MÖ 2.binde Anadolu’da yaşayan Hitit kadın ve erkeğinin aralarında yaşadıkları özel mahiyetteki ilişkilerini dile getiren çivi yazılı belgelerin olmayışından dolayı bu konuda herhangi bir şey söylemek mümkün olmamaktadır. Elimizde sadece Hitit kral ve kraliçelerinin pek çok konuda gerek kendi aralarında gerekse diğer ülke kral veya kraliçeleriyle mektuplaştıkları bilinmektedir.
Bu mektuplar içerisinde “Şapinuva Kraliçesi”nin eşine yazdığı bir mektup içerik açısından oldukça şaşırtıcıdır.
Mektupta kraliçe şöyle demektedir:
“ Efendim Majeste’ye söyle! Cariyen, kraliçe şöyle der: Efendim Majeste’nin huzurunda her şey iyi olsun ve Efendim Majeste’yi tanrılar hayatta tutsunlar ve Efendim Majeste’yi korusunlar. Benim yanımda da (her şey) iyidir. Başım gibi sırtım da hastadır ve o bana aynı şekilde (sıkıntı veriyor)…”
Kraliçe kocasına, “Efendim, Majestem (Güneşim)” şeklinde ataerkil ideolojinin buyurduğu saygın bir ifade kullanmakta ve kocasını kendisinden üstün tutmaktadır. Buna karşın kraliçenin kendisinden de “cariyen” yani kölen diye bahsetmesi kraliçenin ikincil bir konumda olduğunun açık bir göstergesidir.
Her ne kadar söz konusu mektupta, aşk ya da sevgiye dair sözcükler yer almamış olsa da bir kraliçenin kendisinden kilometrelerce uzakta olan krala o günün koşullarında ağrılarından söz eden özel bir mektup göndermesi ve bir nevi derdini dökmesi bu kraliçenin, kral tarafından önemseniyor olmasının yanı sıra aralarında bir sevgi bağının da olduğunun işareti sayılabilir.
Kim bilir belki de kral, karısının sağlığından endişe duymaktaydı ve bu mektup da onun için yazılmıştı.
Hititlerde, çağdaşı Mezopotamya toplumlarına oranla kadın-erkek arasında aşk, sevgi ve cinsellik konularına yönelik belgeler bugüne kadar ele geçmemiştir.
Mevcut belgeler ışığında Hitit erkeği ve kadınının aşkı ve sevgiyi günümüzden farklı olarak ifade edebilecekleri düşünülmekle beraber aslında bu konulara karşı farklı tabuların olabileceği de akla gelmektedir. Çünkü geleneksel toplum hayatında, sevgi bir zayıflık, suç ve utanç verici ya da gizlenmesi gereken bir şeydir. Buna karşın saygı, kesin bir zorunluluk olmakla birlikte bunun uyulması gereken törensel biçimleri vardır.
Şapinuva Kraliçesinin de kendisinden günlerce uzakta olan kocasına ismen hitap etmediği ve özlem duygularını içeren aşk dolu bir mektup göndermemesindeki neden belki de bu utançta gizliydi!
Aynı topraklarda üç bin yıl sonra bir başka kadın da kocasına yazdığı mektupta benzer bir dil kullanır. Bu kadın Osmanlı’nın ünlü kraliçesi Hürrem Sultan’dır.
Osmanlı'nın "bahtsız" çocuk gelini
Hürrem Sultan, mektubunda kocası Kanuni Sultan Süleyman’ın ayaklarına kapanarak yüzünü süren, ona tıpkı Hitit kraliçesi gibi “Güneşim” derken kendini de onun kulu olarak gören ikincil konumda bir kadın rolündedir:
“Yüzümü yere koyup ayağına kapandığım sultanım hazretleri, benim güneşim ve mutluluk kaynağım, ayrılık acısıyla ciğeri kebap olmuş, gecesi gündüzüne karışmış, hasret denizinde boğulmuş bu çaresiz kulunuzun halini sorarsanız, biliniz ki Sultanımdan ayrı kaldığım için inleyen, feryat ve figan eden bir bülbül gibiyim. Allah çektiğim bu acıyı kimseye yaşatmasın.”
Kimi Güney Asya dillerinde “koca” için kullanılan swami, shauhar, pati, malik kelimelerinin hepsi “efendi” ya da sahip anlamına gelir. Bugün dahi Anadolu’da geleneksel yapıyı devam ettiren bazı ailelerde kadınlar kocalarının ismini kullanmaktan kaçınır “bey” diye seslenirler. Bu geleneğin Anadolu’da Hititlerden beri devam ettiğini söylemek herhalde yanlış olmayacaktır.
Osmanlı'nın körpe gelinlerinden AKP'nin "imam" nikahına - Dr. Binnur ÇELEBİ
Şimdiye kadar birçok araştırmacı tarafından Hitit kraliçelerinin çok geniş bir takım haklara ve yetkilere sahip olduğu söylense de, bu kraliçelerin sayısı ne yazık ki birkaçı geçmez. Üstelik Hitit toplumunda halk kadınları kraliçeler ile aynı haklara da sahip değildir. Az sayıdaki Hitit kraliçesi nadiren yönetimde söz sahibi olmuş olsa da, bunlar söz konusu kadınların kişisel yeteneklerinden ya da anaerkil geleneklerinden kaynaklıdır. Bunların da öyle kolayca elde edilmiş haklar olmadığı kanısına varılmaktadır. Böyle olsa dahi bu Hititlerin ataerkil bir toplum yapısına sahip olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Öte yandan, ülke yönetiminde zaman zaman kralla eşit konumda olan, bizzat dış politikaya karışan, devletlerarası hukukta sözü geçen, kısaca ülkenin kaderinde de söz sahibi olarak gösterilen bu güçlü kadınlar, kendi kaderlerinin değişiminde aynı cüretkârlığı gösterememiştir.
Tarih boyunca birçok kadın Hitit kadınının kaderini paylaşmış, Anadolu’da Hititlerin ardılları olan Osmanlı’ya kadar değişmeden devam etmiştir. Ülkenin siyasi geleceğinde söz sahibi olan bu kadınlar ne yazık ki kendi geleceklerini tayin etmede söz sahibi olamamış, kocalarını başka kadınlarla istemeseler de paylaşmak zorunda kalan ikincil konumdaki köle/cariye kadın statüsünden pek de kurtulamamışlardır.
Dr. Binnur Çelebi/siyasetcafe.com