Ediz Hun, hem sanatçı, hem çevreci, hem akademisyen, hem de politikacıydı. Yeşilçam’ın bir döneminde çekilen romantik filmlerin çoğunun değişmeyen jönüydü.
Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik ve Filiz Akın ile adı afişlere en çok yazılandı. Şahsiyetine düşkündü. İlişkileri düzenliydi. Hayatı, aile müessesesini ciddiye alırdı. Kendisini hep yenilerdi.
Halkı aydınlatmaya, çevre şuuru yaratmaya çalışırdı. Hedefi: ‘Yaşanılabilir bir dünya’ydı! Akademisyen ve politikacı kimliği ile de düşüncelerini uygulamaya çalıştı. Son döneminde ekolojist yönü öne çıktı. Yeşil çevrenin önemini, ağacın hayatın ana damarlarından olduğunu vurgulaya geldi. Büyükada’daki evinde dünyanın en nadide kaktüs türlerinden - tam 3.400 farklı cins! - oluşan derleme sahipti.
Özel camekânlar içinde korunan, üzerine titrediği nadir koleksiyonunun bakımını kendi eliyle yapardı. Kariyerine aşk derecesinde bağlıydı. Bir röportajında, ‘Hayata yeniden gelsem yine bilim adamlığını seçerim,’ diyecekti. Okul sıralarında - lisede! - arkadaşları Ediz Hun’a ‘Edison!’ diye takılırdı.
Babası, Adnan Hun - Kafkas göçmeniydi! -, Almanya’da makine mühendisliği eğitimi almıştı. Elektrik İdaresi’nde görevliydi. İstanbul’da, felsefe öğretmenliği yapan Nevşet Hanım’la tanışmıştı. Anne, Balkan muhaciriydi. 1908 doğumluydu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin ilk hanım mezunlarındandı. İstanbul Kız Lisesi, Atatürk Kız Lisesi’nde felsefe ve edebiyat öğretmenliği yaptı.
Ediz Hun, 20 Kasım 1940’da, Alman Hastanesi’nde doğdu. Anlatılana göre, doğumu zor olmuştu. Operasyona giren doktor, Hun çiftini, ‘Bir daha çocuk yapmayın, tehlikeli olabilir,’ diye uyarmıştı.
- Çocukluğunda Bilim Adamı Olacağı Belliydi… -
Dedesi, müteahhitti. Ankara - Konya Demiryolu’nu inşa etmişti. Beyefendi, titiz, şahsi görünümüne/bakımına özen gösterendi. Torununa manikür takımı hediye etti. ‘Sen artık büyüdün! Dış görünüşüne, el ve ayak temizliğine dikkat etmelisin,’ diye tembihatta bulundu. Küçük Ediz 14 yaşındaydı. Avusturya Lisesi’nde öğrenciydi. Akıllı torun, büyükbabasının pek çok öğüdünü hayatı boyunca uyguladı.
Çocukken de canlılara, tabiata meraklıydı. Araştıran, inceden inceye tetkik eden yapıya sahipti. Bir gün, babası, Ediz’i Emirgan’a götürdü. Henüz 4 yaşındaydı. Böcek topladığını hatırlayacaktı.
Avusturya Lisesi’nde, haşerelerin nasıl ve ne(ler) ile beslendiğini öğrendi. Babasının diş hekimi arkadaşı vardı. Muayenehanesindeki akvaryumda tropik balıklar beslerdi. Çok etkilendi. Benzerini yaptırdı. Envai çeşit balıkla doldurdu. Adnan Bey de biricik oğlunun davranışından hoşnuttu. Evde bir odayı kendisine verdi. Hobisine destek oldu. Genç Hun, sokak kedilerini, köpeklerini de sahiplendi.
Günümüzde ise, Büyükada’da martıları ve kargaları eliyle besle(r)di. Kış mevsiminde çabasını bir kat daha artırdı. Yaz sezonun sona ermesiyle boşalan adada kalan 50 - 60 arasındaki kediye bakardı, karınlarını doyururdu.
- Babası Adnan Bey Alman Disiplinine Sahipti… -
‘Toplum, tek çocuğun bencil olduğuna inanırdı. Egoist, ben merkezli davranışlar sergilediği sanılırdı.’ Ediz Hun, genel geçer kabule uyma(z)dı. Yaşamı boyunca paylaşımcıydı. Kendini bildiğinden beri hobi sahibiydi. Hayvanlara, çiçeklere, böceklere meraklıydı. Araştırmalar yapardı. Numuneler toplardı. Odasındaki küçük fanus(lar)a doldurur, nasıl beslendiklerini, davrandıklarını tetkik ederdi.
