1966’dan 2016’ya kadar 50 yıllık bir süre zarfında FETÖ yaptığı zamana dayalı sinsi çalışmalarla tüm devlet bürokrasisinde ve toplumda paralel bir devlet olarak örgütlenmiş, 15 Temmuz 2016 günü ise TSK’daki varlığı aracılığı ile anayasal düzeni yıkıp yerine yetkisini halktan almayan, bir kişi ve zümreye dayalı diktatörlük kurma saikiyle hareket geçecek güç ve cürete ulaşmıştır.
50 yıllık FETÖ örgütlenmesinin; batılı istihbarat birimlerinin, sosyal bilimcilerle birlikte yaptığı bilimsel çalışmalarla ülkemizi canlı bir laboratuvar olarak kullandığı artık anlaşılmıştır.
Batılı istihbarat ve sosyal bilimcilerin bu yöntemi tıptan ödünç alınan bir kavram olan ‘infiltration’ olup sözlük anlamı süzülüp, sızıp içeri girmek askeri kavram olarak ise anlamı düşman hatlarının gerisine gizlice girmek demektir. Tıpta ise ‘infiltration’ bir mikrobun ya da bir kanser hücresinin vücudun en yaşamsal bölgelerinin tüm hücrelerine girmesi ve bünyenin ‘en kılcal’ noktalarına dahi yayılmasını anlatır. Bu noktadan sonra hastanın mikroplardan arındırılması çok zordur. FETÖ örgütünün ilk yayın organı olan derginin adının ‘Sızıntı’ olmasının bir tesadüf olmadığı da artık anlaşılmıştır.
Sun Tzu’nun ifadesiyle düşmanını tanımayan onu yenemez. Tehlikenin tamamen bertaraf edilmesi için öncelikle düşmanın doğru teşhis edilmesi gerekir. FETÖ örgütlenmesi Konvansiyonel hiçbir örgütle karşılaştırılamayacak asimetrik ve sofistike bir örgütlenmedir. Örgütlenmesinin odak noktasını ‘Komparmantasyon’ teşkil etmektedir. Aslında bir psikoloji terimi olan kompartmantasyon birbiri ile çatışan farklı ruh hallerinin bir arada yaşayabilmesine ve ortak bir amaca yönelmesine rasyonel bir olanak sağlar.
Bir metafor ile anlatacak olursak; yüzlerce arı kovanından oluşan bir yapıyla karşı karşıyayız. Her bir kovanda yani kompartmanda sayısı onlar ile ifade edilen Çıta ve her bir çıtada sayısı binler ile ifade edilen petekler mevcuttur ve her bir arı önceden belirlenmiş olan kendi peteğine çalışmaktadır. 15 Temmuz 2016 sonrası FETÖ’nün bazı yapılanmaları deşifre olmuştur. Ancak kamuoyunda dikkatler ve tartışmalar bir çıtadaki tek bir peteğin faaliyetini bu örgütün tüm faaliyeti olarak değerlendirme eğilimine girmiştir. Bu eğilim üzerinden gidilirse sorun eksik ve yanlış teşhis edileceğinden örgüt ile mücadelede doğru tedbirler alınamayacaktır. Biraz geri çekilip kovanların tamamını yani büyük resmi görmek ve analizleri bunun üzerinden yapmak gerekecektir.
Her ne kadar 17-25 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2016’dan sonra FETÖ ile mücadele devletimiz tarafından başlatılmış ise de eksik ve yanlış teşhisten kaynaklı olarak mücadelede bir standart ve kesin sonuç alacak hamleler yapılamamıştır. 15 Temmuz 2016 günü anayasal düzeni yıkmak için harekete geçen FETÖ ve dış destekçileri Türk milletinin müdahalesiyle püskürtülmüş ancak kesin yenilgiye uğratılamamıştır. Carl Von Clausevitz’e göre savaş birbirini izleyen bir çok muharebeden oluşur. Bir muharebenin kazanılması veya kaybedilmesi savaşın kazanıldığı veya kaybedildiği anlamına gelmez. Zafer düşmanın savaş iradesinin yok edilmesidir. 15 Temmuz gecesi düşman püskürtülmüş ancak savaş iradesi yok edilememiştir.
FETÖ’ye karşı yapılacak harekat akciğer veya kalp nakli gibi hassas bir müdahaledir. Ameliyatta kullanılacak aletler ve ameliyatı yapacak kadro bu müdahale için etkin ve yetkin olmalıdır. En hassas neşterler ve bilgi birikimi ve iradeye sahip kadro yerine kazma ve bilgi birikimine sahip olmayan kişilerle yapılacak bir müdahale hastayı tedavi etmeyeceği gibi ameliyat masasında bırakacaktır.
Bu mücadele başladığından beri devlet ve millet olarak olağanüstü bir dönemden geçmekteyiz. Ancak bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti devlet olmanın gereği olarak bu olağanüstü dönemde dahi mücadelesini Hukuka uygun olarak ve kesin sonuç alacak şekilde yapmak zorundadır. Bunun için devletin ve toplumun tüm kılcallarına infiltre olmuş, konvansiyonel olarak tanımlanamayan örgütü tanımlayabilmek, devlete ve toplumsal hayata kalıcı bir hasar vermeden devleti ve toplumu arındırmak ve eldeki sınırlı güçleri etkin ve optimal kullanabilmek için; devletin ve milletin mücadele iradesini yansıtacak, bu örgütün eksiksiz teşhisini yapacak bilgi birikimine sahip olan, örgütün yok edilmesinde kesin sonuç alacak hamleleri tespit edip uygulayacak ve uygulattıracak, tüm devlet kurumları arasında mücadeleyi koordine edecek ve bunları hukuki bir zeminde yürütecek bir organizasyona ihtiyacın elzem olduğu görülmektedir.
