinsiyetsiz toplum, kadın ve erkek kimliklerini reddeder. Bu durum ilk elden kulağa hoş gelen bir söylemdir. Geleneğimizdeki “kalbin esas oluşu” fikriyle de yakın gibidir bu cümle. Erkeklik veya kadınlık bir üstünlük değildir, Allah katında makbul olan kulluk bilinciyle Allah’a yakın olmaktır. Ama bu kul ile Allah’ın ilişkisidir. Kul ile kulun ilişkisindeyse hukuk vardır ve fıtratın dengesiyle işler kainat. Dünyadaki hayati döngüyü dişiler ve erkekler, bunların kurdukları aileler ve nesiller üzerinden kurmuştur Yaratıcımız.
Ailesiz de çoğalabilir insanlar. Ama 2014 yılından bu yana ailesiz çocuklarımızı bile yetiştirme yurtlarında değil, koruyucu ailelerin yanında veya sevgi evlerinde büyütmek istiyoruz. Çünkü devlet, kimsesiz çocuklara uzun yıllar sağladığı barınma imkanlarının onların yetişme, gelişme ve sağlam duruşlu fertler olabilme yolunda istenilen başarıyı elde edemediğini fark etti. Çocukların yetiştirme yurtlarında değil de ailelerin yanında anne, baba rol modellerini örnek alarak, daha iyi yetişeceği keşfedildi. Sevgiyi, paylaşmayı, empatiyi, mücadele ve merhameti, insan ilişkilerinde sahici teması, çocuklarımız ancak ailelerinde öğreniyorlar.
Ailesiz çocukları aileli çocuk haline getirmeye çalışırken, aileleri kadın karşıtlığı ve suç mahalli olmak üzerinden dağıtacak politikalar, her şeyden evvel kendi içinde paradoks.”
SİYASETCAFE.COM