Metropollerden gettolara, köy kahvehanelerine değin Türkiye’nin burjuvazisi de avamı da siyasetle yatıp, dolandırıcılık haberleriyle uyanıyor. Ahbap çavuş ilişkisiyle sürdürülen televizyon programlarında ki sözde siyaset bilimciler ki evlere şenlik! Özel okullara kadar ortaçağ müfredatının yaygınlaştırıldığı düzende bu kadar siyaset bilimcinin ne zaman, nerede ve hangi koşullarda yetiştirildiğini anlamaya çalışırken ister istemez insanın başparmağı işaret ile orta parmağının arasına kaçıveriyor. Öngörüden, analizden yoksun ezberletilmiş teorik bilgilerin şablonunda debelenip duruyorlar.
Üstelik bilim denildiğinde “yahu ben ne bilim!” diyen, yediğinden içtiğine kadar her şeyi siyasetin belirlediği kapitalist düzende “siyasetle ilgilenmiyorum” diyecek kadar cehaletin kol gezdiği Türkiye’de! Siyasetin bilim olmaktan çıkartılıp, varoşlarda kahvehane ağzıyla konuşulan söyleme dönüştüğü günümüzde, kerameti kıldan, tüyden menkul göbeği şiş, ensesi kalın acayip kılıklı herifler…
Anlaşılmazı oynamak için araya birkaç akademik sözcüğü yerleştirince bilmem ne bilimci oluveriyor bu düzende. Buna bir de kendi yönünü, önünü aydınlatamayan sözde aydınları da eklediğinizde temel sorunun yalnız iktidarın veya siyasilerin olmadığı asıl sorunun ve hatta ihanetin aydından, okumuştan, korkaktan kaynaklandığı akkor ampul gibi sırıtıveriyor. Eğer kör değilsen, şaşı bakmıyorsan tabii!
Bu ülkenin değerlerinin aşındırılıp ortaçağ karanlığına sürüklenmesinde birinci derecede sorumlu olan sözüm ona aydınlardır. Geçmişte ki aydın sorunu, ihaneti ne ise bugün de aynıdır. Hatta bugün kartopu gibi yuvarlandıkça büyüyen bir sorun yumağına dönüşmüştür. Öncülüğünü gülmece, mizah ustalarımızdan Aziz Nesin’in yaptığı, 12 Eylül 1980 sonrasında hazırlanan “Aydınlar Dilekçesi”ne imza koyan iki binden fazla aydın, yazar, akademisyen yani toplum nezdinde aydın olarak nitelendirilen kişiler, Kenan Evren’in bir sözünden dolayı korkmuş, imzalarını geri çekmişlerdi. Bu dilekçeye imza atan iki binden fazla imzacıdan haklarında soruşturma açılan sadece 59 kişidir. Önce imza veren sonrasında ise “biz bu dilekçeyi okumadan imzaladık”, “kooperatif işi olduğunu zannettik” gibi benzer bahaneler uyduran, bizzat arayarak adının dilekçeden silinmesini isteyen, imzalarını geri çeken yığınla korkak aydın, akademisyen!
Görevleri aydınlatmak değil, uyutmak!
Sözüm ona günümüz aydınları korkaklıktan aydın olma sorumluluğunu almadıkları gibi toplumu karartma, uyutma, oyalama gibi bir görevi de üstlenmişlerdir. İktidarın herhangi bir konuda söylediğini tavuğun sümüğü alıp kaçtığı gibi günlerce evirip, çevirip konuşuyorlar. Olan, konuşulan bir konuyu sanki ilk defa toplum bunlardan öğreniyormuş gibi bir tavırla ve ağdalı cümlelerle geveleyip duruyorlar. Şimdi de Erdoğan’ın, 50+1 seçim yasasının değişmesiyle ilgili söylediklerini kendi aralarında “yakar top” oynar gibi çeviriyorlar. Ortaya net, berrak bir düşünce koymak yerine eleştiriyormuş gibi yapıyorlar. Oysa bu tavırlarının eleştiriyormuş gibi yaptıkları Erdoğan’dan hiçbir farkı yoktur. Söz konusu bu seçim yasasını getiren de Erdoğan, değiştirilmesini isteyen de kendisidir. Yalan ve toptan inkârcılık üzerine inşa edilmiş siyasette tutarsızlıklar, çelişkiler, kendi söylediğini çürütmeler, bilimden uzaklaştırılmış siyasetin doğasında var zaten. İktidara geldiği günden beridir geçen yirmi bir sene de toplum bu söylemlerle idare edildi, yönlendirildi. Bunca zamandır toplum halen aynı yalanlarla idare ediliyorsa sorun iktidardan çıkmış, kitleleri etkileyen aydınlara, yazarlara, sanatçılara, akademisyenlere yüklenmiştir.
Erdoğan’ın değiştirilmesini istediği 50+1 seçim yasasını, 21 Ekim 2007’de yine benzer yalanlarla süsleyip referanduma götüren de AKP’nin kendisidir. Kendi istekleriyle getirdikleri bu yasayı Erdoğan, mevcut seçim yasasının partileri yanlış yöne sevk ettiğini söylerken “kimin eli kimin cebinde?” diyebiliyor. Devamında ise “yok altılı masa, on altılı masa” gibi akla mantığa takla attıracak sözler edebiliyor. Herhangi bir şeyi hem istiyorum hem istemiyorum demek sağlıklı bir düşüncenin ürünü değildir. Fakat düşünerek, tartarak, makul ve mantık çerçevesinde tutarlı sözler söylemek AKP’liler için geçerli değil çünkü kelime dağarcıkları boştur. Kendince altılı masayı eleştirirken, tek adam iktidarlığının zeminini oluşturmak için geçmişte koalisyonları karalarken bugün AKP’nin dört parti ile “Cumhur İttifakı”nı oluşturmasının gerçekte örtülü koalisyon olduğunun ya farkında değildir ya da bilerek gerçeği çarpıtmaktadır.
