“Her seçiş bir vazgeçiştir” özdeyişini muhakkak duymuşsunuzdur.
Bu özdeyişin kime ait olduğu konusunda net bir bilgi olmamasına karşın, günümüze kadar Aquinalı Thomas’dan Jean Paul Sartre’a, Italo Calvino’ya kadar birçok düşünüre mal edildiğini mutlaka duymuşsunuzdur. Lakin En fazla Sartre’a ve varoluşçu düşünceye yakıştırıldığı için olsa gerek, daha çok bu deyiş Sartre ve varoluşçu ekol ile anılmaktadır. Kanımca bu özdeyiş ekonomi bilimini en iyi tanımlayan cümle olsa gerek, hatta ekonomi biliminin ta kendisidir diyebilirim.
Evet, maalesef memlekette ekonomi denildiği zaman bütün bunların yazılıp çizildiği bir ortam mevcut, her ne kadar ekonominin akademik çerçevesi havalarda uçuşsa da bizim günümüz ekonomik şartlarında bunları duymaya ve konuşmaya kesinlikle ihtiyacımız yok. Bizim ekonominin tarihçesini ve ekonomi biliminin çerçevesini konuşan aydınlara değil, bizzat sorunun kaynağını ve sorunun çözümünü konuşan aydınlara ivedi bir şekilde ihtiyacımız var. Çünkü maalesef sorun çok büyük…
Gelelim asıl mevzuya,
1980’e dönersek eğer, darbe ile kademeli olarak serbest piyasa’nın komple serbest hale getirildiğini görmemiz mümkündür. Hatta, “neoliberal” politikalarla birlikte ülke özelleştirmenin dibini gördü bile diyebiliriz. Maalesef devlet ekonomide o kadar küçüldü ki, artık devlet hazinesi sadece vergilerle döner hale geldi.
AK Parti “neoliberal” politika tezini en çetin savunan hükûmet modeli olarak karşımıza çıktığında, Avrupa Birliği ve ABD gibi dünya kutuplarının ciddi desteğini almıştı.
Ardından serbest piyasanın kötü gidişatı, AK Parti hükümetini daha çok tabandan koparak tavana yaklaşması ile devam etti, şu an ise başı kopmuş bir dana gibi sağa sola çarparak çırpına çırpına kurtulmaya çalışması ile sonuçlanmak üzere. Yalnız, unutulmamalı ki bu ekonomi modelinin başarılı olduğu tek ülke dünya üzerinde Güney Kore’dir. Bu model kısmi olarak başarıya ulaşsa dahi, şu anda ciddi anlamda tepetaklak olma surecini en ağır bedelleriyle hissettirmektedir.
Serbest piyasa ekonomisinin memleketi ne hale soktuğunu görmemek için ciddi anlamda ahmak olmak gerekir. Türk ekonomisi kontrollü bir sosyal demokrasiyle görece düzelebilir ama kurtuluş olmayacağı da apaçık bir şekilde önümüzde serili durmaktadır.
Zenginin vergi ödemediği, isçinin vergisiyle zenginin fonlandığı bir düzenin patlayacağını söylemek kesinlikle kahinlik yahut hainlik değildir, aksine bu meseleyi apaçık söylememek ciddi ihanettir. Zaten bu sistem böyle daha fazla gidemezdi ve şu anda da gidememektedir. Bugün Türkiye’de devasa zenginler yaratılırken halk gittikçe fakirleşti diyememek kendi insanına sırtını dönmektir. Babalarımızın, dedelerimizin hatta kendimizin dahi hedeflerinin artık bizim için hayal ötesinde bir olgu olarak kalması maalesef ülkenin acı gerçeğidir.
Bunun üstüne AK Partinin tabandan koparak, tavana yaklaşması ciddi anlamda başka sıkıntılar doğurarak karışımıza çıkmaya devam etmesine neden olmuştur. Bir an önce kısa vadede sosyal demokrasiye geçişi sağlamalı, hukuk teriminin altı doldurularak güçlendirmeye gidilmeli ve zenginin hiçbir denetim mekanizması olmadan vahşileşmesinin önüne geçilmelidir. Lakin, bütün bunlar memleket için kısa vadeli çözümdür ama az da olsa memlekete bir soluk aldırmak mümkündür. Uzun vadeli çözüm ise serbest ekonomi piyasasının dışında bizleri beklemektedir.
Aksi taktirde dövizin astronomik rakamlara çıkmasının önünü almak mümkün olmamakla birlikte, git gide fakirleşme kaçınılmazdır. Ve maalesef bu durum ülkede sınıf uçurumunu giderek daha da açılmasına neden olacak, insani duyguları hırpalayacak ve ciddi bir kaos zemini doğacaktır.
“Her seçiş bir vazgeçiştir” özdeyişini muhakkak yaşamışsınızdır…