7 ve 19 Eylülde gerçekleşen iki depremde de Meksika başkentindeydim. İlki 8,2 şiddetiyle son yüzyılın en büyük depremi olarak tarihe geçti. Kayıp sayısı çoğunluğu Meksika’da olmak üzere, Honduras ve Guatemala’da toplam 98’di. 19 Eylülde olan ikinci depremin merkez noktası Meksika başkentine 130 km mesafedeydi. Kesin rakam henüz net olmamakla beraber dört yüz dolayında can kaybı var.
19 Eylül depremi 7,1 şiddetindeydi. Ölü sayısı on bir gün önce gerçekleşen 8,2’lik depremden daha çoktu. Çünkü ülke nüfusunun en yoğun olduğu bölgedeydi. İki depremin karşılaştırmasında ilk olarak bu nüfus ve yerleşim faktörü göze çarpıyor. İkincisi, çarpık kentleşme ve çürük yapılaşma.
7,1’lik depremde başkentte elli bina tamamen çöktü. Binlerce bina hasar aldı. Yüzlercesi kullanılmaz halde. Çöken binalardan biri bir ilkokuldu. Otuz çocuk burada can verdi. Dört yüz okul binası hasar gördü. Bunların üçte birini yeniden inşa etme kararı aldılar.
Peki bunca çürük binaya rağmen görece az can kaybı nasıl gerçekleşti?
Meksika’da deprem erken uyarı sistemi var. Ülkenin herhangi bir yerinde yıkıcı şiddette bir deprem olduğunda sistem tüm Meksika’da alarmları çalıştırıyor. Örneğin 7 Eylüldeki deprem gece 23:49’da ülkenin en güney Pasifik kıyısında gerçekleşti. Aynı anda, kuş uçumu yedi yüz km ötedeki başkentte alarmlar çaldı. Depremin başkenti sallaması iki dakika sonra yani 23:51’de gerçekleştiğinde zaten herkes evini terk etmişti.
Her iki depremden bir gün önce de alarm sistemi çalışmıştı. Fakat hissedilecek düzeyde bir yer hareketi olmadı. Malum, büyük depremlerden önce faylarda hareketlenme ve yüklenme sistem tarafından algılanıyor.
Bu uyarı sistemi 1985’de otuz bin kişinin hayatını kaybettiği depremden sonra kurulmuş. Çünkü yapılan hesaplamaya göre, o tarihte kırılan Michoacan Fayının yarattığı sarsıntı, başkente bir dakika on iki saniye sonra ulaşmış. Eğer uyarı sistemi olsaymış kayıp çok aza inebilirmiş.
İşte o zamandan beri Meksikalılar her deprem alarmı çaldığında evlerini, işlerini hızla terk ediyorlar. Bu onlarda bir alışkanlık ve disiplin haline gelmiş. Yani deprem olgusu karşısında toplum ne yapacağını biliyor. Bu alışkanlık topluma sık yapılan deprem tatbikatları sayesinde yerleştirilmiş.
19 Eylül depremi tam da 1985 depremiyle aynı güne denk geldi. Henüz deprem tatbikatının üzerinden bir saat geçmemişti ki yeniden alarmlar çalmaya ve akabinde yer şiddetle sallanmaya başladı. Hızla içinde bulunduğumuz binayı terk ettik. Çevremizdeki binalardan dökülen beton parçaları yola savruluyordu. İnsanlar, varsa meydanlarda yoksa dört yol ağızlarında toplanmıştı.
Deprem sona erince 45 dakika içinde kentteki tüm dükkanlar ve işyerleri kapandı. Okullar tatil edildi. Sokaklarda askeri birlikler ve sivil savunma ekipleri dışında araç kalmadı. Akşam 18 sularına kadar halk parklarda günü geçirdi. Sonra hoparlörlerden herkesin evini kontrol etmesi ve sağlam olanların içeriye girmesi duyuruldu. Özellikle sokak aralarında kimsenin gezmemesi söylendi. Zira hasarlı binalardan düşebilecek beton parçaları insan hayatını tehdit ediyordu.
Normalde Meksika pek düzenli bir yer değildir. Fakat deprem söz konusu olduğunda toplum çok bilinçli davranıyor. Meksika başkentinin İstanbul kadar çarpık kentleşme ve çürük bina sorunu var. Yine de kaybını, alarm sistemi üzerinden kurduğu eğitimle en aza indirmeye çalışıyor.
Bizde ise hangi yetkili ağzını açsa bir İstanbul depreminde yüzbinlerce kayıp tahmininde bulunuyor. Yaşadığı çağdan haberdar olmayan hangi konuda çözüm üretebilir ki?
İş bayındırlık, ulaştırma gibi rant getirici hizmetlere gelince milyar dolarlar havalarda uçuşuyor. Yarın deprem olabilir; oturmuş bekliyoruz. 1999 İzmit ve Düzce depremlerinden bu yana 18 koca yıl geçmiş. Ne yapıldı, depremi unutmaktan başka? Deprem toplanma noktaları bile yapılaşmaya açıldı. Hangimiz deprem olduğunda ne yapacağını biliyor?
Deprem bir doğa hadisesi. Onu felakete çeviren biziz. Deprem kuşağı üzerine rant için kurulan mega kentler, kat sınırlamasız çürük yapılar, nefes alamayacak yoğunlukta şehirler yaratan biziz. Deprem olsa binalardan, otoparklardan sığınacak yerimiz yok.
Tuhaf değil mi tarihin işleyişi: Her konuda böyle olmuyor mu? Göz göre göre kendi sonumuzu hazırlamıyor muyuz?