Baba Adnan Bey, Alman disipliniyle yetişmişti. Oğlunun da aynı yetişme sisteminden geçmesini istedi. Üniversite eğitimini Almanya’da yapmasını planladı. ‘Diş doktoru diplomanı al! Kendinin patronu olursun. Hem para kazanırsın, hem de hobilerine zaman ayırırsın!’ Tek çocuğunun üzerine titre(r)di.
Ediz Hun, babasının kendisi için uygun gördüğü/çizdiği istikbal planını benimsedi. Würzburg Üniversitesi’nde diş doktorluğu okumaya girişti.
1963’de, Almanya’da öğrenciydi. Üniversitenin 4. sınıfındaydı. Yaz tatilinde, İstanbul’a Büyükada’ya aile evine döndü. Bir gün, babası yanına geldi. Sabahattin Sürmeligil’in kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Adı geçen kişi, Acar Film’in Genel Müdürü’ydü. Genç Ediz’i görmüş, sinemada isim yapabileceğine kanaat getirmişti. Yeşilçam’ın kapısı dönemin önemli magazin dergilerince açılırdı. Her yıl yarışmalar düzenlenir, dereceye girenlerin resimleri yayınlanırdı. Kazananlar film şirketleriyle sözleşme imzalardı.
Sürmeligil, genç Ediz’e sinema sektörüne girmesini, hiç değilse şansını denemesini önerdi. Film piyasası her gün gelişiyordu. Yüksek ücret(ler) kazandırabilen işkoluydu. Artist yarışmalarına katılmasını teklif etti. Müracaat için neler yapacağını da sıraladı. Bella Fotoğraf Stüdyosu’nda resim çektirecekti. Sonra da kendini tanıtan mektup yazıp ilgili dergiye gönderecekti. Öneri, genç Ediz’e cazip geldi: ‘‘Güzel kızlarla da tanışırım!’ düşüncesiyle müsabakalara girip şansımı denemek istedim,’ diyecekti.
- Bayramoğlu Plajı’ndaki Yarışmada Birinci Seçildi… -
Müracaatının üzerinden 5 gün geçmişti ki, sürpriz cevabı aldı: ‘İlk elemeyi başarı ile geçtiniz! İkinci etap için aşağıdaki adreste bekleniyorsunuz!’
Son seçmenin yapılacağı yer: ‘Bayramoğlu Plajı’ydı. Ama gördüğü manzara karşısında şaşkına döndü. Güzel kızlardan yüz bulamadı. Aday erkeklerin hepsi bronz tenliydi. Vücut çalıştıkları anlaşılıyordu. Kumsalda resim çekimi de yapılıyordu. Tunç Oral, Süleyman Turan gibi Yeşilçam’da şöhrete kavuşacak isimlerle ilk defa karşılaştı. Efsane gazeteci, ‘Gölge Adam’ imzası ile Bab-ı Ali’de ünlenecek Ertuğrul Akbay da adaylar arasındaydı. ‘Ümitsizliğe kapıldı, yenilgiyi peşinen kabullendi!’
Genç Ediz, uzun boyluydu - 1.87 idi! -, zayıftı. Vücudu da bembeyazdı. Kendisine hiç şans tanımadı. Ama kader ağlarını örmüştü. ‘Birinci: Ediz Hun!’ anonsuna inanamadı. Şaşırdı, şoka girdi. Hanım adaylar arasında da Ajda Pekkan ipi göğüsleyecekti. Hülya Koçyiğit ile aralarında nefes nefese yarış sürmüştü.
Şaşkınlığı geçip kendine gelince bazı kararlar aldı. Önünde açılan yeni fırsatı değerlendirecekti. Almanya’daki okulunu dondurdu. ‘Başaramazsam bir yıl sonra geri döner eğitimime devam ederim,’ diyecekti. Bir sinema adamı, ‘İlk filmin tutmazsa, tahsilini sürdürürsün,’ öğüdü verecekti.
