Yanlış yöntemle işe başlayanların doğru sonuca ulaşmaları oldukça zordur. Dünün değerlendirmeleri geçmişin gerçeklerine, bilgi ve düşünce yöntemlerine dayandığı için zamanı, mekanı ve algısı farklı olan bugünün gerek ve gerçeklerine uygun düşmez. Adeta her an yeniden doğan bir dünyaya karşı kendini yenilemeyen, sorgulamayan ve geliştirmeyen siyasi ya da sosyal hareketlerin kaderi etnografik malzeme olmaktır.
Bundan yirmi yıl önce eski Sovyet coğrafyasında solcu düşünürlere sordum:
“Sizce Sovyetlerin çökmesinin temel nedeni nedir?”.
Sol ve sosyalizm uğruna prangalar eskitmiş, şakaklarına ak düşmüş, aksakal unvanlı arkadaşların tekmili birden dünyanın iki numaralı süper gücü olan Sovyetlerin çöküş nedeni olarak;“Gorbacov’un emperyalizmin oyununa gelmesi ve liderlikte yetersiz kalması” olarak ifade edildi.
Israrla ideolojilerini, sistemlerini ve yapılarını eleştirmiyor ve eleştirilmesine de rıza göstermiyorlardı.
Yani onlar inanıyorlardı ki SSCB’ye bağlı on altı devlet, onca petrol yatağı, ikiyüzaltmış milyon nüfus, tankı, füzesi ve nükleer silah ile teçhiz edilmiş askeri gücü, yetişmiş binlerce bilim adamı, uzayda uyduları ve istasyonları dolaşan devasa bir ülke; Gorbacov’un yetersizliği ya da getirdiği “perestoriaka ve glasnost” yüzünden çökmüştür.
İçinde yetiştikleri totaliter düşünce tarzları onları bu şekilde bir değerlendirme yapmaya yöneltiyordu.
Sanki Sovyeterde halkı mutlu ve zengin, işletmeleri verimli ve etkin, özgürlüğü tam ve mükemmel olan bir siyasal sistem vardı da Gorbacov’un beceriksizliği ya da yetersizliği (!) bu sistemi çökertti.
Sosyal olayların nedenlerini tek bir şahsa, bir olguya ya da bulguya ya da kesin yargılara dayandırarak açıklamanın doğal sonucu bu tür değerlendirme yapmaya neden olmaktadır.
Newton ve Leibniz!
Günümüzde yapılan bilimsel değerlendirmelerde Newton yaklaşımı büyük ölçüde terk edilmiş, yerini Kuantum anlayışına bırakmıştır. Sanayi toplumunu yöntemi Newton iken bilgi toplumunun ki kuantum olmuştur. Bilindiği gibi bilim anlayışı en büyük zaferini Newton Fiziği ile kazanmıştı. Newton Fiziği, 20. Yüzyılın başlarına kadar evrenin doğal yasalarını açıklayan tek bilimsel gerçeklik olarak hükmünü sürdürmüştü.
Newton yöntemi, bilim ve evren egemen paradigması olarak kalmıştı. Newton'un dünyası kapalı, deterministik, indirgemeci, kesin ve objektif bilgiye dayanan bir sistemdir. Genelleyicidir ve bu sistem dışında bir bilgi kategorisini kabul etmez. Madde parçalandıkça hep aynı tür maddeler ile karşılaşılacaktır. Bu nedenle evreni tek bir model içerisinde matematiksel açıklamak mümkündür.
Leibniz ise, “niçin” sorusuna ve “zaman” unsuruna yer vermemekte, “nasıl” üzerinde odaklaşmaktadır. Sistemden sapmalar bir hata payı ya da kalıntı olarak değerlendirilmekte ve önemsiz görülmektedir. Buna göre evrenin belirli bir andaki görünümü hakkında kesin açıklamalar yapılabilecek ve öngörülerde bulunulabilecektir.
