Gölge casuslar, yazar kimlikli ajanlar

Veysel BOĞATEPE

  Toplumsal kutuplaşmanın ve ayrışmanın git gide derinleştiği, daha çok siyasi kimlikleri üzerinden farklı görüşlerin birbirini “ajan, muhbir, casus” olarak suçladığı günümüz Türkiye’si, istihbarat örgütlerinin uyandığı II. Dünya savaşı ve sonrasında özellikle de 1950’lerden itibaren tam anlamıyla casusların, ajanların cirit attığı ülke olmuştur. Ordu da dâhil olmak üzere girmedikleri, yuvalanmadıkları kurum ve kuruluş kalmamıştır. Türkiye’nin ünlü bir casus yazarı olmasa da kendi alanlarında ünlenmiş askeri ve sivil istihbaratçıları var. Birçok faili meçhul cinayetlerin tetikçisi olarak gösterilen ve derin devletin “Kara Kutu”su olarak bilinen “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım, yıllarca kamuoyunda ve siyaset gündeminde hayalet gibi dolaştıktan sonra 1996’da sırra kadem basmıştı. Yeşil’den sonra akla gelen bir diğer isim, CIA’nın Türkiye’de ki “Gölge Ajan”ı olarak nitelendirilen ve Stratfor belgelerinde de “TR 705” kod numarasıyla yer alan M. Sezgin Tanrıkulu’nun, ABD’nin Ankara Büyükelçiliğinin gönderdiği kriptolarda (Wikileaks) kendisi için “Uzun zamandır konsolosluğumuzun kontak kişisi’” olduğuna dair bilgi notu düşülmüştür. Bu zamana kadar hakkındaki iddialar karşısında susmayı tercih eden Tanrıkulu, hiçbir haberi de tekzip etmemiştir. 
   

  Türkiye’de başta MİT olmak üzere istihbarat örgütlerine çalışan, sonradan bu deneyimlerini yazanlar yani casusluktan yazarlığa geçiş yapanlar hakkında tatmin edici bilgiler olmasa da Türk edebiyatında bir hayli casusluk, polisiye romanları yazılmıştır. Ebu’s Süreyya Sami’nin “Sessiz Tabanca” isimli kitabıyla başlayan polisiye romanlar, Ahmet Esat Tomruk’un “Türk Casusu İngiliz Kemal” ile devam etmiş ve Ayşe Akdeniz, Tarık Ali, Esat Mahmut Karakurt, Bedirhan Çınar, Besim Özgen, Bülent Rusçuklu, Halil Kanargı, Argün Albayrak, Osman Aysu gibi isimlerle günümüze değin gelmiştir. İçinde “MİT” ve casusların geçtiği; “Kod Adı: Yılan, Casus, Savaşın Eşiğinde, İstanbul Tehlikede, Parola: Afrika, İşareti: Akdeniz” gibi birkaç roman yazılmıştır fakat bunlar casusluk romanı değil, kurmaca polisiye romanlardır. Yazarlarının, istihbarat örgütleriyle özellikle de MİT ile bağlantılarının olup olmadığı, bilgi alışverişinde bulunup bulunmadıkları konusunda herhangi bir net bilgi olmasa da kimlikleri hakkında makul şüpheler oluşmuştur.

Yazar Kimlikli Yerli Casuslar
   

Yazar Aytunç Altındal “Türkiye ve Dünyada Casuslar” adlı kitabında, resmi kaynakları referans göstererek Türkiye’de en az 3.000 ile 3.500 casus, ajan ile istihbaratçının olduğunu ve bunların din adamı, araştırmacı, muhbir ve sivil toplum görevlisi (NGO) kisvesi altında faaliyet gösterdiğini belirtiyor. ABD’nin soğuk savaş dönemi itibariyle (1948 -1992) Türkiye’de askeri üsler açmasıyla yoğunluk kazandığını ve başta ABD olmak üzere Avrupa Birliliği Ülkeleri ile İsrail’in önemli konularda ki istihbaratlarını Türkiye üzerinden sürdürdüğünü not ediyor. Kitabında ayrıca hepimizin tanıdığı, bildiği birkaç ismin akrabalarından örnekler vererek bu kişilerin casusluk faaliyetlerinde bulunduğunu belirtiyor. Bu isimlerden birisi, hakkında çok şey yazılan “Türk’ün Ateşle İmtihanı” adlı kitabında Atatürk aleyhine yazdığı bölümleri bizzat kendisi sansürledikten sonra yayımlatan ve “Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye” gibi önemli eserlerin de altında imzası bulunan Halide Edip Adıvar’ın eşi, Adnan Adıvar’dır. Türkiye’nin sistematik istihbarat ağını kuran Adnan Adıvar’ın kendi kurduğu ağ tarafından takibe alındığını belirten Altındal, bu bilgileri bizzat Halide Edip Adıvar’ın, 1961’de kendisine anlattığını not ediyor.
   