İlk filminde başrol oynayacaktı. Hemen aynı yıl, 1963’de, ‘Genç Kızlar’ ile beyaz perdede göründü. Hiç sinema eğitim almamıştı. Kendini aniden kameranın ve spot ışıklarının altında buldu. Rol arkadaşları: Türkan Şoray ve Hülya Koçyiğit idi. Tecrübeli isim Bedia Muvahhit de kadrodaydı. 60’a yakın birbirinden genç ve güzel kız da filmde görev arkadaşıydı. Ediz Hun, edebiyat öğretmeni rolündeydi. Ama son derece mahcup, deneyimsiz ve heyecanlıydı. Yönetmen, ‘Sabırlı ol, bütün sıkıntılar geçecek. Seyirci tarafından beğenileceksin,’ diye teselli edecekti.
‘Genç Kızlar’, okul hikâyesiydi. Kasım 1963’de çekimlerine başlandı. Hun’un ilk filmini Nevzat Pesen yönetti. Plato olarak Madam Tamara’nın köşkü seçilmişti. Madam, Rusya’dan göçmüş, Tatar asıllı, 83 yaşında, elmacık kemikleri çıkmış tonton ihtiyardı. Varlıklı ailesinin son üyesiydi. Suadiye’de çok geniş araziler almış, üzerine zevkine uygun köşk ve villalar yaptırmıştı. Film şirketlerine kiraya verirdi.
- Sinema Seyircisi Ediz Hun İle Hülya Koçyiğit’i Birbirine Yakıştırdı… -
Ediz Hun’un ilk filmi beğenildi. Çok iyi iş yaptı. Yapımcılarla hemen 6 filmlik kontrat imzaladı. Her yapım için 12.500 lira ücret verilecekti. Günün koşullarına göre çok iyi meblağ idi. 1964’ün Ocak ayında, 2. filme başladı. ‘Mualla’yı Ülkü Erakalın yönetti. Türkan Şoray ile başroldeydi. 3. prodüksiyonda daha deneyimliydi. ‘Gecelerin Kadını’nda Neriman Köksal’la kamera karşısındaydı. Yönetmen yine Erakalın’dı. Orhan Aksoy’un rejisörlüğünü yaptığı, Hülya Koçyiğit ile başrollerini bölüştüğü ‘Bir İçim Su’, 4. filmiydi.
Çok titiz ve özenle çekilen bazı filmlerinde beklenen maddi sonuçlar alınamadı. 1965’de, Selma Güneri ile ‘Son Kuşlar’da oynadı. Erdoğan Tokatlı yönetmendi. Senaryo, Ayşe Şasa’nındı. Kavuşamayan 2 genç arasındaki romantik ilişki anlatılıyordu. Prodüksiyonun genç kız kahramanı, kendisinden 30 yaş büyük zengin adamla evleniyordu. Kurdela, ‘Biz son kuşlarız!’ repliğiyle bitiyordu. Gişe geliri yetersizdi. Ama mükâfatlardan yana şanslıydı. Selma Güneri, 1966 Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde ‘En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandı.
Sinema seyircisi, Ediz Hun ile Hülya Koçyiğit’i birbirine yakıştırdı. Hatta aşk yaşadıkları iddiaları bile yazıldı. Müşterek filmlerinde çizdikleri romantik sahneler, gerçek gibi algılandı. Ama Hun, savları ve söylentileri kesinlikle reddetti. Bekâr, yakışıklı ve genç adam olarak özel yaşantısı vardı. Söylenenler hakikat dışıydı.
Hülya Koçyiğit, 1968’de, Selim Soydan ile evlendi. Türkan Şoray, Rüçhan Adlı’ya beraberdi. Filiz Akın, Türker İnanoğlu’yla nikâhlıydı. Fatma Girik ise Memduh Ün’le birlikteydi.
Ediz Hun, yılda ortalama 6 veya 7 filmde oynardı. İşini ciddiye alırdı. Senaryoları dikkatle okur, önerileri sonra değerlendirirdi. Rejisörün ve kadronun deneyimli isimlerden oluşmasına da önem verirdi. Hun, bazı önemli yönetmenlerle, özellikle de Atıf Yılmaz, Hulki Saner, Orhan Aksoy, Ülkü Erakalın ve Metin Erksan’la çalışmayı yeğlerdi. Zira deneyimli rejisör, oyuncuyu yönlendirir, performansını daha verimli kılardı.
