EY YÖNETENLER, EY MUHALEFET EDENLER SORUN DEĞİL, ÇÖZÜM ÜRETİN!
Temel bir gün Almanya’ya gider. Canı sıkılır ve arabayla dolaşmaya çıkar. Otobanda dolaşırken radyoyu açar ve müzik dinlemeye başlar. Bir süre sonra müzik yayını kesilir ve acil uyarısıyla bir anons yapılır.” Dikkat, dikkat, otobanda bir araç ters yönde ilerlemektedir!” denir. Temel de kızarak “Ne biri, hepsi, hepsi!” der.
Türkiye’nin durumu, yukarıdaki fıkranın kahramanı Temel’in durumu gibi. Türkiye’yi yönetenlerin de, muhalefet edenlerin de, milletin de ne yöne gittiği belli değil!
Halk olarak tamamen tersimiz çıkmış durumda. Özellikle sabit gelirli, fakir ve orta seviyede bulunan, ucu ucuna geçinen, geniş halk toplulukları ne yapacağını şaşırmış durumda.
Her kafadan bir ses çıkmakta, bilen de bilmeyen de konuşmakta, bu yüzden biz de millet olarak kime, neye inanacağımızı şaşırmış durumdayız. Hatta, kimin doğru, kimin yalan söylediğinin bile belli olmadığı bir zamandayız.
Ülkeyi yönetenler, her şeyin güzel gittiğini, ülkenin geliştiğini, çağ atladığını söylüyor. Millet olarak biz de bu güzel sözlere inanıp rahat bir şekilde, çarşıya pazara iniyoruz.
Amanın, o da ne? Sebze, meyve, et, tahıl ürünleri başta olmak üzere tüm gıda ürünlerinin fiyatlarının ikiye, üçe katlandığını görüyoruz. Bir kilo patatesin üç-dört liraya, domatesin dört-beş liraya, kuru fasulyenin on liraya, nohutun altı-yedi liraya, mercimeğin dört-beş liraya, elmanın üç-dört liraya,sütün iki liranın üstünde bir fiyata, ekmeğin bir liraya satıldığını görüyoruz.
Bu örneklerin yüzlercesini daha verebiliriz. Zaten milletimiz, bunları her gün görüyor ve bu zalimce fiyat artışına, vurguna inanamıyor, ne yapacağını, nasıl tepki göstereceğini de bilemiyor.
Bu artışın, vurgunun her türlü tüketim ürününde yüzde yüzün üzerinde olduğunu görüyor, yine bir anlam veremiyor. Çünkü, yıllık enflasyonun yüzde yedi civarında olduğunu ve kendi maaşına bu oranda zam yapılacağını biliyor.
Elektrik, su, gaz faturalarının geçen yıla göre, yüzde ellinin üzerinde arttığını görüyor. Bu nasıl bir iştir, diye kızıp sorduğunda ise başta kış şartları olmak üzere, iç ve dış düşmanlara kadar varan binlerce mazeret duyuyor.
İyi de kış, sadece bu yıl yaşanmadı ki geçen yıl da ondan önce de kış yaşadık ama vurgun ölçüsüne varan bu fiyat artışlarını bir kaç mal dışında hiç bir zaman görmedik, yaşamadık.
İşin tuhaf olan başka bir yönünü de, televizyonlarda görüyor, gazetelerde okuyoruz. Üreten çiftçi, bin bir çile ile yetiştirdikleri ürünlerinin para etmediğini,yaptıkları masrafı bile karşılayamadıklarını söylüyor. Ürünün kendilerinden elli altmış kuruşa alındığını, büyük şehirlerde ise üç- dört liraya satıldığını, yana yakıla anlatıyor.
Bu nasıl bir iştir? Üreten şikâyetçi, tüketen çok ama çok şikâyetçi! Bu vurgunun nedeni nedir? Niçin aracılar bu kadar fahiş fiyat artışı yapabiliyor?
Bunu sorduğunuzda ise, karaborsacılık, fırsatçılık, spekülatifçilik hatta “komplo” teorileri ile karşılaşıyoruz. Ama çözüm ne, bu vurgun nasıl engellenir, onu kimse söylemiyor.
Dedikleri doğruysa, bizi yönetenlerin bu karaborsacılara veya son dönemde moda olan ifadesiyle,spekülatörlere (vurgunculara),komploculara engel olması gerekmez mi?
Bu komplo teorilerini, fırsatçılığı sadece gıda veya tüketim alanında değil, hayatımızın her safhasında yaşamaya başladık.
Siyasette de durum pek farklı değil! Yerel seçimler öncesi, ülkemiz tam bir kaosa sürüklenmeye çalışılmakta; usta yazarlarımız, büyük siyasetçilerimiz hatta çok başarılı devlet adamlarımız kendi konumlarını, çıkarlarını düşünmeden milletin yanında saf tutmaktadırlar. Garip gurabayı düşünerek yazmakta, çizmekte; birilerine hak vermekte, birilerini suçlamaktadırlar.
Yani hepsi, yine kendince çok haklı, çok doğru ve çok başarılı olduklarını; millet için gece gündüz demeden fedakârca çalıştıklarını söylemektedirler(!).
Peki, sonuç ne?
Kimin eli, kimin cebinde belli değil. Dolar, Avro, bilmem kaç para olmuş, bilmem kaç milyar dolarlık ekonomik kayıp yaşanmış. Yani sonuç, millet için her anlamda acı, sıkıntı ve fakirlik olmuş.
Birkaç cılız sesin dışında kimse, “Bırakın, boş işleri, kavga etmeyi, suçlamayı, komplo teorilerini...” demiyor. Çünkü, bu toz duman, Türk milleti hariç herkesin işine geliyor. Herkes, bu kargaşada kendi gemisini yüzdürmenin daha kolay olacağını biliyor.
Böylece yönetenler, üretmekten, yeni fikirler üretmekten, plânlama yapmaktan, sorunları çözmek için gece gündüz çalışmaktan, hesap vermekten, sorumluluktan, hedef olmaktan kurtuluyor; muhalefet edenler ise yattıkları yerden kalkmadan, yeni kalkınma, gelişme plânları yapmadan, kendi çıkarlarına zarar vermeden yönetenleri eleştirmiş, yıpratmış oluyor. Yani, bir tür danışıklı dövüş veya dostlar alışverişte görsün oyunu.
Ne güzel dünya değil mi? Bu toprakları kendi canından aziz bilip kendisinin ve çoluk çocuğunun boğazından haram tek lokma geçmesin diye uğraşan, canını ve malını, gözünü kırpmadan feda etmeye hazır bir Türk milletinin yanında; ister yöneten, ister muhalefet eden olsun, sahip olduğu konumu, menfaati yitirmemek için her şeyi yapan, yapabilecek bir kesim...
Hiçbir ülke böyle yönetilmez, yönetilemez. Bu yüzden kavgayı, kısır çekişmeyi bırakıp gelişmeye, Türk milleti ve Allah rızası için çalışıp gerçekten üretmeye başlayalım. Böylece, ülkemizi ters yönden çıkarıp kendi yolumuzda, kazasız, belasız, güven içinde yol alabilelim.