Her Şey Benim Olmalı!
İnsanoğlu diğer canlılardan çok farklı…
Bütün canlıların karnı ve gözü doyuyor ama insanoğlunun karnı doysa bile gözü doymuyor.
Gerçekten çok farklı yaratılmışız.
Hayata başlarken önce hemen hemen hiçbir şeyi yokken zamanla işi, eşi, arabası, yatı, katı oluyor.
Buna bağlı olarak önce maddî ihtiyaçlarını karşılıyor, sonra hobilerine yöneliyor. Derken makam merakı ortaya çıkıyor.
İlla da bir yere müdür olmak istiyor. Olunca da yetinmiyor. Hırs biraz daha gözünü bürüyor. Genel müdür olmak istiyor.
O da olunca bu sefer sıra milletvekilliğine geliyor. Milletvekili olmak için elinden geleni yapıyor. Dünyanın parasını sarf ediyor.
Bir şekilde milletvekili de olunca da hem ülkenin yönetiminde hem de ekonomisinde söz sahibi olmaya uğraşıyor.
Bu arada çoluğu çocuğu büyüyor. Hatta, yaşlanıyor ama babalarının yüzünü ancak televizyonlardan, gazetelerden görebiliyor.
Bizim eleman ise konumundan çok mutlu bir şekilde koşturmasına devam ediyor. Çoluk çocuk umrunda bile değil. Onlar bir zaten şekilde büyüyorlar.
Kendisi bu sefer, iktidar hırsına kapılıyor. Gözü doymuyor ya…
O da şu da bu da benim olsun diye mücadele ediyor. Karşısına kim çıkarsa onu ezip geçmek istiyor.
Öyle de davranıyor. İsteklerine ulaşabilmek ve gücü elinde tutabilmek için ne gerekirse yapıyor. Gözünü hırs bürüyor.
Doğru, yanlış, haklı, haksız hiçbir şeyi umursamıyor.
“Rabbena” diyeceğine “Hep bana, hep bana. ” diyor. Sahip olduklarıyla yetinmiyor, hep daha fazlası olsun diye çırpınıyor, çırpınıyor…
Bu arada kendini, çevresini, sevdiklerini ihmal ediyor, insanları kırıp döküyor.
İnsanî değerleri tamamıyla unutuyor, sadece mal, mülk, güç uğruna yaşıyor. Sanıyor ki her şeye sahip olursa, en güçlü olursa mutlu olacak, sırtı yere gelmeyecek.
Kendini, Yaratan’ı, Sınayan’ı unutuyor. Benlik derdine düşüyor.
Sonra hiç beklemediği bir anda, bir hastalık yakasına musallat oluyor. Sahip olduğu her şeyi harcıyor ama bir türlü derdine deva olmuyor.
Yani, para, pul, güç, hiçbiri derdine deva olmaya yetmiyor. İşte o zaman, öbür dünya aklına geliyor. Allah’ın varlığını o zaman hatırlıyor.
Bu dünyanın gelip geçici olduğunu ancak o zaman idrak eder gibi oluyor.
Ama artık geçmiş ola…
Derdine deva bulamadan göçüp gidiyor. Geriye sadece yaptıkları kalıyor. Zamanında yakınlarıyla yeterince ilgilenemediği için de ardından bir Fatiha okuyan bile olmuyor.
Bu dünyada kazandığı her şey bu dünyada kalıyor. Şairin dediği gibi geç fark ediyor taşın sert
olduğunu…
Bütün bunları bilmemize, yaşamamıza, şahit olmamıza rağmen yine de hâlâ “Her şey benim olmalı.” diyoruz.
Yaşananlardan hiç ders almıyoruz…
Sonunda ise toprak olup gidiyoruz. O yüzden dengeli olmalı, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için hemen ölecekmiş gibi öbür dünya için çalışmalı, yaşamalıyız…
Yine de her şey benim olmalı diyorsanız, siz bilirsiniz…