- Ediz Hun, THY Hosteslerinden Berna Hanım’la Hayatını Birleştirdi… -
Ediz Hun’un özel hayatında 25 Aralık 1969 tarihinin ayrı önemi vardı. ‘Kalbimin Efendisi’ adlı filmi çekiyordu. Bursa Uludağ’daki mesaiye ara verilince İstanbul’a döndü. Evinde dinlendiği sırada kapısı çalındı. Karşısında birbirinden güzel 3 kız görünce şaşırdı. Gelenler, THY hostesleriydi. Yılsonu balosu için davetiye getirmişlerdi.
Hun, telefon numaralarını aldı. Cevabını ileteceğini söyledi. Daha sonra - genç kızlardan! - Berna Hanım’ı aradı: ‘Özür dilerim, katılamıyorum. Uludağ’a film çekimine dönüyorum,’ dedi. Fakat genç kızın tesirini de üzerinden atamamıştı. Bakışlarından, gülen gözlerinden etkilenmişti. Tekrar tekrar telefon etti. Sonunda randevu koparmayı başardı.
Ediz Hun, Berna Hanım’la tanıştığında 29 yaşındaydı. 3 yıl sonra evlendiler.
3 Ocak 1973’de, Tünel’deki Beyoğlu Evlendirme Dairesi’nde nikâhları kıyılacaktı. Hun’un evlenme haberi gazetelerde ve mecmualarda yayınlanınca, tehdit mektupları geldi: ‘Evlenirsen, yüzüne kezzap atarız!’ İstanbul Emniyeti’nden koruma istendi. Nikâh salonuna 8 polis memurunun arasında girebildiler. Salonun içi ve dışı Hun’un hayranlarıyla doluydu. İzdihamdan ötürü camlar kırıldı. Tebrikleri dahi kabul edemediler. Yine asayiş güçlerinin çemberi altında mekândan ayrılabildiler.
Balayı dönüşünde kendilerini sürpriz bekliyordu: ‘Kırılan camların paralarını ödeyeceklerdi!’
Dünya evine girdikten sonra sosyal hayatı daha sınırlandı. Evcimen yapısı öne geçti. Geceleri dışarıya çıkmak yerine evinde kalmayı tercih etti. Huzuru, mutluluğu ailesinde buldu. Gerekmedikçe davetlere katılmadı. Kalan zamanını hobilerine ayırdı. Büyükada’daki bahçesiyle uğraştı. Kaktüs koleksiyonuyla ilgilendi.
Evlendikten sonra film teklifleri hızla azaldığını söyleyecekti. Sinema krize girmişti. Televizyon, sinemaya ağır darbe vurmuştu. Erotik filmler piyasayı kaplamıştı. Bazı ünlü sanatçılar gazino sahnelerine çıkmıştı. Ediz Hun’a da benzer öneriler götürüldü. ‘300 bin lira ücret ödenecekti!’ ‘Önerilen miktarla Etiler’de yeni apartman dairesi alınabilirdi!’ Hun, teklifleri reddetti. Sesi güzel değildi. Şarkıcılığı düşünmemişti.
- Sinema Dışında Yeni Kariyer Arayışına Girdi… -
Kendisine yeni kariyer oluşturmalıydı. Bir yaşındaki kızının ve ailesinin geleceğini düşünmeliydi. 1975’de, Almanya’daki okuluna başvurdu. Eğitimini tamamlamak istedi. Gelen cevap umut kırıcıydı: ‘Ayrılışınızın üzerinden 12 yıl geçti, sizi okula alamayız!’
Beklediği müjde Norveç’ten geldi. Oslo’da, Oslo ve Trondheim Üniversiteleri’nde Biyoloji ve Çevre Bilimleri Fakültesi’nde eğitim gördü. 41 yaşında, okulunu 2.likle bitirdi. Bütün zamanını dil öğrenmeye ve derslerine ayırdı.
Bir röportajında, lisede tembel öğrenci olduğunu açıklayacaktı: ‘Beyoğlu’nda dolaşırdım. Son yılımdayken devamsızlık da yaptım. Sınıfta kaldım. Anneciğim, felsefe öğretmeniydi. Benim için çok uğraştı. Özel hoca(lar) tuttu, ders(ler) aldırdı.’
İngilizce, Almanca ve Norveççe konuşabiliyordu. En merak ettiği, ilgilendiği bilim dalları: Biyoloji, psikoloji, sosyoloji, felsefe ve mantıktı.
Okulunu bitirdiği sırada, babasından - 80 yaşındaydı! - mesaj aldı. ‘Kendimi iyi hissetmiyorum. Oğlum, buraya gel! Beraber olalım, birlikte vakit geçirelim!’ Ailenin tek çocuğuydu. Çağrıya uydu. İstanbul’a döndü.