Diğer bir isim “Halikarnas Balıkçısı” mahlasıyla tanıdığımız Cevat Şakir Kabaağaç’ın kardeşi Suad Şakir Kabaağaç’tır. Altı yabancı dil bilen Suad Şakir Kabaağaç’ın eşinin Fransız asıllı olduğunu, “Harika” adıyla tanınan bir kadın ajanı yönlendirdiğini ve II. Dünya Savaşı sırasında İstanbul’un güvenliğinin ondan sorulduğuna dair bilgiler aktarıyor. Pop şarkıcısı Ajda Pekkan’ın bir dönem aşk yaşadığı, Cömert Baykent’in de casusluk faaliyetlerinde bulunduğuna değinen Altındal, 1994’te “Bilinmeyen Hitler” adlı kitabına çalışırken bu bilgilerin kendisine ulaştırıldığını belirtiyor. DP’ye yakın bir ismin kendisini telefonla aradığını ve “Tochka Opori” operasyonuyla ilgili olarak “Cömert Baykent ile düşen bir MİG-29’un tüm plan ve aksamlarını, Vietnam’dan kaçırarak Ankara’daki ABD’lilere iletilmesini sağladık.” bilgisini verdiğini yazıyor. 1970’li yılların Playboy’u Cömert Baykent’in, istihbarat örgütleriyle bağlantısının boyutunu bilmiyoruz. Ancak ilk başta bu duyuma inanmadığını fakat söz konusu kişiye sorular sorunca olayın tüm ayrıntılarını öğrendiğini belirtmekle yetinen Altındal, DP’ye yakın dediği kişinin kim olduğunu ve hadiseyi neden kendisine anlatma ihtiyacı duyduğuna dair herhangi bir bilgiyi paylaşmayarak konuyu netleştirmekten kaçınıyor.

Ünlü Türk Casus Erje Ayden 
 

Ünlü Türk casus yazar Erje Ayden’ın gerçek adı Ercüment Aydıner’dir. DP Konya Milletvekili Hidayet Aydıner’in oğlu, Türkiye’nin 5. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın da kuzenidir. ABD’nin New York şehrine 1958’de eğitim için gitmiş ve bir yandan mezar kazıcılığı, fedailik, dublörlük ve garsonluk gibi işlerde çalışırken diğer yandan da kitaplar yazmıştır. Başta Rus istihbaratı olmak üzer AB istihbarat örgütlerine çalıştığını yalanlamadığı gibi ajanlık yaptığını birçok defa itiraf etmiştir. Genel olarak casusluk ve otobiyografik romanlardan oluşan eserlerinde gerçek adını kullanmayan Erje Ayden, DP’li babasıyla karşıt görüşte olduğunu, AP’nin faşist eğilimli olduğunu, İnönü ile Ecevit’e güvendiğini Talat Halman’ın kendisiyle 25 Ağustos 1970’te Milliyet gazetesi için yaptığı röportajda açıkça dile getirmiştir. Bir hafta süren röportajda “Türkler, hürriyet aşığıdır. Türkiye sevgi, tebessüm ve söz hürriyetinin ülkesi… Ama düşünce hürriyeti henüz tam olarak gerçekleşmiş değil. Atatürk’ün, Falih Rıfkı Atay’a sorduğu bir soru daima hatırımdadır.-Beni yazıyorsun. Gecelerimi de yazabilir misin?- Yaşasın Atatürk! Kahrolsun demogoglar!” sözleriyle Atatürk, Türkler ve Türkiye hakkındaki düşüncesini de ortaya koymuştur. 
   

