Birçokları için siyaset zaman geçirme aracı hatta eğlenceli bir oyun olabilir. Hiç küçümsenmeyecek sayıda kişi için ise çıkar dünyasıdır politika. Meseleye insanlığın ya da yaşadığı ülkenin geleceği olarak bakan ise çok nadir bulunur. Siyasetin maişeti derler buna: Güneş batarken küçük adamların gölgeleri büyüdükçe büyür...
Fakat hayat her zaman oyundan ibaret değildir. Hiçbir şey değişmeyecek gibi giderken bir öğle vakti gökyüzü kapanır. Mahşerin dört atlısı kara bulutların arasında toprağa düşer. Savaş, açlık, salgın hastalık ve ölüm birlikte gelir. Bu yeryüzünün kanunudur: Barış, adalet ve dayanışmayı yükseltemeyen insanlığa cehennemin kapıları açılır.
Vezüv, kentlerin üzerine lavlarını akıtırken, kendi toplu yok oluşundan haz duyanlar da vardı kuşkusuz. Fakat bu, o medeniyetlerin sonsuza dek yeryüzünden silinmesi gerçeğini asla değiştirmedi.
Demek oluyor ki biz onu görmesek de tüm gerçeklerin üzerinde ve hepsinin kaderini belirleyen bir hakikat hep vardır. Bu hakikat çoğu zaman kendini tüm olgulara yayarak gizler. Bir noktada yoğunlaşmaktansa tek tek şeylerde, insanlarda ortaya çıkar. Böyle olunca da varlıkların bir tür “hakikat toleransı” gelişir.
Mesela insanlar genelde yavaş yavaş delirir ama bazıları birden. Çünkü onların dünyasında hakikat bir denge kurulamayacak ölçüde ağırlaşmıştır. Bu yüzden eski zamanlarda insanlık delilere bilge gözüyle bakardı. Onlar “akıllıların” görmediğini, alimlerin söyleyemediğini söylerdi.
Kentsel dönüşümden önceki zamanlarda harabelerin, eski evlerin tozunda demlenilirdi. Deliler konuşur, ekabirler dinler ve gençler alçak gönüllü olmayı öğrenirdi. Mevlana ile hürmet, Neyzen Tevfik ile isyan eder, Hayyam ile aşka düşerdi. Bir gelenektir bu topraklarda, asırlar boyu örtecek bir ayıbı olmayan bu dervişler, babalar çırılçıplak hakikati gösterdiler. Onlara deli dediler çünkü savaşa kalkansız ve zırhsız gittiler.
Siyasetin sözü bir günlük, bir anlıktır ama hakikat binyıllardan aşar gelir. Vaktiyle bir dolandırıcı söylemişti; yalan ne kadar büyük olursa o kadar iştah kabartırmış. Üzerindeki şüphe arttıkça dolandırıcı daha da ısrar edermiş. Hakikat ağırlaştıkça yalana sarılmak da öyle olmalı haz veriyor olmalı…
Ama hakikat dün savaş, bugün hastalık, yarın açlık olarak kapınızda dururken evrendeki yıldız sayısı kadar tivit atsanız bile zerre yer kaplamazsınız tarihte. Çöken o koskoca imparatorluklarda hiç akıl yok muydu? Roma’dan daha iyi siyaset, Yunan’dan daha çok felsefe, Çin’den fazla strateji-taktik bildiğinizi mi sanıyorsunuz?
Hakikat yerine siyasetle insanları meşgul etmek felaketi yakınlaştırmaktan başka işe yaramaz. Sovyetler Birliği yıkıldığında ülke fabrikalarına, denizaltılarına, gemilerine kadar tepeden tırnağa nükleer enerjiyle donanmıştı. Fakat nükleer çekirdek zeytin çekirdeğinin yerini dolduramıyorsa ve eğer siz insanınıza ekmeksiz kalmayacağı güvenini veremiyorsanız hiçbir korku onların sokağa dökülmesini durduramaz.
Hakikatten kaçamazsınız. Aksi takdirde gün gelir hakikat onu görmekten kaçan masumları olduğu kadar onu örtmeye çabalayanları da önüne katıp götürür.