Yaşamına önem verir ve dikkat ederdi. Bedenini yıpratmamaya itina gösterirdi. Çok düzenli hayata sahipti. Disiplinliydi, her gün aynı saatte kahvaltı yapardı. İçki ve sigara kullanmazdı. Zamanında uyur ve uyanırdı. Erken kalkardı. Her sabah sakal tıraşı olurdu. Kıyafetlerini özenle seçerdi. Konferansı varsa mutlaka önceden hazırlık yapardı. Her zaman işini aşırı ilgi gösterirdi. Konuşurken insanların gözlerine bakardı.
Şaka yapmayı severdi. ‘Muzip adamımdır,’ diyecekti. Bazı maskeleri vardı. Kapı çalındığında, maskeyi takıp geleni korkutabilirdi. Ses tonunu değiştirip karşısındaki şaşırtırdı. Özellikle de yılbaşı gecelerinde latifesini tekrarlardı.
- Hatalarını Kabul Eder, Özeleştiri Yapardı… -
Ediz Hun, son derece tutumluydu. Milyonluk otomobillere binebilirdi. Yalılarda oturabilirdi. Bir röportajında, ‘Ben haddimi bilirim,’ diyecekti. Kendine has sistem geliştirmişti. Alıştığı düzeni sürdürdü. Kazancını har vurup harman savurmadı. Heba etmekten kaçındı. Mantığına uyan yatırımlarda kullandı. Hummer veya Lamborgini’ye binmedi. Otomobile verebileceği miktar belliydi. Başkasına imrenmezdi. ‘Allah, kazasız belasız kullanmayı nasip etsin,’ derdi. Hayat tarzından son derece memnundu. Asla tevazudan ayrılmadı.
Kimseyi rol model almadı. Kendisini hep iyi yetiştirmeye çalıştı. Hatalarını kabul ederdi. Ama tekrarlamamaya özen gösterirdi. Özeleştiri yapardı. Çıkardığı sonuçlara uyardı. ‘‘İçindeki ben’ ile daima kontak halindeydi!’ Vicdanının sesini/ikazlarını dikkate alırdı. Kabalık yapana sert davranırdı. Araba kullanırken son derece dikkatliydi. Trafikte küfür edenlere çok kızardı.
50 yıla yakın süredir evliydi. Kendisini ‘uyumlu’ diye yorumlardı. Eşi de aynı yapıdaydı. Evcimendi, her zaman şefkatliydi. Ediz Hun’un en ufak rahatsızlığında endişelenir, yanından ayrılmazdı. ‘Her erkek, eşinde, annesinde gördüğü yakınlığı, sıcaklığı arardı/beklerdi! Kadın, her daim yumuşak huylu, sevecen olmalıydı!’
Evlilikte istikrarın sırrı: ‘Karşılıklı anlayış, sevgi ve saygı gösterme, emek vermekti!’ ‘Hanımlara her alanda daha çok hak verilmeliydi!’ Berna Hanım, Norveç’te elini taşın altına koydu. Çalıştı ve aile bütçesine katkı sağladı. ‘Erkek de, eşine her zaman yardımcı olmalıydı!’ Mutfakta bulaşık birikmezdi. Gördüğü kirli tabakları, vb.lerini hemen yıkardı.
Oğlunun adı Burak’tı. ‘Ajda Pekkan ile bir filmde oynamıştı.’ Baba ve oğul Fenerbahçeli idi. Bengü, kızıydı. Sinema ve Televizyon Bölümü’ mezunuydu. Bir dizi de beraber çalışmışlardı. Berna Hanım gibi Galatasaraylı idi.
- Üniversitede Çevre Dersleri Veren Ünlü Aktör… -
Ediz Hun, 1983’den sonra çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı. Marmara Üniversitesi’nde 12 yıl çalıştı. Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde ‘Çevre’ ve ‘Ekoloji’ dersleri verdi. Okan Üniversitesi’nde de bilgilerini aktardı. Öğrencileriyle her zaman yapıcı, pozitif, olumlu enerji alışverişinde bulundu.
Hun, kitaplar da yazdı. Çeşitli konulardaki fikirlerini ‘Yaşat ki Yaşayasın’da topladı. Lise son sınıf ve üniversite öğrencileri için ‘Çevremiz Geleceğimizdir’i kaleme aldı. Çevre bilincine aday çocuklara da, ‘Ediz Hun Amca ile Çocuklar Çevremizin Gerçek Koruyucuları’nı neşretti.
