Sevgili Okurlarım! 2017 Kasım ayında yazdığım bir yazımı bir defa daha sizlerin beğenisine sunmak icap etti. Yüzünün suyunu, astarını bırakıp, hiçbir zaman hatırlanacak güzel anılar bırakmayanlara.
Ve özellikle hayata ve olaylara karşı bir duruşu olmayanlara her zaman söylenen sözü Sabahattin ALİ;
"Varlığı bir boşluğu dolduracak mahiyette bir şey değildi, ama yokluğu muhteşemdi." cümlesiyle özetlemişti zaten.
Sizleri, GİDENLERE yazımla baş başa bırakıyorum!.
2011-2012 kış mevsiminin Ocak ayıydı. O zamanlar oturduğumuz apartmanın girişinde uzun bir ağaç vardı. Gölgesi, öğlen ve sonrasında güneşi dik alan salonumuzu serinletir, görüntüsü ve mevsim geçişlerindeki renk farklılığı oldum olası ağacı seven bana huzur verirdi. O kış çok sert ve rüzgarlı geçiyordu ki; Kars’ta doğup büyümüş beni Kocaeli şaşırtıyordu.
Hafta sonu başlangıcı olan bir gece, -tabi bizler memur mantığı, nöbetimiz yoksa genelde misafirlerimizi o günler ağırlar, saatlerce otururuz- misafirlerimizi yolculadıktan sonra (yine o zamanlar en büyük lüksüm olduğunu sandığım) çay ve sigara molası verip birazda haberlere bakmak için salona tam oturmuştum ki, dışarıda büyük bir gürültü koptu! Camdan baktığımda sokak lambası yanmıyor göz gözü görmüyordu. Rüzgarın şiddetini de hesaba katarak, “bir yerlerde çatı uçmuştur.”
Diye düşündüm. Bir kaç zaman sonrada uyudum. Sabah uyandığımda çocukluğumuzun alışkanlıklarından olan hafta sonu sıcak ekmekle kış kahvaltısı yapmak için hemen giyinip, alışıla gelmiş kişisel işleri yapıp dışarı çıktığımda, gürültünün nedenini o apartmanda oturanlardan ilk anlayanlardan birisiydim. Bizim o uzun, heybetli, boyuyla beş katlı apartmanın yarısını geçen güzelim ağaç rüzgarın şiddetine dayanamayıp devrilmişti. Ve girişi kapatmıştı. Çok üzülmüştüm. Bu birebir yaşadığım ve bir ağaç için üzüldüğüm ikinci olaydı. -Zira, Orman yangınları veya doğayı ve ekolojik Sistemi negatif etkileyen doğa olaylarında da aynı üzüntüyü yaşarım.-
İlki sanırım 1988 veya 1989 yıllarının birinde Kars’ta yaşayanlar bilir yaz mevsiminin vazgeçilmezi her hafta sonu ailelerle gidilen pikniklerden birisinde; ve bizler hala bazen aramızda “kır gezmesi deriz.” Uzun genç bir Sarıçam cinsi ağacının balta ile ve çocukça işgüzarlıkla sırf iş olsun diye, Allah kabrini nurla doldursun, çok sevdiğim ve beraber büyüdüğümüz bir arkadaşım tarafından kesilmesidir. Her hatırladığımda çok üzmüştür beni. Her neyse, biz sabah kuşu apartman sakinlerinden oluşan bir kaç kişi, sokaktan geçenlerin yardımıyla da, kuvvet birliği ve aynı anda güç uygulayarak tonluk ağacı sürükleyerek yolumuzu açtık.
Oldum olası ağaç, rüzgar, nasip ve kader arasında hep bir bağ kurarım.
Toprak, bitki, ağaç ve doğa konularında bildiğim şeyleri öğrendiğim.
Arazi görevlerinde, gözümü açtığımdan okula başlayana kadar beni gittiği her köye, ilçeye, göreve götüren, balın, peynirin, ekmeğin ve insanın ayarının nasıl tespit edildiğini öğreten, İyi bir adam ve ziraat teknisyeni olan babam derdi ki:
Yüce yaradan nasibini kesmediği yaprağı dalından ayırmaz ama;
Yaprağında bir mevsimi vardır.
Ve her şey mevsiminde güzeldir.
Yaprak, yeşerir, sararır, kurur, belki ufak bir esinti ile toprağa düşer.
Peki biter mi?
Hayır!
Nasibinde varsa toprakta kalır, yine beslendiği toprağa fayda sağlar ve gübre olur. Bazen düşmez ağaç üzerinde çürür ve kurtlanır ve ağacın kurtlanıp çürümesine neden olur.
Yada ateş olur, sonra duman! Veya çöpçüler tarafından poşetlenip boş bir arazide yakılır.
İşin özü:
Toprak, hayattır. Yaşamdır.
Ve yaşamda üç çeşit ağaç vardır.
Ağaç, insandır. Sağlamlığı ve toprağa tutunması elbette, fıtratı ve karakteridir.
Dallar insanın yaşam boyunca yaptığı işler ve aldığı görevlerdir. Budandıkça, topraktan aldığı güçle nasibi varsa boyu uzar.
Yapraklar, insanın yaşamı boyunca ürettikleridir, hizmetleridir. “Ve bar veren ağaç başını eğer.” Mütevazi olur yani.
Kiminin yaprağı geleceğe dönüktür, rüzgarın şiddetine karşı koyamasa da cesareti vardır, korkmaz! Belki narin bir Peri gibi yaşar görünür ama toplumsal düşünür. Ne olursa olsun ürettikleri ve planları ile bir zaman sonra işe yarar, toprağı yani yaşamını besler. İşte o ağaç toprağa daha güçlü bağlanır, şaşırtıcı bir şekilde kök salar. Rüzgara karşı Bir duruşu ve ruhu olur. Sarsılır, sallanır ama yine de yıkılmaz. Tutar dalını kırar ama yine de eğilmez.
Çünkü kökleri ve toprağı sağlamdır. Yok etmek için Ateş verir yakarsın, belki hemen değil ama zaman içinde yine topraktan aldığı güçle güneşe merhaba! Der.
Kiminin yaprağı ağacı gibi yaralı bir parmak sarmaz. Bencil ve korkaktır. “Aman, buradan düşmeyeyim düzenim değişir.” Düşüncesi ile çürür kurtlanır üstünde bulunduğu ağacı çürütür. Bir bakmışsınız koca gövdeli bir ağaç var heybetiyle ihtişamıyla göz boyar ama içi çürüktür. Küçük bir esintiyle yıkılır, çöker.
Bazısı ise işe yaramaz faydasızdır. ateş duman olup atmosferi kirletir.
Bizim apartmanın ağacının sorunu da, yaz kış yaprağını dökmeyip, toprağına gübre olamamaktı sanırım. Heybetiyle uzayan o ağaç, kuytuda esen bir rüzgarla yıkılıverdi.
Gölgesinden faydalandığımız ağacın haşmetine itibar etmemek lazım. Zayıfsa, güçsüzse, içi boşsa yani düşük ayarlıysa küçük bir esintide üzerinize yıkılıverir ve altında kalırsınız!
Köklerinizle hayata tutunmanız dileği ile.
KALIN SAĞLICAKLA!.