Hakan Şu Hikâyesi (Destanı)

Tevfik Fikret TAŞKIN

Bundan iki bin belki de üç bin yıl önce, Zülkarneyn, Semarkant’ı geçip Türk ülkesine yönelmiş. Bu sırada Saka Türklerinin başında Şu isminde büyük bir hakan varmış.

Bu büyük hakan, Balasagun’dan yaptığı bir akında, Şu Kalesi’ni yaptırmış. Balasagun’daki sarayının önünde her gün üç yüz altmış nöbet davulu vurulurmuş.

Hakan Şu’ya Zülkarneyn’in yaklaştığı haberi verilmiş. “Emriniz nedir? Savaş mı edelim, ne buyurursunuz?” diye sorulmuş. Hakan, Hocant ırmağının kenarına karakol kurdurmuş, Zülkarneyn’in geçişini haber vermek için kırk Tarhan’ı gözcü olarak göndermiş.

Bunları gizlice, kimseye görünmeden göndermiş. Bu yüzden endişe etmiyormuş.

Hakan Şu’nun gümüşten bir havuzu varmış. Sefere çıktığında birlikte taşınır, içine su doldurulurmuş. Sonra da kazlar ve ördekler yüzdürülürmüş.

Hakana, “Ne buyurursunuz, savaşa girelim mi?”  denmiş. Cevap olarak “Şu kazlara, ördeklere bakınız, nasıl suya dalıyorlar.” demiş.  

Bunun üzerine orada bulunanlar, Hakan Şu’nun savaş için hazır olmadığı zannına düşmüş.

Zülkarneyn, Hocant ırmağını geçince, oradaki gözcüleri hemen Şu’ya haber ulaştırmışlar. Hakan Şu, hemen davulları çaldırıp doğuya doğru yürümüş.

Halk, hakanlarının hazırlık yapmadan gitmesinden, hazırlıksız savuşmasından büyük bir ümitsizliğe düşmüş. Halkta bir ürküntü, bir karışıklık olmuş.

Binek bulabilenler, hayvanlarının sırtına atlayarak Hakan Şu’nun arkasından koşmuş. Sabah olunca ordu, yeri düz olan bir ovada konaklamış.

O sıralarda Taraz, İspicap, Balasagun ve bunun gibi yerler henüz kurulmamış. Orada yaşayan halk göçebeymiş.

Hakan, ordusuyla gittikten sonra, oradaki halk çoluk çocuğuyla yirmi iki kişi kalmış. Kalan bu halk gece hayvanlarını bulamamış.

Kalan bu yirmi iki kişi, orada kalmak yahut yaya olarak gitmek için aralarında konuşurken iki kişi çıkagelmiş.

Bunlar, ağırlıklarını sırtlarına yüklemiş, yanlarına çoluk çocuklarını almışlar, ordunun izini sürerek gidiyorlarmış. Oldukça yorulmuş ve terlemişler.

Kalan yirmi iki kişi bu gelen iki kişi ile konuşmuşlar. Gelen iki kişi bunlara, “Zülkarneyn denilen adam bir yolcudur. Bir yerde durmaz. Buradan da geçer gider. Biz de kendi yerlerimizde kalırız.” demiş.

Yirmi iki kişi, bu iki kişiye “O zaman burada kalalım.” demiş.

Zülkarneyn, kısa bir andan sonra oraya gelip bunları saçlı, üzerinde Türk izleri olduğunu görünce, onlara, “Türk manend(Türke benzer.) demiş.

Hakan Şu, Çin’e kadar gitmiş. Zülkarneyn, onun arkasına düşmüş. Hakan Şu, Zülkarneyn’e bir bölük asker, Zülkarneyn de Hakan Şu’ya bir bölük asker göndererek Altun Kan denilen bir dağda şiddetli bir şekilde çarpışmışlar. ama Zülkarneyn, bir süre sonra Hakan Şu ile barışmış.

Barıştıktan sonra Ugur şehrini yapmışlar. Bir süre orada oturduktan sonra Zülkarneyn ordusuyla birlikte çekilip gitmiş.

Hakan Şu da Balasagun’a kadar ilerlemiş. Burada kendi ismini vererek Şu şehrini yaptırmış. Oraya bir tılsım koymuş.

Bugün, leylekler oraya kadar gelir ve oradan öteye geçemezlermiş. Tılsım bugüne dek de bozulmamış.

Bilmiyorum, okuma zahmetine katlandınız mı? Eğer okuduysanız Divan u Lugati’t-Türk’te yazılı olan bu destan, Türklerin en eski destanlarından biridir.

Öncelikle siz okuyun ve sonra da çocuklarınıza anlatın veya okutun… Çünkü, bunlar Türk kültürünün en eski ürünleri. Geçmişi geleceğe aktaralım. Türkün ismini sonsuza taşıyalım…


İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.