Kapitalizm ve Amerika’ya yarım asırdır kaderini bağlayanlar papazın ve doların ihanetine uğradı. Çareyi yine dolara ve papaza bağlayanlara hatırlatmak isterim: Irak’ta rejim yıkıldığı sırada depolar dolarla doluydu ve Venezuela’da Başkan Chávez’e darbe yapanlar arasında papazlar vardı.
Küresel bir patron olan Trump bile kapitalizme bizimkiler kadar güvenmiyordu ki başkan olur olmaz elindeki tüm imkanlarla korumacı önlemler aldı. Bu sırada Türkiye’de sermayeye sınırsız özgürlük tanınıyor, korumacılık akıllara bile getirilmiyordu. Bırakalım bir, iki yıl önceyi daha Mayıs ayında geminin batmakta olduğu ayan beyan ortaya çıkmışken bile halen piyasaya bağlılık yeminleri ediliyordu. Bu köşede yayımlanan 20 Mayıstaki yazımda, Cumhurbaşkanı Baş ekonomi danışmanı Cemil Ertem’i boşuna eleştirmedim. Ertem, felaketten önceki son dönemeçte halen sermaye hareketlerine serbestlik ve dalgalı kur garantisi veriyordu. Oysa kendisi de çok iyi biliyor ki aşırı borçlanmış, ödemeler dengesi sorunu olan bir ülke bu ikisini sürdüremez. Aradan iki ay geçti ve ancak bugün gereken önlemler alınmaya başlandı. Öyleyse nerde kaldı kurmaylık?
Küresel kapitalizm ülkeleri borç sarmalına sokup, tüm ekonomik dengelerini bozuyor. Sonra bu çöken ekonomileri “kurtarma” adına kendisine daha bağımlı hale getiriyor. Bu ülkeler on yıllık bir birikim süreci yaşıyorlar ve tekrar içleri boşaltılmak üzere krize düşüyorlar. Küresel kapitalizmin ve yeni sömürgeciliğin işleyişi basitçe budur. Bunda şaşılacak bir şey yok. Tabi eğer kapitalizmi bir Amerikan rüyası, herkesin sonunda zengin olduğu bir aşama olarak görmüyorsanız !
Şimdi herkesin sorduğu soruya dönelim: Erdoğan IMF’ye diz çöker mi? Son iki aydır başta Korkut Boratav hocamız olmak üzere Türkiye’nin IMF’ye gitme seçeneği bir zorunluluk gibi dillendiriliyor. Bu geleneksel “sağ”dan beklenen tek şeydir. IMF ile başlayanlar IMF ile bitirirler deniyor. Oysa Türkiye’de rejim tamamen değişti ve artık devlet aygıtına hakim bir iktidar var. Dolayısıyla iktisadi bir krizin devletin tepesinde siyasal bir depreme dönüşme olasılığı çok düşük. Kriz şüphesiz Erdoğan karşıtlarını güçlendirecektir. Fakat, daha önce Venezuela örneğinde açıkladığım gibi, IMF’ye hesap vermek zorunda olmayan bir iktidar her şartta halkın yarısının karnını doyurur ve %40’ının desteğini korur.
Diğer yandan artık “kazan-kazan” ve pazarlık dönemi sona ermiştir. Erdoğan son ana kadar bir anlaşmaya açık olduğunu göstermek için ABD’ye heyet gönderdiği sırada Trump Türk çelik ve aleminyumuna yüksek vergiler getirdi. Üstelik bunu adeta savaş ilan eder gibi tam da Bakan Albayrak ekonomi politikasını açıkladığı sırada yaptı. Türkiye bugün IMF’ye gitse alacağı cevap bundan farksız olmayacaktır. Emperyalizm pazarlık kapılarını sımsıkı kapattı. İstediği şey papaz değil, kapının önünde diz çökerek yalvarmamız.
Bir de şunu görmek lazım; emperyalizm açısından –papaz meselesi gibi- her olgu bir fırsattır. Mesela Trump Türkiye’yle çıkardığı bu krizi NATO’yu yeniden biçimlendirmek için bir araç olarak görüyor. Türkiye’yi atıp yerine Kolombiya, Ukrayna, Suudi Arabistan ve İsrail’i almayı planlıyor. Diğer yandan da NATO’nun mali yükünü Avrupa’nın sırtına yıkarak onları zayıflatmayı hedefliyor. Türkiye’nin mali çöküşünün Avrupa’yı sarsmasıyla beraber sermayenin bölgeden kaçışı başlayacak. Trump’ın kumarı salt Türkiye’ye değil tüm Avrupa bölgesine yönelik. Amacı ABD’yi küresel sermayenin tek merkezi haline getirmek ve İkinci dünya savaşı zaferi sonrası kurulan ABD dolarının egemenliğini yeniden tesis etmek. Ancak bu plan işlemeyecek ve sermaye daha güvenli bir üretim merkezi olan Çin’i tercih edecektir.
Erdoğan IMF’ye teslim olmayacaktır. Yapılacaklar bellidir. Anlaşılan hafta başı itibarıyla sermaye hareketlerine sınırlama getirilmesiyle de yapılmaya da başlanmıştır.