20. yüzyılın hemen başlarında fizik alanında Newtoncu evren Paradigmasının evrensellik iddiasını yıkan iki önemli gelişme olmuştur.
Görelilik ve Kuantum Kuramı!
Newton Fiziğinin zaman unsurunu dışlamasına, statik içeriğine ve kesin bilgi iddiasına karşılık yeni gelişmeler zaman unsurunu da hesaba katmaktadır. Kuantum Kuramı atomla ilgili nitelikleri türetmemekte, doğrudan doğruya atoma ait maddi özellikler üzerinde durmaktadır. Araştırmacı ile inceleme konusu arasında bir etkileşim öngörmekte ve gözlemciyi bilimsel araştırmanın bir parçası haline getirmektedir. Hâlbuki araştırma sonucu araştırıcının öznel durumuna göre değişmektedir. Böylece Varlık Felsefesi tarafından kozmostan dışlanan insan yeniden kozmosun bir parçası haline gelebilmektedir (Hübscher, 1980/91,140-141; Capra, 1991/199-200).
İnsanı kozmosun bir parçası olarak gören ve kozmosun bilgisinin insanın öznel durumuna bağlı olarak değişeceğini vurgulayan Görelilik ve Kuantum kuramlarında vurgu artık belirsizlik ve olasılık üzerindedir.
İnsanın dışında kalan, kesin, objektif, evrensel ve mutlak bir bilgi kategorisine yer yoktur. Maddeyi böldükçe sonsuza kadar aynı tür madde ile karşılaşılamayacaktır. Bir noktadan sonra madde kendisini oluşturan ancak kendisinden farklı özelliklere sahip olan partiküllere (kuanta) ayrışacaktır. Kuantum düzeyinde dünya karşılıklı neden sonuç ilişkileri olan bağımsız parçalara bölünemeyecektir; kuantum düzeyinde her şey çözülemez bir bütündür.
Öyleyse determinizme, indirgemeye ve kesin bilgiye dayanan Newton sistemi genellenemeyecektir. Bir partikülün belirli bir andaki konumu ise hiç kimse tarafından kesin olarak bilinemeyecektir. Bu varlık felsefesini yıkıcı bir bilimsel bulgudur (bkz. Ruelle, 1996/94; Leahey, 1980/35-36; Capra, 1991/226-227; Karsten, 1990).
Kuşkusuz düşünmekten yorgun düşmüş, eylemi öncelikleri arasında büyük bir yer tutan, fikir fakirliği çekenlere yukarıdaki ifadeleri ağır gelecektir. Onlar ifade edilenleri anlamlandırma sıkıntısı da çekeceklerdir.
Ancak düşünmeyi ve aklı kullanmayı yaşam tarzı olarak seçenlerin yorgun düşmeye, bilgisizliği sineye çekmeğe, felsefelerini ve yöntemlerini geçmişin verilerinden ibaret saymaya hakları yoktur. Bu anlamda olayları değerlendirirken Newtoncu ya da SosyalDarwinci kolaycılığın bir kenara bırakılması gerekir.
Türk düşünce adamları mevcut durumu ya da herhangi bir olgunun başarı ya da başarısızlığı tartışırken öncelikle soruna “kuantum” yaklaşımı çerçevesinden bakmaları gerekir. Bir yenilginin ya da bozgunun nedenini “günah keçileri” üreterek onların sırtına saranlar kendi kendilerine yalan söyleyenlerdir.
Ortada yapısal ve kurumsal bir sorun varsa doğrudan sistemin yapı ve kurumsal oluşumu sorgulanmalıdır. Yapısı sağlam bir kurum, yöneticisinin de hata yapmasına izin vermez. Önce teşhiste isabet sağlamak gerekir. Zira sorunu anlamak yarı yarıya çözmek anlamına gelir. Ancak teşhis için de doğru ve bilimsel bir yöntemle olayları sorgulamak gerekir.