Sosyal medyayı hiç kullanma(z)dı. Facebook’ta adına açılmış 3-4 hesabın varlığını öğrendi. İlgililere müracaat edip, ‘fake’leri kapattırdı.
Ediz Hun, Çevre Bakanı Doğancan Akyürek’in Başdanışmanlığını yaptı. İstanbul Çevre İl Müdürlüğü görevinde bulundu. 18 Nisan 1999 Genel Seçimleri’nde ANAP’dan - Anavatan Partisi’den! - İstanbul Milletvekili seçildi. TBMM Çevre Komisyonu Başkanlığı’nı deruhte etti. Dünyada ve ülkemizde uygulana gelen çevre politikalarına katkı verdi, fikirlerini paylaşmaya çalıştı. Norveç’deki eğitimi ‘Çevre Bilimleri ve Biyoloji’ alanlarındaydı. Hun’a göre, ‘Her insan çevreci olmalıydı!’
İnsanoğlu, insana, diğer canlılara, özellikle de bitkilere saygı göstermeliydi. Avrupa’da sokaklardaki ağaçların tamamında plakalar asılıydı. Hiçbirine zarar veril(e)mezdi veya kesil(e)mezdi. Ev tapularında bile bahçedeki fidanların sayısı ve isimleri yazılıydı. ‘Benzer uygulama ülkemizde de hemen başlatılmalıydı!’
Siyasi anlayışını/yapısını ‘Liberal Demokrat’ diye tanımlardı. Sağ veya Sol fark etmezdi. Kendisini, ‘martı gibi hür’ hissederdi. Çağdaş, demokrat ve laikti.
- Günümüz Yönetmenlerinden Çağan Irmak’ı Beğenirdi… -
Siyaset yaparken de sinemadan kopmadı. ‘Sanat, sanat ve insan içindi!’ Yeşilçam yaşamında hep başrollerde görüldü. Yaşı ilerlese de aynı pozisyonunu sürdürmeye kararlıydı. Mesela ABD’de, Robert De Niro ve Al Pacino yaşlanmasına karşın önemli rollerde oynamayı, sanat hayatlarını devam ettirmeyi başardı. Clint Eastwood, Hun’dan 10 yaş büyüktü. Ama formunu hep korudu. Robert Redford da benzer diğer örnekti. Ses getiren yapımlara imzasını atıyordu.
Ediz Hun, günümüz yönetmenlerinden Çağan Irmak’ı beğendiğini açıkla(r)dı. Tarık Akan çok takdir ettiği sanatçıydı. Çekingen, ön plana çıkmaktan hoşlanmayan, kendini bilen, efendi insandı. Değişik rollerde oynadı ve başarı sağladı. Eğitimci kişiliği ile de takdir topladı.
Sinema, disiplin demekti. İşini ciddiye alan, özel hayatına dikkat eden, düzenli beslenen, fiziğine özen gösteren, programlı jimnastik yapan başarıyı yakalardı. Filiz Akın, Fatma Girik, Türkan Şoray ve Hülya Koçyiğit de işine önem verirdi. Erkeklerden İzzet Günay, Ekrem Bora, Ayhan Işık ve Göksel Arsoy da benzer hassasiyetleri gösterirdi.
Yeşilçam bir efsaneydi. Disiplinin, dakikliğin, sevginin, hoşgörünün aktarıldığı okuldu.
Ediz Hun, tiyatro sahnesinde de göründü. Agatha Christie'nin ‘And Then They Were None’ - dilimize ‘On Küçük Zenci’ şeklinde çevrilen! - polisiye romanından uyarlanan oyununda rol aldı. Sir Yargıç Lawrence Wargrave’yi canlandırdı. Turnelere katıldı. Ankara, İzmir, Eskişehir, Bursa, Antalya gibi pek çok şehre gitti.
Sinema yaşamında - yaklaşık olarak! - 111 filmde göründü ve hep başroldeydi.
2001’de ‘Altın Portakal Film Festivali Yaşam Boyu Onur Ödülü’ne, 2011’de ‘İkinci Uluslararası Malatya Film Festivali’nde Yaşam Boyu Başarı Ödülü ve Onur Ödülü’ne ve 2015’de ‘Çayda Çıra Film Festivali Onur Ödülü’ne layık görüldü.