Dün gece saat 21.30 sularında ajanslara düşen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun istifa kararı son dönemde CORONA VİRÜSÜ dışarısında hiçbir şeyin konuşulmadığı Türkiye’nin gündemine bomba gibi düştü…
Kimsenin beklemediği bu şok edici gelişme sonrasında ben dahil olmak üzere pek çok kişi Soylu’nun çok büyük tepki çeken sokağa çıkma kararı konusunda ilk açıklamasında yapmış olduğu “Cumhurbaşkanının onayı ve talimatı ile yaptık” sözlerinin buna sebep olduğu yorumunu yaptık.
Bu yorumu yapmakta çok haksız da sayılmazdık zira geçmişte bu olayın bire bir benzeri bir durum yaşanmıştı…
Hatırlayacaksınız 17/25 Aralık sürecine ismi karışan dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar televizyona çıkarak “Ne yaptıysam Başbakan’ın (Erdoğan o dönem Başbakandı)talimatı ile yaptım” demiş, sonrasında arka arkaya özürler dilese de bu özürler kendisinin siyasi hayatının sona ermesinin önüne geçememişti.
Lakin Süleyman Soylu’nun istifasının Erdoğan tarafından kabul edilmemesi, konu hakkında bundan çok daha derin bir analiz yapılması gerekliliğini gösterdi….
***
Bu analizi yapmadan önce 2 önemli “TEMEL TESPİT” yapmamız gerekmekte…
Bunlardan ilki AKP kültüründe ve Erdoğan’ın şahsi siyasal mizacında “İstifa” gibi aslen tek taraflı bir müessese olan bir durumun dahi “Liderden” onay almadan gerçekleşmesinin mümkün olmayacağı, eğer “Liderin” onayı olmadan bir “İstifa” söz konusu olursa bunun “Siyasi bir başkaldırı” ve “Muhalefet bayrağı açma” olarak konumlandırılacağı gerçeğidir.
Neticede Erdoğan’ın “Onayı” olmadan istifa eden Abdüllatif Şener,Ali Babacan,Ahmet Davutoğlu,Emin Şirin gibi siyasi figürler günün sonunda Erdoğan’ın “Muhalifi” olarak konumlanmış ve AKP tarafından da “Hain” ilan edilmişlerdir.
İkinci temel tespit ise Süleyman Soylu ile ilgilidir.
Soylu –beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz bu çok ayrı- AKP içerisinde kendisini diğer tüm siyasi figürlerden ve bakanlardan ayıran özelliklere sahiptir.
DYP İstanbul İl Gençlik Kolları Yönetim Kurulu üyeliği,25 yaşında DYP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanlığı, DYP İstanbul İl Başkanlığı, DP Genel Başkanlığı yaparak tıpkı Erdoğan gibi siyasete en alt kademeden başlayıp tüm kademelerde bulunmuş,bir parti genel başkanlığı yaparak “Ülke yönetmeye” talip olmuş,miting ve hitabet tecrübesi kazanmış bir siyasetçidir.
Ve tüm bunlardan daha önemli olanı ise Süleyman Soylu’nun AKP’de başka hiçbir bakanda olmayan şekilde “Halkta karşılığı olan” ve “Sadece kendi şahsına ait özel bir oy kitlesi bulunan” yegane isim olmasıdır.
İşte tüm bu özellikler, süreç içerisinde Süleyman Soylu’yu AKP içerisinde “imtiyazlı” ve “Özerk” bir bakan haline getirmiştir. Ve yine işte bu özellikleri sebebi ile yaklaşık 2 yıldır hemen hemen her mecrada biz AKP içerisinde yaşanan Berat Albayrak-Süleyman Soylu çekişmesinde Albayrak’ın Soylu’yu tasfiye etmeye gücünün yetmeyeceğini, Soylu’nun Albayrak’a “2-3 beden büyük geleceğini” ifade ettik.
***
Bu 2 temel tespitin ışığında konuya yaklaşmak gerektiğinde ise karşımıza çok daha büyük ve komplike bir tablo çıkmakta…
AKP’de yerel seçimler ile başlayan ve durdurulamayan kan kaybı süreci, Davutoğlu ve Babacan’ın parti kurması ile birlikte daha da artarken kötü yönetilen ve pek çok skandalı,sorunu beraberinde getiren CORONA SALGINI süreci AKP’deki “Kan kaybını” hızlandırarak “Çözülme” sürecine doğru evrilmesine sebep olmuştur.
Bu noktada CORONA SALGINI nedeni ile çok daha derinleşen ekonomik kriz sonrası kitlesinin altından kaymaya başladığını Erdoğan da görmektedir.