Yalnız şu tehlikeyi de göz önünde bulundurmak zorundayız. 28 Şubat sürecinde hükümete meşru olmayan bir müdahalede bulunulmuş bu müdahale sonucu Milli Güvenlik Kurulunda alınan kararların uygulanmasını takip ve kontrol etmek için Başbakanlığa bağlı Başbakanlık Takip Kurulu kurulmuştur. Bu Kurul’un bizim baktığımız tarafı devlet tarafından alınan kararların yukarıdan aşağıya doğru uygulanmasının takibidir. Bu kurul aldığı kararların yanlışlığı bir yana çalışmalarını FETÖ tarafından ele geçirilen kurumlar eliyle yaptığı için FETÖ’nün yönlendirmesiyle pek çok masum zarar görmesine sebep olmuştur. FETÖ ile mücadele için bu kez doğru niyetlerle Başbakanlığa bağlı böyle bir teşkilat kurulması mevcut hükümeti yıpratmak için FETÖ ve diğer hasım örgütlere malzeme vermek anlamına da gelecektir. Bu hassas dönemde mücadelenin maddi ve manevi unsurları iyi düşünülerek hazırlanmalıdır.
Maalesef ki istihbarat kurumlarımızın sinsice çalışan bu örgüt tarafından etki altına alındığı, örgütün yaptığı faaliyetleri meşru iktidara bildirmek bir yana örgütün faaliyetlerini istihbarat kurumları mensupları vasıtasıyla yürüttüğü ortaya çıkmıştır. İstihbarat kurumlarımız devlete ve anayasal düzene sadakati şaibesiz olan liyakat sahibi kişilerle tekrar baştan dizayn edilmelidir. Çünkü FETÖ ile mücadelede her ne kadar üst kurul kurulursa kurulsun; üst kurulun belirlediği konular ve ilkeler bu istihbarat kurumları eliyle yürütülecektir. 15 Temmuz sonrası bu kurumlarda belli bir temizlik yapılmıştır ancak bir kova suya karışan bir damla mürekkebin suyu bulandırdığı gibi FETÖ ile mücadelede onlarca doğrunun arasına karıştırılacak bir yanlış toplumda mücadeleye olan güveni sarsacak, hükümete karşı olan memnuniyetsizler kitlesini artıracak ve güçlendirecektir. Daha önce başarısızlığı sabit olan ve soru işareti taşıyan kişilerle bu mücadele yürütülemez.
Toplumun ve devletin tüm kılcallarına kadar örgütlenmiş, stratejik kurumlarda yapılanarak devletin zor kullanma aygıtlarına neredeyse hakim hale gelmiş, halktan almadığı bir yetkiyi kullanan ve hiçbir sorumluluk taşımayan FETÖ örgütüyle mücadelede bize örnek olabilecek en güzel örnek II Dünya savaşı sonrası Almanya’da uygulanan, Alman Toplumun her katmanında, devletin ve toplumun kılcal damarlarına kadar örgütlenmiş olan Adolf Hitler’in Nasyonel Sosyalist partisiyle yapılan mücadeledir. II Dünya Savaşı sonrası Nasyonel Sosyalist parti ile mücadele için ‘Toplumu Nasyonel sosyalizm ve militarizmden arındırma’ kanunu çıkarılmıştır.
Çıkarılan bu kanun incelendiğinde kanunun Nasyonel Sosyalizm ile mücadeleyi bilimsel ve hukuki bir zeminde ele aldığı görülmektedir. Gayet ayrıntılı olarak hazırlanan bu kanunla kurulan Kurul Nasyonel Sosyalizm ile mücadele ilkelerini oluşturmuş, nasyonel sosyalizm suçu tanımlanmış, nasyonel sosyalist parti üyeleri derece derece beş ayrı kategoriye ayrılmış her kategori ayrıntılı olarak tanımlanmış, toplum, basın, politika, kültür, ekonomi, eğitim ve hukuk alanlarında komiteler kurulmuş, bu komitelerde çalışacak kişilerin nitelikleri yine ayrıntılı olarak tanımlanmış, ihbar, çalışma, inceleme ve uygulama yetkileri belirlenmiştir. Kurul en yüksek kamu gücünü uygulanması ve uygulattırılması gücüne sahiptir. Kurul ayrıca idari olarak Nasyonel Sosyalist Parti üyelerinin devlet memuriyetinden el çektirilmesi, adli suç gördüğü yerlerde ilgili makamlara suç duyurusunda bulunma, kanunda tanımlanan suçlarla suçlananların rehabilite sürecini takip etme ve rehabilite edilenlerin rehabilite olup olmadığına karar verme yetkilerine sahiptir.
Ülkemizde de FETÖ ile mücadelede bu kanun incelenerek bu kanun ile kurulan kurul model alınmalıdır. Çünkü FETÖ örgütü de Nasyonel Sosyalist Parti gibi devletin ve toplumun tüm kılcal damarlarına kadar sirayet etmiştir. Bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti devleti mücadeleyi böyle bir kanunla hukuki zemine oturtacak, mücadele edilecek örgütün ve mücadelenin içeriğini ayrıntılı olarak tanımlayacaktır. Böyle bir kanun mücadeleyi şahsi mizaçların elinden kurtaracak, mücadeleye bir standart ve devamlılık getirecek, örgütü yok edecek yüksek değerli hedefleri belirleyecek, zamana hassas konularda müdahalede bulunabilecektir. Yukarıda ismi tek tek sayılan komitelerde konusunda uzman kişilerin istihdamı ile diğer devlet kurumlarını harekete geçirecek ve hassas hedefleri gösterecektir.
Mehmet Fatih Eryılmaz