Daha kötüsü, öncesinde yaygın bir partiler koalisyonu varken toplumu din, etnik köken, milliyet, ideoloji vb. gibi değerleriyle bölüp düşmanlaştırdığı gibi siyaseti de iktidar ile muhalefet olarak blok halinde ikiye bölerek kutuplaştırmıştır. AKP’nin birinci ortağı MHP genel başkanı Bahçeli’nin, yasanın değiştirilmesine karşı çıkışını derinliğine analiz etmeye de gerek görmüyorum fakat özetle şunu diyebilirim. Bahçelinin mevcut seçim yasasının değiştirilmesini, pek tabii ki ortağı AKP’ye karşı çıkmasının nedeni korkudur. Çünkü ittifaktan ayrıldığında, parti olarak tek başına seçime girmesi durumunda siyasetin çöplüğüne atılacağının farkındadır. Partiyi çizgisinden uzaklaştırıp güdükleştirdiği için AKP’ye yanaşmış gerçekte bir sığınmacı konumundadır. Ezberlediği şablonları tekerleme söyler gibi sıralayarak laf kalabalığı ile tabanını tutmaktan öte Bahçeli’nin ne partisine ne de ülkeye ve vatandaşına hiçbir faydası yoktur.
Adalet, mülkün değil iktidarın temelidir
AKP’nin mevcut bütün uygulamaları, kendi çıkarları ve iktidarlığını sağlamlaştırmak veya devam ettirmek içindir. Erdoğan hem AKP’yi kimseye bırakmak istemediğinden hem de devletin başında kendisinden başkasının olmasını istemediğinden sürekli olarak yasayı değiştirmeye yöneliyor. Nitekim anayasanın 18 maddesinde değişiklik yapılarak kendilerinin getirdikleri 50+1 seçim yasası ile neredeyse tüm yetkileri tek elde toplayan Erdoğan, bu yetkilerin elinden alınmasını ister mi? Bu yasa ile bağımsız kurumlar bağımlı hale getirilmiş, kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırılmış, parlamento işlevsiz hale getirilmişti. Yine bu yasa ile parti başkanının cumhurbaşkanı adaylığının önü açılmakla kalmamış, bakanların atanması, milli güvenlik politikalarının belirlenmesi, gerekli görüldüğü durumlarda OHAL ilan edilmesi, bütçenin hazırlanması, gerekli gördüğünde anayasa değişikliğini halkoyuna sunması, cumhurbaşkanı kararnamesi çıkartılması gibi pek çok konuda meclisin yetkisinde olan kararlar cumhurbaşkanının denetimi ve yönetimine bırakılmıştı. Böylesine yetkilerle donatılan cumhurbaşkanını denetleyecek bir kurum var mı peki? Evet, var ama kâğıt üzerinde ve formaliteden ibaret Anayasa Mahkemesi’dir. Anayasaya göre AYM, cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve kararnameleri, kanunlarda olduğu gibi iptal davası veya itiraz yoluyla yargı denetimine tabi tutabilir. Yani AYM, cumhurbaşkanı kararnamesinde bir aykırılık tespit ederse iptal davası açabilirmiş. Peki, yapısı değiştirilen AYM’nin, aykırılık tespit etmesi durumunda gerçekten de yaptırım yetkisi var mı?
Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemelerinin kaldırılmasıyla AYM üye sayısı 17’den 15’e düşürülmüştü. AYM’nin yapısı, hükümet yani başkanlık sistemine geçildikten sonra tamamen değiştirilerek cumhurbaşkanının denetimine girdi. Bugün AYM’nin 15 üyesinden 3’ünü meclis seçiyor, 12’si ise direkt cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Böyle bir durumda AYM’nin cumhurbaşkanını denetlemesi, aykırılık gördüğü durumlarda iptal davası açması veya cumhurbaşkanı hakkında doğrudan dava açması mümkün mü? Veya şöyle söyleyelim; atadığı 12 üyenin cumhurbaşkanı aleyhine oy kullanması mümkün mü?
Görüldüğü üzere cumhurbaşkanını anayasaya aykırı işlerinden sorumlu tutacak, hesap soracak ne yargı var ne de hukuk. Kendisine böylesine bir zırhı kazandıran seçim sisteminin değiştirilmesini istemesi mantıksız gelebilir ama arka planda başka hesaplar var. Yazının başında da değindiğim üzere Erdoğan ne AKP’nin başı olmaktan ne de devletin tepesinde oturmaktan vazgeçmek istemiyor. İkinci defa Haziran 2018’de seçildiği cumhurbaşkanlığı görevi bitmek üzeredir ki anayasaya göre de aday olamayacaktır. İşte Erdoğan’ın kendi isteği olan 50+1 seçim yasasını değiştirme telaşının nedeni de budur. Aynı yetkilerle donatılmış, belki daha fazlasına sahip bir cumhurbaşkanlığına adayı olabilmenin yollarını aramaktadır. Sözün özü; değiştirmek istedikleri 50+1 seçim yasası, AKP’yi iktidarda tutarken muhalefet hakkını da vermiştir. Bu yasayı eleştirirken aslında kendisine muhalefet etmektedir.
Durum tam da Aziz Nesin’lik!