AKP seçmeni içerisinde bulunan ve “şehirli seçmen” olarak niteleyebileceğimiz, kör ideolojik saplantı içerisinde bulunmayan,konjoktürel çıkarı gereği AKP’ye oy vermekte olan yaklaşık %10’luk bir seçmen “Arayışa” girmeye başlamış, AKP’den koparak kurulan Davutoğlu’nun Gelecek Partisi ve Babacan’ın DEVA Partisi bu “Muhafazakar-milliyetçi” ama arayışta olan seçmen kitlesi için gidebilecekleri yeni bir adres olarak belirmiştir.
Hatta İYİ PARTİ’nin dahi bu arayış içerisindeki seçmen için yeni bir alternatif olması mümkün gözükmektedir.
%50+1’i dayatan yeni sistem de %1 oyun dahi çok büyük önem taşıdığı aşikar biçimde önümüzde durmaktayken, AKP İÇİN %10’luk bir kayıp “İKTİDARIN KAYBEDİLMESİ” ile eş anlamlıdır ve büyük bir tehlikedir.
İşte tam da bu sebeple Erdoğan’ın partisinden “kayması muhtemel” milliyetçi muhafazakar seçmeni partisi etrafında konsolide edecek, bu seçmeni AKP’ye bağlı kalmaya ikna edecek kendisinin yanında güçlü bir milliyetçi-muhafazakar siyasi profile ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaç her zamankinden çok daha “Hayatidir”
İşte yazımızın başında yaptığımız “Temel tespitlerde” belirttiğimiz üzere bu güçlü milliyetçi-muhafazakar profil Süleyman Soylu’dur ve Soylu en azından şu an için Erdoğan için “VAZGEÇİLMEZ” bir pozisyona gelmiştir.
Zira Süleyman Soylu’nun etki alanı sadece AKP tabanı ile sınırlı değildir.
Soylu merkez sağ ekolün geçmişteki iki önemli temsilcisi ANAP ve DYP’nin bugün AKP’ye oy vermeyen kesimlerine de, MHP’nin tabanına da ve hatta bir kısım İYİ PARTİ tabanına da ulaşabilmektedir.
Yani sadece “Oy kaymasını önleyici” değil başka parti tabanlarından “Yeni oy gelmesini” sağlayıcı özelliklere sahiptir.
Tam da bu nedenle Erdoğan yerel seçimler sürecinde il il Süleyman Soylu’yu “Sahaya” sürmüş,Soylu’nun halkta karşılığı olmasından ve miting/hitabet tecrübesinden maksimum derece faydalanmak istemiştir…
Erdoğan için Soylu kendi siyasi geleceğini devam ettirmek adına yanında tutması gereken bir dayanak kolonu haline gelirken o sokağa çıkma kararı tüm hesapları alt üst etmiştir.
Zira Erdoğan sokağa çıkma kararının bu şekli ile uygulanmasının doğuracağı sonuçları ön görememiş, halkın büyük tepkisi ise Süleyman Soylu üzerine yoğunlaşmış ve Erdoğan’ın kendi siyasi ikbali için “Güçlü tutmaya” özen gösterdiği Soylu’nun imajı yerle bir olmuş ve çok ciddi bir yıpranmışlık söz konusu olmuştur.
Bu süreçte AKP içerisindeki Berat Albayrak kontrolündeki PELİKAN GRUBU da sosyal medyada harekete geçip,ellerini ovuşturarak ve kendi oluşturdukları “Sözde” muhalif,Atatürkçü hesaplar üzerinden yaptıkları operasyon ile Soylu’ya son darbeyi vurmak için ellerinden geleni yapmışlardır.
Ancak Erdoğan işte tam da bu noktada devreye girmiştir.
Yazımızın başında yaptığımız “TEMEL TESPİTLERDEN” ilki olan “Liderden izinsiz ve habersiz istifa edilemeyeceği” gerçeği ışığında olaya yaklaşacak olursak sürecin şu şekilde işlediğini öngörmek mümkündür:
Erdoğan önce Süleyman Soylu ile görüşmüş ve Soylu’nun istifa etmesini bizzat “PLANLAMIŞTIR”…
Soylu’nun istifa metni burada dikkat çekicidir…
İstifa metninde tüm sorumluluğu üzerine alan Soylu bir yandan Erdoğan’a yönelen eleştirileri adeta bir paratoner gibi üzerine çekmiş, metne eklediği “Cumhurbaşkanımız beni affetsin” sözleri ile istifanın bizzat kendi kararı olduğu ve karardan Erdoğan’ın haberi olmadığı vurgusu yapılmıştır.
Ve metindeki “SADAKAT” vurgusuna dikkat edilmelidir.
İstifa 21.30’da açıklanırken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istifayı kabul etmediğinin duyurulması ise saat 23.52’de gerçekleşmiştir.
Zira Erdoğan, Soylu’nun halkta ve parti teşkilatında karşılığı olduğunu ve bu istifa kararına karşı Soylu’ya sahip çıkacak kitlelerin harekete geçeceğini gayet iyi bilmektedir.
