Bedenimiz gibi zihnimizin de çocukluk, ergenlik, olgunluk ve yaşlılık dönemleri var. Yediklerimiz beden sağlığımızı olumlu veya olumsuz nasıl etkiliyorsa, okuduklarımız da zihin dünyamızı olumlu veya olumsuz etkiliyor. Bu yazımda sizlere zihin dünyamın gelişim ve değişim sürecini anlatacağım.
Gurbetçi ve dindar bir ailenin çocuğu olarak Almanya’da dünyaya geldim. Okul ve cami arasında geçti çocukluğum. Babam caminin dernek başkanlığını yaptığı için okul ve ev dışındaki zamanım hep camide geçti. Klasik bir din eğitimi aldım. Kuran okumayı öğrenmek, tecvit ile okumak, belli başlı sureleri ezberlemek, din eğitimi adına camide verilen eğitimdi. Bu eğitim dışında bir de babamın evdeki eğitimi vardı. Klasik medrese usulü din eğitimi almış olan babam, bana da bu eğitimi evde veriyordu. Arapça gramer öğretiminde ilk okutulan ve içinde fiil çekimleri bulunan kitap olan Emsile’yi ezberliyor ve her akşam babama ders veriyordum. Medrese eğitimi alanlar bilir Karabaş Tecvidi’ni. Tamamı Osmanlıca olan Karabaş Tecvidini de ezberliyordum. Bunun yanı sıra benim hafız olmamı istedikleri için, her gün bir ayet daha ekleyerek ezber yaptırıyordu babam. Said Nursi’nin Risalelerinden bazı sözleri de ezberlemem gerekiyordu. Ödevim, ezberim çoktu. Okul, ev, cami ve ezber arasında geçiyordu zaman.
Ortaokul yıllarımda beni okumam için Türkiye’ye bıraktılar. Çocukluk yıllarımda yaptığım ezberler ve Almanya’da öğrendiğim İngilizce hem din derslerinde hem de dil dersinde işimi kolaylaşırdı.
O yıllarda babamın örnekliği ve annemin teşviki ile kitap okuma alışkanlığı edindim. Dindar bir ailede yetişen bir ortaokul öğrencisinin okuyacağı kitapları okuyordum. Birçoğu roman türü olan o kitaplar bana ömür boyu sürecek olan okuma alışkanlığını kazandırdı. İdeolojik olarak Milli Gençlik Vakfı çevresinde olduğum için, orada okutulan kitaplar ve verilen konferanslar bize bir dünya görüşü kazandırmıştı. Bu günlerde olduğu kadar sert olmasa bile, cemaat ve tarikat tartışmaları da oluyordu.
1996 yılında üniversiteye başladım. İstanbul’a okumaya gelmiştim. 28 Şubat’ın siyasi tartışmaları sebebiyle din, siyaset, tarikatlar gibi konular yine gündemdeydi. Ben o yıllarda sürekli kitap okuyordum. İstanbul’da ki kitap fuarlarını kaçırmıyordum. Yeni yaygınlaşmaya başlamış olan cep telefonunu almak için biriktirdiğim paramı, birkaç defa kitap fuarlarında harcamıştım.
Kimleri okuyordum? Açıkçası okumalarımın bir sınır yoktu. O yıllarda hem dini hem kültürel kitaplar okuyarak kendimi geliştirmekten başka derdim yoktu. Dini konularda hem Cübbeli Ahmed’in kitaplarını hem Mustafa İslamoğlu’nun kitaplarını okuyordum. Hatta her ikisini dinlemek için sohbetlerine katılırdım bazen. Şimdi Ataşehir sınırlarında olan Dudullu Aksekili Mehmet Uslu Camisinde Cübbeli Ahmedi’de, rahmetli Timurtaş Uçar hocayı da canlı dinlemiştim. Cübbeli Ahmed’e ait satın aldığım ilk kitap Dualarım isimli kitaptı. Aynı günlerde ‘Fıtratı Tağyir’ adlı bir kitabını da alıp okumuştum. Kitapların içinde anlatılanlara hiç girmeyeyim. Ama hepsini okurdum.
1997 – 1998 yıllarında Cübbeli Ahmed’in ‘sakın okumayın’ dediği biri vardı. Prof. Hüseyin Atay için söylerdi bunu. Ben o zamana kadar Hüseyin Atay hocanın adını bile duymamıştım. Yıllar sonra Prof. Hüseyin Atay hocanın tüm kitaplarını okudum. Cübbeli Ahmed’in neden ‘Sakın Okumayın’ dediğini daha iyi anladım. Prof. Hüseyin Atay hoca Kuran üzerine düşündürmek için yazıyordu. Cübbeli Ahmed gibi insanlar, Müslümanların Kuran’ı anlamasını ve Kuran üzerine düşünmesini istemezler. Çünkü Kuran’ı anlayarak ve düşünerek okuyanlar Cübbeli Ahmed ve onun gibi düşünen diğer tarikat ve cemaat hatiplerinin anlattıklarına sadece gülüp geçerler.
