Yoksul bir Yahudi çiftçi yaşadığı sefaletten bıkınca köyün Hahamına gitmiş.
“Artık bıktım demiş, bu hayattan. Bütün yıl çalışıyorum, didiniyorum bir kuru ekmekten başka bir şey girmiyor boğazımdan. Kendimi geçtim, çocuklarımın üstündeki elbiseler yama tutmaz halde. Ev yıkık dökük. Su yok, elektrik yok. Bana bu sefaletle baş edebilmem için bir akıl ver.”
Haham köylüye ahırdaki hayvanları çıkarıp eve doldurması ve birlikte yaşamaları tavsiyesi vermiş. Adam şaşırsa da herhalde bir bildiği vardır diye sesini çıkarmamış; dediğini yapmış.
Aradan bir hafta geçmiş. Hayvanlarla yaşamak ne mümkün: Atı, eşeği evin altını üstüne getirmişler. Ev ahıra dönmüş. Köylü koşa koşa Haham’ın huzuruna varmış. “Olmuyor böyle hayvanlar her yere pisliyor. Evde oturacak sandalye, yatacak yatak kalmadı, her şeyi kemirdiler. Çıkan gazdan nefes alamıyoruz.”
Haham bu defa hayvanları evden çıkarıp gerisin geriye ahırlarına koymasını söylemiş. Köylü de sesini çıkarmadan dediğini yapmış.
Bir hafta sonra cemaat toplandığında Haham köylünün yanına gitmiş. Nasıl demiş, artık hayatından memnun musun?
Adam gayet memnun, yüzü güleç bir halde, kollarını göğe açıp halinden şükrederek “çok memnunum demiş, hayvanlar ahıra döndüğünden beri harika bir hayatımız var”…
Enflasyon, faiz, dolar kuru, işsizlik, geçim sıkıntısı, kira derdi değil Türkiye’nin iki meselesi var: Göçmenler ve köpekler.
Fakat göçmen meselesinin çözümü başıboş sokak köpeklerine çare bulmaktan daha kolay.
Çünkü göçmenler sadece dünyanın bu bölgesinde değil başka yerlerinde de köpekten daha aşağıdır.
Bakmayın siz liberaller ve solcuların sığınmacıları savunuyor görünmelerine. Bu söylemlerin hayatlarında hiçbir karşılığı yoktur.
Ama hayvan severler öyle mi? Hafta sonlarını bile köpek barınaklarında onlar için harcarlar. Bir yerde sokak hayvanı zehirlense soluğu orada alırlar, kampanyalar yaparlar. Ellerindeki avuçlarındakini onlar için harcar, gereğinde hayatlarını riske atarlar.
Bunu on beş yıl kadar önce Buenos Aires’in turistik bir semtinde bir Paraguaylının polis tarafından sokakta kurşuna dizildiğini gördüğümde anlamıştım. Komşu ülke Paraguay’dan gelen yoksul göçmenler Arjantin’de gaspçı muamelesi görürler. Ve böyle sokak ortasında güpegündüz öldürülürler.
Bırakalım Afganı, Pakistanlısı, Suriyelisini; eğitimli, beyaz ve sarışın herhangi bir Batılıdan farksız ve Hıristiyan Ruslar bile Avrupa’da aşağılanıyor, dışlanıyor.
Bertram Wolfe’nin “Devrimi Yapan Üç Adam” adlı eserinde okumuştum. Geçen yüzyılın başında Lenin sürgündeyken Avrupa’da dükkanların kapısında “Ruslar ve Köpekler Giremez” tabelaları asılırmış.
Hatta bir defasında Lenin o kadar öfkelenmiş ki bu dükkanların birinin kapısına tekmeyi vurup içeri girmiş: “Ben köpekten aşağılık Rus, Rustan da aşağılık komünistim” diye meydan okumuş.
Yani dün olduğu gibi bugün de göçmenler köpeklerden daha değersizdir.
Fakat keşke her şey şu yoksul Yahudi hikayesinde anlatıldığı kadar kolay olsa.
Her şeye rağmen insan, hayvan değildir.
Belki birkaç binini hayvanlar gibi bir yerlere tıkmak mümkün olabilir. Ama milyonlarca insanı taşımaya veya kapatmaya kalkarsanız bu mutlaka çok ciddi tarihsel sorunlara yol açar.
Sığınmacılar meselesinde siyasal sorumluluğun iktidarda olduğuna kuşku yok. Ama mecburen bile olsa evinizde kalan bir insan ya da hayvanla ilgili hiçbir sorumluluğunuzun olmadığını iddia edemezsiniz.
Dışlanmış ve yalıtılmış bu büyük kitlenin kaderine razı olmayacağını, başka biçimlerde, bu defa şiddet temelinde örgütlenerek geri geleceğini unutmayalım.
Daha şimdiden sınırımızda bir Peşaver yaratıldığını konuşuyoruz. Yıllardır Orta Doğu’daki terör hareketlerinin milyonlarca Filistinlinin kapatıldığı Suriye veya Lübnan’daki kamplardan beslendiğini unutmayalım.
Topyekün göndeririz, atarız tarzı söylemler daha büyük bir karmaşaya, savaşlara ve gelecek kuşaklara devredilecek tarihsel sorunlara kaynaklık eder.