İşte Soylu’nun istifa saati ile istifanın kabul edilmediğinin açıklanması esnasında geçen yaklaşık 2,5 saatlik zaman diliminde Erdoğan bilinçli ve planlı olarak sessiz kalarak bu kitlelerin Soylu’ya karşı bağlılığını ve karara tepkilerini gösterecekleri zamanı onlara vermiştir.
Erdoğan istifayı kabul ettiğini açıklasa kimse tepki gösteremez,kabul etmediğini hemen açıklasaydı Soylu’ya sahiplenme bu denli olmaz ve plan amacına yani Soylu’nun zayıflayan imajını yeniden güçlendirme hedefine ulaşamazdı. O 2,5 saatlik bekleme işte bu nedenle çok önemliydi.
***
İstifanın kabul edilmediğinin açıklanması ile birlikte Erdoğan’ın planının kendi için tasarladığı kısmının da hayata geçtiğini görüyoruz.
Erdoğan, Soylu’nun istifa metni ile birlikte sokağa çıkma yasağı ile ilgili tepkileri üzerinden atarak Soylu'ya ihale etti.
Bundan da öte Soylu’nun istifasını kabul etmeyerek kendi parti tabanına ve son dönemde partisi içerisinde daha fazla yüzeye çıkmakta olan çeşitli kliklerin güç savaşı mücadelesini yürütenlere “Tek karar verici de,tek güç de benim.İstersem güç veririm,istersem güç alırım.Benden izinsiz değil güç mücadelesi yapmak istifa dahi edemezsiniz” mesajını partideki en “Güçlü” siyasi figür olan Soylu üzerinden verdi.
Soylu’yu “20 YILDIR İLK KEZ SORUMLULUK ALIP MAKAMINDAN VAZGEÇEN”, makam değil hizmet sevdalısı,mağdur ama mağrur siyasetçi konumuna sokan Erdoğan böylece son derece yıpranmış olan Soylu’yu yeniden güçlü bir imaja kavuşturarak aslında yukarıda ifade ettiğimiz gibi kendi siyasi ikbali için gerekli olan çok önemli bir “Dayanak noktasını” korumayı bildi.
Yani bu işten “Kim kazandı?” sorusunu soracak olursak günün sonunda kazanan Erdoğan ve Soylu oldu…
***
Şimdi burada kritik bir durum var ve bu duruma bugün sosyal medyada gazeteci Mustafa Hoş dikkat çekti:
Soylu’nun istifasının kabul edilmediği saat 23.52’de duyurulurken, Soylu “Yola devam” temalı açıklamasını bu sabah saat 12.15’te yapıncaya kadar istifa metnini sosyal medya hesabını tuttu…
Bunun sebebi neydi?
Büyük bir olasılık ile Erdoğan bu plan sonrası Soylu’yu yeniden güçlendirirken Soylu’nun kendisini “Çok daha fazla güce sahip” sanarak ve arkasındaki kitle ve MHP desteğini görerek bazı sınırları aşabileceği ön görüsü ile Soylu ile bazı “SINIRLARI” netleştirdi…
İkincisi Soylu bu plandan maksimum karı elde etmek için kitle desteğini ve MHP desteğini de almışken Berat Albayrak ve ekibi ile ilgili bazı taleplerde bulunmuş olabilir…
Ama bu iki seçeneğin de “PAZARLIK” olarak algılanması mümkün değil zira ne kadar güçlü olursa olsun Soylu Erdoğan işle pazarlık yapacak konumda değil.
Bence Soylu’nun istifa metnini sosyal medyada tutmasının asıl sebebi,istifasının kabul edilmediğinin açıklanmasına rağmen “hala bir şeyler olabilir umudunu” kendi rakipleri üzerinde diri tutmak için bilinçli olarak uyguladığı bir taktik.
Soylu bu şekilde pusların içinde kendi rakiplerinin “Daha istifa metni orada duruyor, her an her şey olabilir” diyerek gece boyu ortaya çıkmalarını ve kimin nerede durduğunu görmek için son derece iyi bir fırsat yakaladı ve ortaya çıkan herkesin yerini de “tek tek not aldı”
***
Bu yaşanan gelişme daha çok su kaldırır ve bu istifa uzun süre perde arkası çok net olarak bilinemeyecek bir vak’a olarak siyasi tarihimize geçmiştir.
Ve Süleyman Demirel’in o meşhur sözünün haklılığı bir kez daha kanıtlanmıştır: ”SİYASETTE 24 SAAT BÜYÜK ZAMANDIR”
Hele de siyaset yaptığınız yer Türkiye ise…
Bundan sonra neler olacağını ise bize zaman gösterecek.
Bekleyeceğiz ve göreceğiz…