Kadir Mısıroğlu’nun kitapları babamın kütüphanesinde bile halen durur. 1960’lı yıllarda basılmış kitapları var babamın kütüphanesinde. İstanbul’da öğrencilik yıllarımda bende alıp okudum Kadir Mısıroğlu’nun bazı kitaplarını. İslam tarihini Prof. İhsan Süreyya Sırma hocadan, Cumhuriyet tarihini Kadir Mısıroğlu veya Hasan Hüseyin Ceylan’dan okuyordum o yıllarda. Birçok farklı yazardan istifade etmenin en güzel tarafı, farklılıkları görmemi sağlaması oldu.
Okuma alışkanlığıma şahıs olarak kimse yön vermedi. Cübbeli Ahmed’in kitabı ile Mustafa İslamoğlu’nun kitabını aynı ay içerisinde okumuşluğum vardır. Tıpkı Prof. İhsan Süreyya Sırma hocanın kitaplarıyla Kadir Mısıroğlu’nun kitaplarını aynı yıl içerisinde okumuş olmam gibi.
Kuranı anlayarak okuma alışkanlığım beni okuduğum diğer kitaplardaki bilgiler üzerine düşündürmeye başladı. İslam tarihini Prof. İhsan Süreyya Sırma Hocadan okumuş olmamın da çok faydasını gördüm. Bizim camianın hocaları ve tarihçileri hem İslam tarihinin hem Osmanlı tarihinin sadece iyi taraflarını anlatır, sanki hiç hata yapılmamış gibi örnekler verirler. Prof. İhsan Süreyya Sırma hocanın Emeviler ve Abbasiler dönemine dair yazdıklarını okuyunca, Kadir Mısıroğlu gibi şovmen tarihçilerin bizi kandırdığını düşünmeye başladım. Sürekli slogan atan tarihçiler ile tarihte yaşanmış olayları olduğu gibi anlatan tarihçiler arasında ki farkı, zaman geçtikçe daha iyi anlamaya başladım. Birkaç yıl önce yazdığım ‘Yalan Söyleyen Tarihçiler Utansın’ başlıklı yazımı bunun için yazmıştım. Mustafa Müftüoğlu’nun bir zamanlar meşhur olan ‘Yalan Söyleyen Tarih Utansın’ adlı birçok cildi olan eserine atıf yapmak, laf dokundurmak için kullanmıştım bu başlığı. O kitaplar da, tıpkı Kadir Mısıroğlu’nun kitapları gibi, tek taraflı ve hakikatten daha çok slogan atmak veya gaz vermek için yazılmış kitaplardı.
Şunu okuyun bunu okumayın gibi bir liste vermek için yazmadım bunları. Ancak ‘çeşit’ ve ‘karşıt’ okumalar yapmanızı ısrarla tavsiye ederim. Kimi okursanız okuyun, Allah’ın kitabı Kuran’dan başka kusursuz kitap olmadığını aklınızdan çıkartmadan okuyun.
Türkiye’de öyle bir atmosfer oluşturulmuş ki, dinini öğrenmek için Allah’ın kitabını anlayarak, düşünerek okuyanlara ve bunu yapmayı teşvik edenlere ‘sapık’ deniliyor. Beni ve benim neslimi kurtaran şey, bazı büyüklerimizin ısrarla, anlayarak ve düşünerek Kuran okumamızı tavsiye etmesidir. Cübbeli Ahmed gibi tarikatçı kafaların, ‘şunu okumayın bunu sakın dinlemeyin’ demesinin sebebini anladınız mı? Bizim gençliğimizde Prof. Hüseyin Atay gibi insanlara ‘sapık’ diyenler, bugün başka isimler için aynı propagandayı yapıyorlar.
Dünyanın en iyi on tarihçisinden birisi sayılan Prof. Halil İnalcık gibi bir tarihçimiz varken, bizim nesli Kadir Mısıroğlu, Mustafa Müftüoğlu, Yavuz Bahadıroğlu gibi şovmen tarihçilerle oyaladılar. Şovmen tarihçilerin bir topluma en büyük zararları, insanı tarih zindanına mahkum edip, tarihten ibret alınmasına engel olmalarıdır.
Yeniden Başlayın
Dininizi Cübbeli Ahmed ve onun kafasındakilerden öğrenmişseniz, her şeye yeniden başlamak zorunda kalacaksınız gençler. Fazla geç kalmayın. Çimentosu hurafelerle karılmış bir din binası, gecekondu gibidir. Küçük bir sarsıntıda yıkılır.
Tarihinizi Fesli’den öğrenmişseniz, öğrendiğiniz sloganlar size tarihten ders aldırmaz. Ciddi ve kaliteli tarihçileri okuyun. Çimentosu slogan, övgü ve hamaset ile yoğrulmuş bir tarih binası, temeli çürük apartmana benzer. Yıkılması için depreme bile ihtiyaç duymaz.
Dininizi Cübbeli’den Tarihinizi Fesli’den öğrenmişseniz, her şeye yeniden başlayın.
Sait Çamlıca
Eğitimci - Yazar