Kitapları milyonların üzerinde satmış, büyük ödüller almış ve okurun yalnızca “yazar-edebiyatçı” kimliğiyle tanıdığı yabancı yazarlardan Ian Lancaster Fleming, Frederick Forsyth, Henry Graham Grene, Roald Dahl, John le Carre, Dame Stella Rimington İngiliz gizli servisi M15 ile M16’ya, Ernest Miller Hemingway, George Orwell, Igor Sergeyevich Gouzenko Rus gizli servisinin atası NKD’ye, Jason Matthews, Peter Matthiessen ABD gizli servisi CIA’ya, Gordon Thomas ise İsrail gizli servisi MOSSAD’a çalışan yazar kimlikli casuslardır. Bu isimler arasında Ernest Miller Hemingway, John Le Carre gibi Kontr-espiyonaj (Karşı casusluk) yapanlarda vardı. Rus istihbaratına çalışan Türk casus Erje Ayden gibi günümüzde de farklı kimlikler altında emperyalizmin çıkarları için çalışanların olduğu kuşku bırakmayan bir gerçektir. 

 İnkâr ve Yalan, Casusun Namusudur
   

İstihbaratçılığını, yazar / gazeteci örtüsüyle kapattığını aleni olarak itiraf edenlerin dışındakilerin hepsi de ilk başlarda “Gizli servislerle işim olmadı” diyerek inkâr ve yalana başvurmuşlardır. Bu yöntem, tüm istihbarat örgütlerinin başvurduğu taktiklerinin başında gelir çünkü sistematik inkâr /yalan, istihbaratın yazılmamış yasasıdır ve casusun da namusudur. İstihbarat terminolojisinde Honey Trapping, yani “Ballı Tuzak” operasyonları da bu örgütlerin sıkça başvurduğu yöntemlerden birisidir. Kısaca kadın casusun dişiliğini, cinselliğini kullanarak erkek casusu tavlaması anlamına gelir. Böyle bir tuzağa maruz kalan Frederick Forsyth, 1970’li yıllarda Çekoslavakya’da M16 adına casusluk yaparken dönemin Çekoslavak gizli STB ajanları tarafından ballı tuzağa düşürülmüştü. Casusluk, ajanlık konusunda kalem oynatanların yarattığı karakterler, hiçte aklımıza gelmeyecek, tahmin edemeyeceğimiz kimliklerle karşımıza çıkmışlardır. Kimi zaman resmi, kimi zaman ise sivil olarak karşılaştığımız bu aktörlerin arasında edebiyatçı, yazar gibi farklı meslekleri olanlarda vardı ancak asıl önemli olan bu karakterleri yaratanların da aynı zamanda farklı kimliklerle istihbarat örgütlerine çalışmış olmalarıydı. Kuşkusuz istihbarat örgütlerine çalışan ajanlar, casuslar yalnızca yazar veya gazeteci kimliğini kullanmıyorlar. Yerli Amele Teşkilatı ajanı Bezna’dan, İngilizler ile Araplar arasında İngilizler lehine casusluk yapan Lawrence’ye ve Normandiya çıkartması da dâhil olmak üzere tarihin akışını değiştirecek pek çok sırrı yatak odasında saklayan, casusların en komiği Çiçero’ya kadar birçoğu casusluklarının üstünü farklı mesleklerle örtmüşlerdir. 
   

Konvansiyonel silahların yerini nükleer ve teknolojik silahlara, cephe savaşlarının düşük ve orta yoğunluklu çatışmalara bıraktığı günümüz dünyasında istihbarat örgütleri veya gizli servisler, her ülkenin kendi güvenliği için ciddi bütçeler oluşturduğu, kaynaklar harcadığı önemli bir kurumsal örgüttür. Devletin dış güvenlik ihtiyacından doğan ve tehlikeler karşısında devleti önceden uyarmak, tehditlere karşı önceden hazır olmasını sağlamak gibi iki temel görevi bulunan gizli servisler, II. Dünya Savaşına kadar diplomatik ataklar ve kanallar yoluyla faaliyetlerde bulunurken savaşın başlamasıyla önemi daha iyi anlaşılmış ve faaliyet alanları da genişletilmiştir. Sınırların bulanıklaştığı, dünya halklarının birbirine bağlandığı enformasyon ağı sayesinde bu örgütler, taktik ve yöntemlerine psikolojik manipülasyon, bilinçaltı mesaj (subliminal) vb. gibi algı operasyonlarını da eklerken aynı zamanda da karmaşık bir yapıya dönüşmüşlerdir. Taktiksel ve stratejik boyutuna baktığımızda ise ülke gündeminde veya günlük hayatta ya da siyasal alanda meydana gelen hiçbir olayda istihbaratın varlığını hissetmesek de aslında olan biten her şeye yön verenin istihbarat olduğu kuşku bırakmayan bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.