Yenidünya düzeni dedikleri düzende her şey demokrasi ipliğine dizilip pazara çıkartılırken bacağına giyecek don bulamayan fakir, fukaramız ise parlak bir imparatorluk kurmanın düşleriyle uyuyor, uyutuluyor. Oysa ayaklarına vurulan prangayla, düşüncelerine vurulan zincirin aynı kölelik düzeni olduğunun ayrımında bile değil. Üstelik bunların hiçbiri de rastlantı değil, emperyalizminin demokrasi perdesi altında yürüttüğü sistematik kurgusudur. Ortadoğu ülkelerine modellik etme palavraları da Amerikan istihbarat yöneticilerinin masa başında uydurdukları ve gerçekte Viyana kapısından geri gönderilenlerin torunları Neo-Osmancılara “geldiğiniz yere geri dönün” çağrısıdır da anlayan kim?
ABD öncülüğündeki emperyalizmin özgürleştirme yalanıyla 2003’te Irak’a ihraç ettikleri demokrasi sonucunda en az 2 milyon sivil insanın öldürülmesi bir milyondan fazla Iraklının evsiz kalması ve göçe zorlanması da demokrasinin gereğiydi. Tüm bunlar birçok siyasi parti ile şirketlerin birlikte barış çubuğu tüttürdükleri Think-tank kuruluşlarının uydurdukları 21.Yüzyılın en büyük palavrası olan demokrasi perdesi altında gerçekleştirilmişti. Bizde ise durum pekte farklı değil. İktidara talip olanların hepsi de vaatlerinin, yalanlarının üzerine demokrasi örtüsünü atarlar. Hatırlayınız; Özal’ın “ekmek yoksa pasta yiyin”, Demirel’in “memlekette benzin vardı da biz mi içtik”, İbo’nun “Türkiye de Oksford vardı da biz mi okumadık?” sözleri, izlediğimiz demokrasi filmlerin değişmeyen replikleriydi. Hatta Demirel, çiçeği burnundaki başbakan Mesut Yılmaz’a “hamsi kavağa çıkar mı hiç?” diye nafile bir soru sormuştu da Yılmaz hükümeti üç ay sonra siyasetin çöplüğüne atılmıştı fakat bugün ki partiler çöplüğe atılanlardan daha fazladır.
Demokrasinizi nasıl alırdınız?
Elma ile armut’u toplayıp yekûn çıkartan, kâğıt kalem vs ile bolca muhasebe yapan, vicdanının yerine cüzdanını koyan ve dahası her sorunu yukarı havale ederek çözeceğine inanmış, inandırılmış toplumlar zaten yıllardır “demokrasi” pilavını kaşıklıyordu da bir tek hoşafı eksikti. Dili küfre meyilli hatta zengin bir küfür dağarcığı olan bu millet her kurduğu üç cümlenin başına, ortasına veya sonuna mutlaka “de-sektir git!”i eklemesini bilir de demokrasinin “de” ayrımına bir türlü varamaz. Oysa “de”nin önüne iki nokta koyup düşünebilseydi demokrasiyi çözecek, gözlerindeki perdeyi atmanın elma ile armut’u ayır edebilecek kadar kolay olduğunu kavrayabilecekti. Çünkü güzelim Türkçemizin rehberliğinde az biraz da dilbilgisine hâkim herkes bilir ki, başına “de” öneği gelen her sözcük olumsuzdur. Başka bir deyişle başına “de” öneği gelen her sözcük olumsuzluk verir. Günlük yaşamda bile sıkça kullandıkları “de-moda, de-formasyon, de-jenere, de-zenfekte, de-moralize, de-mokrasi” gibi sözcükler buna en anlamlı örneklerdir.
Gelmiş geçmiş tüm iktidarların birbirinin mutasyonu şeklinde tezahür ettiğini ve hiçbirinin sicilinin de temiz olmadığını bilmesine bilir de ağzına vurulan gemden kurtulmakla dinden çıkacağını zanneder. Geleceğini, hak ve özgürlüklerini kendi rızasıyla teslim ettiği her seçimde zil takıp meydanlara inerek prova yapan, kürsülerden sıkılan palavralara alkış tutan da kendisidir fakat suçu uyaranda, ikaz edende arar. Onlar ki bir sonraki vekil borsası açılana kadar göbeklerini şişirip, kalın enselerini kaşırken kendileri ise ekmek arası ile ekmek parası arasında sıkışıp kalırlar. Halka hizmet, hakka hizmet düsturunun gerçekte siyasilerin cüzdanı ile bankadaki hesabını şişirmek olduğunu anlamayabilmeleri için de herhalde vahiy gelmesini beklerler. Yalanı ve inkârı alkışlayan zihniyetin hâkim olduğu bu memlekette balık kavağa çıkar, sivrisinek fil yutar ve hatta grostonluk gemiler, gemicik bile olur da gerçek demokrasinin uğraması hayalin ötesine geçemez.
De-hadi gidin demokrasinizi bulun!